Yıl 1991. Yine bugünlere benzer sahneler yaşandı Kürdistan'ın cadde ve sokaklarında. Yeni bir umut, yeni bir mücadele yöntemi belirmişti. Kürtler parlamentoya girmiş, siyasal mücadelenin kapıları aralanmıştı. Bütün cadde ve sokaklar bayram yerine dönmüştü bir anda... Davullar vuruluyor, halaylar çekiliyor, zılgıtlar yükseliyordu. Belki de artık gençler ölmeyecek, insanların dağa çıkma gerekçeleri parlamentoda konuşulacak, çözüm aranacaktı.

Bu rüya uzun sürmeyecekti. Daha ilk oturumda "Kürt ve Türk Kardeşliği" için edilen yeminler protestolarla karşılanmış. Leyla Zana ve arkadaşlarına fiziki şiddet uygulanmıştı. Leyla Zana'nın bu hamlesi "o gün" belki anayasayı değiştirmeye, hatta tartışmaya bile yetmemişti belki. Ancak bildik çevreler o zamanlar kısık sesle, şimdilerde biraz daha yüksek sesle bu anayasanın anti-demokratik olduğunu dile getirdiler. Lakin Leyla Zana ve arkadaşları bunun bedelini en ağır şekilde ödemiş, geri adım atmamış, teslim olmamışlardı.

Hatırlamakta fayda var; geri adım atıp, ideallerine sırtını dönenler "güzel" bir yaşam sürdüler, bakan oldular. Sonradan yakılacak binlerce köy ile katledilecek on binlerce insanın fermanına Çiller, Ağar ve Doğan Güreş gibi asla aklanamayacak savaş suçlusu zatlarla birlikte imza koydular. Tabi Zana ve arkadaşları zindan diplerinde ömür çürütürken onlar "yedi ceddini" kurtaracak zenginliğe sahip oldular ya, konumuz şimdi bu değil...

Aradan yirmi yıldan fazla geçti. Leyla Zana o kürsüye her çıktığında o görüntü belirir her Kürdün zihninde... Gururla, inançla ve elbette biraz da acıyla... O gün, bütün çabalar, bütün emekler, yaka paça meclisten alınıp yaşamdan koparılan seneler, ödenen bedeller daha büyük acıların yaşanmasına engel olamadı. Herkes aynı çaba içinde olmadı belki... Ama bir gerçek var ki, o da karşı tarafın çok zalim olmasıydı. Acımasız ve şuursuz.

Kürt Siyasal Hareketinin şu veya bu ölçüde içinde yer almış herkesin Leyla Abla'sı, "Değişen Türkiye"nin en yüce kürsüsüne bir kez daha emin adımlarla yaklaşırken bir kez daha "sembol" bir çıkış yapacağı içimize doğmuştu sanki... Beklenti boşa çıkmamıştı. Leyla Abla Kürt Kimliğinin en yüksek makamda oturan zatının gözlerine bakarak barışı haykırmış, Türk değil, Türkiyeli halklara adamıştı yeminini... Yine kendinden emin, bedeninden kat be kat büyük acıyı ve sorumluluğu omuzlarına yükleyerek. Bunu söylemek bana düşmez ama Zana'nın tıpkı söylediği gibi bu tavrında ısrarcı olması bir Kürt olarak temennimdir. Bir kez olsun siyasal çıkarlar değil "Kürtlük" gözetilmelidir. Tıpkı kendisinin dediği gibi: "Artık bir şeyler değişmelidir."

Sayın Zana'nın bu hamlesi, Türkiye demokrasi tartışmalarına katkı sunacaktır. Bu vesileyle yemin metni ve anayasanın değiştirilmesi konusunun gündeme getirilmesi gündeme gelecektir. Lakin Yeni Türkiye lafını ağzından eksik etmeyen AKP iktidarının bu "başlangıçtan" yola çıkarak, kendisinin de şikayetçi olduğu anayasayı değiştirme tartışmalarından ziyade, Zana'yı hedef alan açıklamalar yapması, ve meseleyi "yemin krizi"ne indirgemesi, meseleye hangi çerçeveden baktığını ortaya koyuyor. Bir kaç aykırı çıkışı saymazsak, o dönemki iktidar ile günümüz iktidarının meseleyi yorumlamada birbirinden çok uzak olmadığını gözlemlememiz mümkün. Darbe ürünü partilerin birbirinden farklı düşünmesini beklemek safdillik olurdu zaten...

Türkiye'nin demokrasi dinamiklerinin bu noktadan hareketle gündemleştirmesi gereken temel unsur, "Türklük" dışında tüm aidiyetleri reddeden darbe anayasasını değiştirmek olmalıdır. Bu önemli bir çıkış noktası olabilir. Bunun "kriz" boyutunu tartışmak iktidarın dilinden Kürdü yok sayan siyasete hizmet etmektir.

Yemin olayı ve ardından yapılan tartışmalarının iki tarafı için ne ifade ettiğini vurgulamakta fayda var. Olayın kahramanı Leyla Zana, siyasal düşüncesi ne olursa olsun tüm Kürtler için bir sembol olmuş durumda. Nesilden nesile anlatılacak, Bir dava kadını olarak tarihte önemli bir yere sahip olacağı kesin... Kürdistan'da herkesin kalbinde yer etmiş direnen Kürt Kadınının sembolü olmuş durumda... Ya diğer taraf; özgürlükleri yok sayan, anti-demokratik, ırkçı, kardeşliği ve barışı yasaklayan cezalandıran bir darbe anayasasına sıkıca sarılarak uyuyorlar.