Arhavi
Arhavi Artvin merkeze 80 km, Rize’ye 80 km, Trabzon’a ise 150 km mesafede yer alıyor. 20 bin nüfuslu ilçenin büyük bölümü aslen Laz kökenlidir. Artvin’in gayet güzel, hemen ardında doğanın başladığı ve gezilmesi rahat bir ilçesidir. Önceleri Rize’ye bağlı olan ilçe, daha sonra Artvin’e bağlanmıştır. Arhavi’de Mençuna Şelalesini görebilir, Löme (Yolgeçen) köyünde alabalık yiyebilir, yine Löme deresinde serinleyebilir ve balık tutabilirsiniz. Veya şehri ve sahili yukarıdan izlemek için ise Rakani Çay Bahçesine çıkabilirsiniz. Kolaylıkla fark edebileceğiniz gibi, ilçedeki çoğu isim Lazca ama halk bu Lazca kelimelerin Türkçe anlamlarını bilmiyor ya da unutmuşlar. Cenevizlilerden kalma Ciha Kalesi de görülebilir.
 

 
Cengiz Kurtoğlu buralı olduğu için, Kurdoğlu soyadı çok yaygın, pek çok işletmede bunu görebiliyor ve fark edebiliyorsunuz. Arhavi’de çoğu gün yağmurlu geçer. Hatta halk arasında şöyle bir deyiş vardır, Arhavi’de haftada iki kere yağmur yağar, biri üç, diğeri dört gün sürer.
 

 
elimdeki kemençe
Arhavi yapisidur
aç yüzünü güzelim
cennetin kapisidur
 

 
Arhavi M.Ö. 8. yüzyıla dayanan bir geçmişe sahiptir ve Taş Devrinde insan yaşamının olduğu kabul edilen Kolhis uygarlığının içerisinde yer almaktaydı. M.S. 3. yüzyılda Lazika Krallığının sınırları içinde bulunan Arhavi, M.S. 6. yüzyılda ise Roma-Pers Savaşlarına sahne olmuştur. M.S. 8. yüzyılda Lazika Krallığının yıkılmasıyla, önce Doğu Roma ve sonra da Trabzon İmparatorluğuna bağlanır. Arhavi ve civarı 1486 yılında Osmanlı’ya katılır. O sırada Lazistan kazasının merkezi kabul edilen Arhavi köyü, tamamı Hıristiyan olan yaklaşık 181 kişiden oluşmaktaydı. 1 Nisan 1566’da Batum Sancağına bağlanır, 1520’de nüfusun beşte biri Müslüman’dır. 93 Harbinden sonra Lazistan Sancağı Trabzon’a taşınınca, Arhavi Rize’nin ilçesi olur.
 

 
1900 yılında Hopa ilçe olur ve Arhavi bu sefer bucak olarak Hopa’ya bağlanır. 23 Şubat 1915’te Ruslar tarafından işgal edilir. Çarlık Rusya’sı yıkılınca Ruslar geri çekilir, Arhavi 12 Mart 1918 tarihinde düşman işgalinden kurtulur. 1 Haziran 1933 tarihli bir kanunla Rize ve Artvin birleştirilerek Çoruh vilayeti oluşturulur ama bu vilayet 4 Kasım 1936 tarihli bir başka kanun ile kaldırılır. 1946 yılında Arhavi belediyesi kurulur. Arhavi 30 köyden oluşan bir bucakken, 1 Haziran 1954 tarihinde yeniden ilçe olur. Çoruh’un ismi ise Artvin olarak değiştirilerek, Arhavi Artvin’e bağlanır.
 


Mençuna Şelalesi
Arhavi merkezden sonra Kamilet Deresini seyrederek 18. yüzyılda inşa edilen tarihi Çiftekemer Köprüsü yönüne devam ettikten sonra tabelaları izleyerek tam 4 km sonra Mençuna şelalesinin bulunduğu alana ulaşırsınız. Merkezden itibaren toplam 15 km olan bu mesafe arabayla belki 15-20 dakikanızı alacaktır. Bundan sonra şelaleye doğru gayet keyifli 800 metrelik bir tırmanma süreci başlar. Bu bölgeye Kamilet Vadisi adı veriliyor. Yol yer yer merdivenli ve irili ufaklı şelaleler yanından ve dereler üzerinden geçiyorsunuz.
 

