Zaman zaman görürüz, “devlet millet el ele” ya da “polis millet el ele” pankartlarını ve sloganlarını.

Kimileri için bu sloganlar absürt gelse de doğrusu bizim için bir gerçeğe tekabül ettiğini öğreneli epey zaman oldu.

1915’de, 6-7 Eylül’de, 12 Eylül’de, Maraş’ta, Madımak’ta, Hrant’ta, Kürtlere ve Romanlara karşı linç girişimlerinde bu işbirliğini hep gördük izledik. Ve anladık, devletin bilerek oluşturduğu, geliştirdiği ve desteklediği “ötekine duyulan nefretin” nasıl birbirini besleyen damarlara dönüştüğünü ve bu beslemeyle beraber devletin kutsallığının ve dokunulmazlığının nasıl arttığını ve müesses nizamın nasıl bunun üstünden tesis edildiğini gördük, duyduk, yaşadık, hissettik.

Delil Karakoçan Özgür Gündem gazetesindeki bir yazısında Gezi “ayaklanmaları” için (benim de büyük ölçüde katıldığım değerlendirmeyle) “bir halkın özeleştirisi” demişti.

Bu halk ne yazık ki o süreçte sadece özeleştiri değil evlatlarını da verdi. Onlarca, yüzlerce evlat… Kimi polis kurşunuyla, kimi asker kurşunuyla, kimi gaz fişeğiyle, kimi plastik mermi ile öldürüldü ve sakatlandı.

Ali İsmail Korkmaz’ın payına dövülerek öldürme düştü. Aslında tam anlamıyla dövülme de sayılmaz: kovalama, tedavi etmeme, göz yumma, yalan, inkar… velhasıl devlet millet ya da polis millet işbirliğinin bütün veçhelerini yaşatan mükemmel bir işbirliği ile katledildi Ali İsmail Korkmaz. Polis gaz sıktı, kovaladı, “millet” bir sokakta kıstırarak sopa ile dövdü, doktor beyin kanaması geçirmesine rağmen “bir şeyin yok” dedi, vali abuk sabuk konuştu, bütün bunlar ilk önce inkar edildi sonra gerekçe bulunmaya çalışıldı. Sözün kısası Ali İsmail, devlet-millet işbirliği ile polisin gözetimi ve katkısıyla, odunla insan öldürmenin şehvetine kapılan müsveddelerin dayağı ve Hipokrat’ın yüzünü kızartan doktorların gayretiyle katledildiğinde 19 yaşındaydı. Anasının kuzusuydu.

Kürtlere olan hınç ve nefretleriyle, Ermenilere olan hınç ve nefretleriyle, Alevilere, solculara, devrimcilere olan hınç ve nefretleriyle katlettiler Ali İsmail Korkmaz’ı. Tıpkı diğer ana kuzularına yaptıkları gibi.

Biliyoruz ki, bu coğrafyada Kürtler, Aleviler, Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Ezidiler, solcular, devrimciler her kanlı tenkisin ardından tenkil, tehcir ve sürgüne tabi tutuldular, yüzyıllardan beri...

Şimdi Ali İsmail’in adaletini, hesabını sürgün ettiler. Tıpkı, Gazi katliamının katillerini Trabzon’da ödüllendirdikleri gibi. Tıpkı Hrant’ın, Ape Musa’nın adaletini hiç ettikleri gibi. Kayseri’ye sürdüler adalet arayanları, hak arayanları ve Ali İsmail’in masum yüzünü.

Devletin kanlı yüzü bir kez daha ortaya çıktı.

Yargı bağımsızlığı diye höykürenlerin esas derdinin adalet olmadığı ortaya çıktı bir kez daha...

Yargının adaleti, kamu vicdanını sağlama değil, devleti kurtarmanın peşinde olduğunu, evlatlarını kaybedenlerin değil, destan yazanların yanında olduğunu biliyoruz; öğrendik.

Biz artık bu adaleti istemiyoruz. Bu hukukun, yargının, cinayetleri, katliamları, pislikleri, yolsuzlukları örtmenin bir yolu olduğunu öğrendik.

Biz mahkemelere, bundan sonra unutmayacağımızı söylemek için geliyoruz…

Unutmayacağımızı, unutturmayacağımızı ve korkmayacağımızı söylemek için…

Ali İsmail’in fotoğrafına, masum yüzüne bakabilenlerle bakamayanları ayırt edeceğimizi söylemek için…

Bundan asla vazgeçmeyeceğiz.