Haber bültenlerinde Fethiye’deki HDP binasının etrafını çeviren eli bayraklı kalabalık ve itfaiye arabasının merdiveniyle parti tabelasının yere fırlatılması görüntüleri var.

Kaymakam, Belediye Başkanı ve diğer devlet erkânı saldırgan güruhun “gönlünü almak” için HDP tabelasının sökülmesine ve yerine Türk bayrağı asılmasına karar veriyor.

Fethiye Kaymakamı olaydan önce HDP binasının tamamen boşaltıldığını, olaylarda kimsenin yaralanmadığını müjdelerken “bir turizm kentine böylesi görüntülerin yakışmadığını” da ilave ediyor.

Günlerdir Anadolu’nun birçok yöresinden benzer görüntü ve haberler gündeme düşüyor. Devlet gözetiminde, Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre kurulmuş, TBMM’de temsil edilen ve seçim çalışması yapan bir partiye karşı günlerdir gerçekleştirilen bu linç harekâtlarının basında ya yer bulmaması ya da “tehlikeli gerginlik” gibi durumun vahametini gizleyen bir dille sunulması yürütülen bu operasyona dair kafalarda soru işaretleri yaratıyor.

Devlet içinden birileri işaret etmezse harekete geçemeyecek olan bu saldırgan güruhlar HDP’nin seçim faaliyetlerini dehşet ve korku salarak engellemeye çalışmakta. Allahu Ekber diye bağıranları, Bozkurt işareti yapanları ve Mustafa Kemal’in askerlerini bir araya getiren bu “mübarek gaza” herkesin gözleri önünde cereyan etmekte ve hiç kimseden bunu kınayan, bu duruma itiraz eden bir ses çıkmamakta.

En küçük bir muhalif gösteriye çevik kuvvetle, gazlarla, tomalarla ve elindeki bütün “emniyet” tertibatlarıyla müdahale eden polis, HDP’ye yönelik bu saldırganlara göz yummakta, kimi yerde gönül birliği içinde olduğunu ayan beyan göstermekte, gözaltına alınanları hemen serbest bırakmakta.

Linç, Türkiye’de bir devlet ve toplum geleneğidir. Cumhuriyet tarihi linçler ve pogromlar tarihi olarak da okunabilir. Devlet eliyle tanzim edilen ve sokakları lümpen faşizmine devrederek tamamlanan bu linç ve pogrom operasyonları bir tür gelenek halini almıştır. Linç, devletin ve toplumun en iyi organize olduğu eylemler toplamı olarak da tarif edilebilir. Ezelden beri bildiğimiz ama bugün ortalığa saçılan kanıtlarla kesin olarak doğrulanan bu operasyonlar ciltler dolusu bir çalışmanın konusu olabilir. Devletin en tepesinden başlayan ve toplumun derinliklerine kadar nüfuz eden bu operasyonel beceri Türkiye’nin karanlık tarihinin de esasını oluşturmaktadır.

Bugün HDP’ye yönelik olarak ülkenin birçok bölgesinde geliştirilen linç harekâtları ister istemez akla bu karanlık tarihi getirmektedir. Türkiye’deki siyasal kaosun tozu dumanı içinde görmezden gelinen bu tehlikeli “derin müdahale” seçimi şimdiden şaibeli hale getirmeye başladı bile.

Bütün yurttaşların vergisiyle finanse edilen devasa seçim kampanyaları yürüten düzen partilerinin giderek daha da çirkinleşen siyasal kör dövüşünün aksine, Türklerin, Kürtlerin, Asuri-Süryanilerin, Ermenilerin, Lazların, Alevilerin, LGBT bireylerin ve sistemin cehennemini yaşayan her kesimin ortaklığını ve birlikte yürüyüşünü gerçekleştirmek hedefiyle yola çıkan HDP’nin yoksul ve mütevazı seçim bürolarının talan edilmesi, sınırlı sayıdaki araçlarının tahrip edilmesi ve yöneticilerinin doğrudan saldırılara hedef olması sistemin içinde nasıl bir korkunun hüküm sürdüğünü ele vermektedir. Çünkü bütün bu saldırılar polis gözetiminde gerçekleşmekte; polis ya engellemeyerek ya da Fethiye örneğinde olduğu gibi doğrudan destekleyerek partinin seçim çalışmalarını felç etmektedir. Bu engellemeye hiçbir sistem partisinin itiraz etmemesi, basının adeta görmezden gelmesi ya da örtülü onay veren bir dil kullanması perde gerisindeki güce dair yeterince ipucu vermektedir.

Taşrada başlayan ama giderek Anadolu’nun her tarafında görülen HDP’ye yönelik bu linç operasyonları Türkiye’deki siyasal denklemleri de durup yeniden düşünmeyi gerektiriyor. Bir zamanlar iktidarı paylaşan ittifak güçleri (AKP ve Cemaat) bugün kanlı-bıçaklı iki düşmana dönüştü. Bütün dünyanın midesine taklalar attıracak seviyelerde devam eden ve giderek büyüyen bu ikili arasındaki kirli ve çirkin savaş Türkiye’deki siyasal iklimi de zehirlemektedir. Bir yandan kasetlerle siyasal alanı dizayn etmek isteyen ve komploculuğu bir siyaset yapma tarzı olarak dayatanlar, bir yandan da ortaya çıkan yolsuzluk, hırsızlık ve rüşvet skandallarına rağmen hiçbir şey olmamış gibi davranan hükümet, toplumun siyaset kurumuna olan güven ve inancını yerle bir etmektedir.

Ortaya saçılan tapelerle AKP’nin ahlaki meşruiyetini yitirmesi onu yeni ittifak arayışlarına itiyor. Son yasal düzenlemeler ve ardından gelen tahliyeler seçim öncesi hükümetin düşmanlarının sayısını azaltma ve dostlarının sayısını çoğaltma hamlesi olarak da okunabilir. Eski düşmanlar pozisyon değiştiriyor.

Cemaat ile CHP’nin gizli ittifakı hükümetin gözünü korkuturken, son tahliye hamlesiyle cemaatin “milli orduya kurduğu kumpas”ın AKP eliyle telafi edilmesi ve eski düzen güçlerinin bu savaşta yeni duruma uygun bir şekilde konumlandırılması girişimi olduğu gözlerden kaçmıyor. Kaderini AKP’nin gitmesine ya da kalmasına bağlayanların aksine HDP çatısı altında örgütlenen Türkiye’nin demokrasi güçleri bütün bu iktidar bloklarının hedef tahtasında duruyor. Birbirleriyle amansızca mücadele eden bu anlayışların HDP karşısında örtülü bir ittifak halinde hareket etmesi, duydukları korku ve endişeyi ele vermekte. Mahmut Temizyürek’in sözüyle söylersek, “kötülük, kendisine tehlikenin nereden geleceğini biliyor.”