 
Şansınız varsa ve yağış yoksa, 30 dakika kadar yürüyerek şelalenin hemen önündeki (henüz 2009 yılında yaptırılan) köprüyü de aşmak suretiyle şelaleye ulaşabiliyor ve soğuğuna aldırmadan girebiliyorsunuz. Fakat eğer yağış varsa, şelalenin önündeki bu köprüye ulaşmak ve üzerinde durabilmek bile ciddi bir gayret gerektirecektir. Şelale 50 metre yüksekliğinde ve görselliği harika, kesinlikle gittiğinize ve belki girdiğinize değecektir.
 

 
Borçka Karagöl
Artvin merkeze ulaştıktan sonra, Macahel Vadisinin kapısı sayabileceğiniz Borçka ilçesine 36 km’lik bir yol kalıyor. Bu yolu baştan başa Borçka baraj gölünü seyrederek kat ediyorsunuz. Borçka merkez ile Karagöl arası ise 26 km. Bunun son 6 km’si doğal taş şeklindedir. Yıllık ortalama 20.000 kişi tarafından ziyaret edilen ve 2002 yılından beri Milli Park olarak değerlendirilen bir heyelan gölü olan Karagöl 1900’lü yılların başında bugün Klaskur (bir diğer adıyla, Aralık) olarak bilinen yaylanın yakınında bulunan bir tepenin kayması ve Klaskur (Aralık) Deresinin önünü kapatması sonucu oluşmuş. Gölün alanı yaklaşık 50.000 metrekare, en derin yeri 25 metre, rakımı ise 1450-1480 metre civarıdır. Göl ve çevresinde yeşilin her tonunu görebiliyorsunuz. Gölde sandal veya yunus ile turlayabilir (dakikası 1 TL), müsait bir kıyısında çadır kurabilir ve ayrıca etrafını (6 km) yürüyerek dolaşabilirsiniz.
 

 
Karagöl, zengin bitki örtüsü ve hayvan çeşitliliğine sahip olup, gölde yöreye özgü kırmızı pullu alabalık da bulunmaktadır. Yörenin yırtıcı kuşların göç yolu üzerinde bulunmasından dolayı, yırtıcı kuşlar da rahatlıkla gözlenebilmektedir. Ayrıca, diğer yaban hayvanlarına rastlamak da mümkün olup, göl çevresi ve ormanlarda, vaşak, boz ayı, çengel boynuzlu dağ keçisi, dağ tavuğu, yırtıcı kuşlar bulunmaktadır. 3200 mm’lik yıllık yağış ve sürekli bağıl nemin egemenliği ve etkisiyle birlikte, gölün çevresi halen bakir bitki örtüsü ile kendine has bir ekosistem özelliğine sahip bulunmaktadır.
 

 
Macahel
3.415 metre rakımlı Karçal Dağları eteklerinde yer alan Macahel (Camili-Düzenli-Efeler-Kayalar-Maral-Uğurköy) şeklinde 6 köyden oluşan bölgenin adıdır. 2005 tarafından UNESCO tarafından, flora ve fauna bakımından, Türkiye’nin ilk ve tek Dünya Biyosfer Rezerv Alanı ilan edilmiş olan havzadır. Dünya üzerinde bu biyosfer rezerv alalarından sadece 621 adet mevcuttur. Sırf bu bölgede mevcut bulunan endemik bitki türü sayısı neredeyse tüm Avrupa kıtası kadardır. (Kafkasya'daki 8 binden fazla bitki örtüsünden 3 bini Artvin’de, bunlardan 1864'ü bu bölgededir ve bu türlerden yaklaşık 450 tanesi endemiktir.) Ayrıca Camili biyosfer alanı, tüm Avrupa’da 100 nokta olarak belirlenen ve Türkiye’de ise 9 yerde bulunan sıcak noktalardan biridir.
 


Macahel’de insanlar kendi aralarında genellikle Gürcüce konuşarak anlaşırlar. Zaten “Macahel” de Gürcüce “ham, çığ, vahşi insanların yaşadığı yer” anlamında bir kelime. Türkiye ve Gürcistan toprakları içerisinde kalan geniş araziye verilen isimdir Macahel. 1921 yılında Macahel'i oluşturan 18 köy arasında yapılan referandum sonucu, 12 köyün Gürcistan'da, yani Sovyetler Birliği'nde, 6 köyün de Türkiye sınırlarında kalmasına karar verilmiş. (Xertvisi) Camili, (Mindiyeti) Maral, (Zedvake) Düzenli, (Epreti) Efeler, (Kvabistavi) Kayalar ve (Akriya) Uğur köylerinden oluşan Macahel bölgesinin Gürcistan tarafında kalan bölümüne Macsxela Türkiye’deki bölümüne Macahel adı verilmiştir.
 

