Ercan Jan Aktaş / Demokrat Haber

Bir gün önce gerçekleştirilmek istenen Trans Onur Yürüyüşü çok keyfi nedenler ile engellendi. Saatlerce polisler ve "sivil kişiler" eylemci avına çıktı, gün sonunda 50 kişiyi aşkın gözaltı yaşandı, polisler tarafından bir çok eylemci ve de gazeteci darp edildi.

Bir gün sonrasında 24.İstanbul Onur Haftası’nın Özsavunma Atölyesi ile başlaması oldukça anlamlıydı. Atölye İnfial’de gerçekleştirildi. Atölye için tehditler almışlardı, bir gün önce polis mekanı basmıştı. Bütün bunlara karşı atölye gerçekleştirildi.

Homo-Transfobik Saldırılara Karşı Özsavunma Atölyesi; “LGBTİ+ bireyler olarak, toplumsal ve bireysel hayatlarımızda her an karşımıza çıkan toplumsal şiddet aygıtına ve onun aparatlarına (faşistler, seksistler, homo/transfobikler, çeteler, ajanlar, linççiler, eli sopalı esnaf vs.) karşı sürekli ayık durmak ve özsavunmamızı geliştirmek zorundayız. Özsavunma, şiddeti bize yönelen baskı aparatlarını hızlı ve etkili bir biçimde etkisiz hale getirmek için zihinsel ve bedensel pratik eforları gerektirir. Korku ve güçsüzlük hissinden beslenen baskı aygıtını bertaraf etmek ancak zihinsel ve bedensel olarak güçlü olmak için çabalamakla mümkün olur.”



Dün yapılan ikinci etkinlik; “Bir İtiraz Olarak Vicdani Ret” paneliydi.

Moderasyon’nu İrem Az yaptı.

Konuşmacılar:

Ercan Jan Aktaş: Askerlik Yapmayanların Erkek Sayılmadığı Bir Toplumda Erkek Olmayı Reddedenler başlıklı sunumunda; “Öncelikle şunu paylaşmam lazım, dün 7. Gerçekleştirilmek istenen Trans Onur Yürüyüşü için saatlerce plastik mermi sağanağı altında kaldık. Hani zaman zaman derler; “ eylem komitesi kolluk kuvvetleri ile iyi bir müzakere yürütseydi bütün bunlar olmazdı diye. Dün başta İstanbul LGBTİ Derneği’nde Kıvılcım Arat, Ebru Kırancı ve de Avukatlar Eren Keskin, Rojda Kip ve Levent Pişkin diyalog ve müzakere anlamında ne var ise hepsini de sonuna kadar kullandılar. Ancak kesin olan tek şey, kendi eksenleri dışında tek bir cümle bile duymaya tahammülleri kalmamış bir devlet ve onun kurumları ile karşı karşıyayız.  Verdikleri “basın açıklamasını yapabilirsiniz” cümlesi daha havada iken saldırdılar. Bu kadar kudurmuş ve nefret dolu idiler.

Erkeklerin vicdani red talepleri, onları şiddet kullanmaya zorlayan ulus-devletin siyasi ve ideolojik stratejilerine karşı olduğu kadar, aile ve piyasa gibi erkek egemenliğine dayalı alanlardaki “eril şiddet”e karşı bir içeriğe de sahiptir.

Zorunlu askerlik yalnızca “yurdun müdafaasına” yönelik bir uygulama değil, aynı zamanda erkeklerin ve kadınların devletle aralarındaki vatandaşlık ilişkisini belirleyecek bir uygulamadır. Bu yolla erkeklik-devlet-askerlik arasında güçlü bir bağ kurulur, “en kutsal vazife” olan askerlik yoluyla birinci sınıf vatandaşlık erkeklere bahşedilir.

Gökhan Soysal: Vicdani Reddin Hukuksal boyutları başlığı ile yaptığ sunumda;

“Vicdani ret hakkı, daha çok savaş karşıtlığı moral değerleriyle din ve vicdan özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilen uluslararası insan hakları örgütlerince koruma altına alınmış bir insan hakkıdır. TC Devleti’nin altına imzasını attığı sözleşmelerle kurulmuş örgütlerden özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları bu konuda bağlayıcıdır. TC Devleti ise ulusalüstü yükümlülüklerine aykırı olarak vicdani ret hakkını kullandırmama yönünde tutum içerisindedir. Bizim açımızdan değerlendirilecek sorun ise vicdani reddi hukuksal boyutunun algısal olarak işkence ve kötü muamele yasağına aykırı olarak yapılan uygulamalarda kalmış olması. Devlet vicdani ret hakkını her ne kadar tanımak istemese de eskisi kadar zor aygıtlarını kullanamadığı da açıktır. Bunun üzerine bir değerlendirme yapılacaktır.”

Emre Özyetiş: Pembe Vicdani Red başlığı ile sunum yaptı; “Türkiye’deki toplumsal muhalefet ağları içerisinde LGBTİ hareketi açtığı özerk mücadele alanı bakımından özgün bir konuma sahip. Öte yandan, özellikle 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında gün geçtikçe daha da şiddetlenen çatışmalı süreç ve savaş, toplumsal muhalefet ve mücadele deneyimi süresince elde ettiğimizi varsaydığımız kazanımların gözden geçirilmesini zorunlu kılıyor. Türkiye’nin içine sürüklendiği savaş süresince iktidarın kullanımını yaygınlaştırdığı söylem, toplumu tahayyül ettiğimizden çok daha hızlı bir şekilde militarize ederek, dayatılan baskıcı ve otoriter yapıya karşı mücadeleyi neredeyse işlevsizleştirdi. Bu bağlam içerisinde, askerlikle olan ilişkisi “pembe tezkere” aracılığıyla tariflenen LGBTİ bireylerin, savaşa ve mevcut egemen yapının tahakküm araçlarına karşı vicdani reddi savunmaları ne anlama gelir?”

Panel soru ve cevaplar ile devam etti.