 
Bölgede arıcılık da son zamanlarda ciddi bir değer haline gelmiş. Özellikle saf Kafkas arısı, adeta bu bölgeyle özdeşleşti. dünyada bal üretiminde en çok kullanılan arı çeşitlerinden olan Kafkas arısının yeryüzünde en saf haliyle bulunduğu ender bölgelerden biri burası. Diğer arılara oranla daha uzun olan iğnesiyle, çiçeklerin en lezzetli bölümlerinden topladığı özlerle yapılan balı dünyaca ünlü. Bu balın kalitesinin bozulmaması için çalışan arıcılar, yıllardır birçok ulusal ve uluslararası projenin içinde yer alarak ballarının sadece Türkiye’de değil, uluslararası düzeyde de sertifikalanması için çalışıyor. Özellikle kestane ve ıhlamur balları dillere destan.
 

 
Camili Camii
1855 yılında yaşanan çığ felaketi sonucu yıkılan camii, sonrasında aynı yere yeniden yapılmıştır. İlk inşa tarihi ise muhtemelen 1800’lü yılların başlarına dayanır. 1819 yılından önce inşa edildiği tahmin edilmektedir. Yıkılan camiin keresteleri yeni yapılan camiin tavanında kullanılmış, eksik kalan kısımlar da köylüler tarafından, samanlıklar, serenderler ve ambarlar bozularak yine 1855 senesinde Arhavili ustalar tarafından tamamlanmış ve yaptırılmıştır. Gerek dışı ve gerekse içerisindeki süslemeler ve tasarımlarla, orijinal bir görünüm sergilemektedir.
 

 
Maral Şelalesi
Macahel Vadisinin ziynetlerinden biri de Maral Şelalesidir. Şelale yaklaşık 65 metre yükseklikten düşer. Türkiye’nin tek seferde dökülen en yüksek şelalesidir, dolayısıyla sular çok şiddetli bir şekilde zemine iner. Bu ivme çok güçlü bir rüzgar oluşturuyor ve diyebilirim ki tam altına ve arkasına geçemediğim nadir şelalelerden oldu. Şelaleye ulaşmak için, önce Camili’den Maral köyüne doğru 4-5 km kadar yol alıyorsunuz. Arabayla geliyorsanız, belirli bir yerden inmeniz gerekiyor. 30 dakika kadar düze yakın bir yürüyüş gerekiyor.
 

 
Ondan sonra ise ladin ve kayın ağaçları ve rengarenk kelebeklerin arasından aşağıda gördüğünüz şelaleye doğru spiral ahşap merdivenlerden dik bir iniş sizi bekliyor olacaktır. Maral Şelalesine indiğimde beni tam bir yağmur ormanı bitki örtüsü karşıladı. Olağanüstü geniş yapraklı bitkiler, dev köklü ve bazıları devrilmiş ağaçlar, farklı türden kaya yosunları ve fena bir nem vs, bana Endonezya’nın Sumatra adasındaki yağmur ormanları bitki örtüsünü hatırlattı. Nitekim, daha sonra araştırdığımda, bu bölgenin bilimsel olarak Türkiye’nin tek ılıman yağmur ormanı bölgesi olarak kabul edildiğini gördüm.
 


Macahel Yaylaları
Camili köyünden hareketle, altı yüksek, 4x4 tipi bir araç bulmanız durumunda, başta Mereta, Papart, Gorgit, Fındık, Beyazsu ve Lekoban olmak üzere pek çok yaylaya birkaç saat içerisinde ulaşabiliyorsunuz. Aslında bu yollar, Yeşil Yol projesi başladıktan sonra halkın tepkisiyle yarım kalması neticesi bırakılan yollar. Eskiden ise sadece daha dar yollar ve yürüyüş patikaları bulunuyormuş. Yılın en az 6 ayı ise bölge kar altında ve ulaşımda ciddi zorluklar yaşanıyor. Öyle ki, Camili köyünde yatılı bir ilköğretim okulu var. Yani yöredeki çocukların her gün okula gidip gelmeleri mümkün olmadığı için, bu okulda yatılı olarak öğrenim görüyorlar. Lisede ise genelde yine Borçka merkezde yatılı olarak okuyorlar.
 

 
Mereta yaylasına çıktığınızda ve 1-2 saat yürüdüğünüzde, 2580 metrelerde Kuyruklu Gölü (Kudyan Gölünü) göreceksiniz. Etrafında halen kar ve buzul kütleleri bulunuyor ve kendinize güvenirseniz, bu göle girebilirsiniz, birkaç dakikadan fazla kalınmasını ise hiç tavsiye etmiyorum. Ayrıca Lekoban yaylasında 2650 metrede Naçadirev Gölü ve 3400 metrede Yıldız Gölü de görülebilir.
 

 
Yeşil Yol projesi kepazeliği Doğu Karadeniz insanının kapitalizm ve onun köpeklerine karşı verdiği, adeta bir Kurtuluş Savaşı mücadelesi hükmündeki, onurlu direnişi sonucu yarım kaldı... Kalmasaymış bir cennetin nasıl hunharca ve sorumsuzca yok edileceğini bizzat gördüm, yaşadım, anladım... Şu an için HES ısrarı durmuş gibi gözüküyor fakat öte yandan, başka bazıları ise bu rant yanlılarının hiçbir zaman vazgeçmeyeceklerini söylüyorlar... Ben, en azından şimdilik, HES hikayesinin veya kabusunun sona ermiş olduğunu düşünmek ve bu şekilde değerlendirme yapmak isterim...
 

 
Yapılması planlanmış olan HES projelerine göre, Macahel’de üretilen enerji, yüksek gerilim hatları ile Borçka’ya iletilecek. Sadece yüksek gerilim hatları boyunca bile tam olarak 110.000 adet ağacın kesilmesi gerekiyor. Buna tesisler, kazı alanları, inşaat yolları için kesilecek olan ağaçlar da eklenince, bu rakam katlanarak artıyor. Ayrıca, en az 6 metre genişliğinde olması gereken yollar için %70 eğime (31,5 derece) sahip dik arazide yarma tekniğine göre yüzeyde en az 15 metrelik bir genişlikte çalışma yapılması da gerekecek. Bu genişlikteki bir yolun açılması ise, Macahel’i Macahel yapan doğasının tamamen değişmesi anlamına gelir. Yani bu yolların Macahel halkı ve yöre insan için değil, sadece ama sadece söz konusu olan bu HES projeleri için yapılması öngörülmüştü...
 

 
Bunun yanı sıra, iletim hatları Saf Kafkas Arısının uçuş alanları içerisinde kalacaktı. Arıların genetik yapılarının değişmesine ve belki de bu arıların yok olmalarına yol açacaktı. On binlerce volt enerji, Macahel’in insanlarına ve topraklarına radyasyon yağdıracak, yaşamlarını tehdit edecekti. İletim hatları inşaatı için bazı köylerdeki evlerin ve yapıların yıkılması zorunluluğu da doğacaktı. HES’lerin yaratacağı görüntü kirliliği ise cabası, uzun vadede insanların ve doğal yaşamın üzerindeki olumsuz etkileri katlamış olacaktı. Ayrıca, unutulmamalıdır ki, HES’lerle beraber yaratılacağı iddia olunan istihdam ise, salt inşaat süresi ile sınırlı kalacak...
 


Ayder
3-4 sene önce de merkezine ve yaylalarına gitmiş olduğum Ayder, bu kez beni büyük bir hayal kırıklığına uğrattı. Yine kendisi de bir yayla olan Ayder merkezi resmen yağmalanmış, üstelik yabancılar tarafından değil, Ayder’in kendi halkı tarafından. Korkunç bir trafik, her yerde fast-food ve her türlü çakma ürün satış dükkanları, üst üste yığılmış pansiyonları, berbat bir gürültü, feci rahatsız edici bir görüntü oluşturuyordu. Buraya artık çoğunlukla çevre illerin insanları ve Arap turistlerin geldiğini söylediler. Vaziyet içler acıtıyor...
 

 
Üstelik, 2300 metrelerdeki Yukarı Kavrun yaylasına çıktığımızda, orada da benzeri inanılmaz görüntülerle karşılaştım. “Yayla” içindesiniz ve etrafınız yine cafe ve pansiyonlarla sarılmış, şaka gibi, daha doğrusu, kabus gibi. Evet, iğrenç bir basitlik, ucuzluk ve açgözlülük simgesi haline gelen Ayder’den koşarak kaçtık. (Not: hemen döndükten birkaç gün sonra, Ayder’de 100’ü aşkın işletme için yıkım kararı çıktı, umarım tez zamanda uygulanır).

 
Dönerken, Çayeli ilçesinde ünlü iki restoranın (Lale ve Hüsrev) birinde güzel bir kuru fasulye yiyerek Ayder’in damağımızda ve ruhunuzda bırakmış olduğu o kekremsi tattan arınabilirsiniz.


 
Yazı ve Fotoğraflar: Serkan Doğan