Afişlere 'Kutlu Yürüyüşe Devam' yazdırmış. Oysa yürüyüşü her alanda, her açıdan kurtlu yürüyüş.

Zaten işaretini de yapmış ve savunmuştu. Kurtlu yürüyüşte hasretle Susurluk çetesiyle ve 1990’ların egemen kontrasıyla da kucaklaştı. Çamura battıkça battı, batmaya da devam ediyor.

24 Haziran’da yapılacak seçim herhalde cumhuriyet tarihinin en adaletsiz, en eşitsiz, en despotik ortamda yapılan seçimlerinin ilk sırasında geliyor. Ne var ki bir o kadarda önemli ve hayati bir seçim. Özgürlükler açısından, haklar açısından, yönetilen insanların insan onuru açısından. Toplumun, halkların, bireylerin bir tek otokratın nesnesi haline gelmemesi açısından.

Nisan sözde referandumunda (aslında plebisit)kaptı kaçtı usulüyle geçirilen anayasa değişikliği bu seçimle pekiştirilmek, Azerbaycan tipi faşizan bir reislik rejimi kurulmak isteniyor. Çok söylendi çok yazıldı. Pekiştirilmek istenen sistemin başkanlık rejimleriyle, yarı başkanlık rejimleriyle ilgisi yoktur. Bütün yetkilerin tek elde toplandığı, şöven ve kökten dinci plebisiter bir diktatörlük ikame edilmek istenmektedir. Pretoryan yapının başına bu kez denetim yetkileri olan kurul da değil tüm erki kendinde toplamış olan bir kişi getirilmek istenmektedir.

Türkiye’de hep pretoryan yapı egemen olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında da, tek parti iktidarında da, 1960 sonrasında da. Menderes de pretoryan yapının tepesinde sadece kendisinin olması için çok uğraşmıştı. Bursa’dan odunu aday göstersem seçtiririm diyecek kadar pervasızdı. Sınırsız yetkili tahkikat komisyonu kurmuştu. Taraftarlarına vatan cephesi demişti.

1960 sonrasında da piramidin tepesinde hep askeri otorite, milli güvenlik kurulu oldu. Lakin 1945’lerden itibaren TBMM’nin yürütme üzerinde kadük de olsa, sınırlı da olsa bir denetim yetkisi, etkisi vardı.

Reisin afişlerine bakıyoruz 'Güçlü Lider, Güçlü Meclis' diyor. Halk kandırılmak isteniyor. Nisan sözde referandumuyla kabul edilen anayasa ile TBMM tamamen göstermelik bir meclis olacaktır. Bütçe yapma yetkisi dahi elinden alınmış, bakanlarla ilgili gensoru dahi veremeyen bir meclis. Ömrü reisin dudağına bağlı bir meclis. Reis tarafından her an feshedilebilecek bir meclis. Yani çay kahve içme sohbet etme meclisi. Amerika’daki başkanların yasama organını fesih yetkisi yoktur. Başkanın atamalarının yürürlüğe girmesi senatonun onayına bağlıdır. Bütçenin kesinleşmesinde yine yasama organı yetkilidir.

Afişi 'güçlü lider' diyor. Toplumun ihtiyacı güçlü liderler değildir. Toplumun ihtiyacı bireylerin halkların, azınlıkların, kadınların, çocukların, hayvanların, ekolojik değerlerin hak ve özgürlüklerine saygılı yöneticiler, yürütmedir. Her türlü iktidar bozar. Tüm güçlerin tek elde toplanması daha da bozar. Toplumumuz ne çektiyse güce tapınan, güce kavuştukça doymayan, daha daha diyen politikacılardan çekmiştir.

Nisan sözde anayasasını eleştirirken alternatifi kuşkusuz eski sistem de değildir. Zaten Türkiye’de hiçbir zaman burjuva anlamda dahi demokratik bir sistem söz konusu olmamıştır. İhtiyaç özgürlükçü, gerçekten demokratik, doğrudan demokrasiye kapıyı aralayan bir sistemdir. Nihai olarak da her açıdan doğrudan demokrasinin uygulanacağı, halkın hem yasamada, hem yürütmede söz ve karar sahibi olabileceği, yargı faaliyetine katılabileceği bir sistemdir.

24 Haziran seçimi çok önemli dedik. Kurtlu, Susurluk Cephesi seçimi gasp ederse 1945’ten bu yanaki en tehlikeli, totaliter bir rejim, Azerbaycan tipi faşist bir reislik rejimi kalıcı olarak oturmuş olacaktır.

Bir tek oyun dahi önemi vardır. İktidar yanlılarının Suruç katliamı ve İçişleri Bakanı’nın Amed Barosu’na çirkin saldırısı, muhalefetin Cumhurbaşkanı adaylarına pervasız saldırıları bunların istedikleri sistem oturduğu takdirde neler yapacaklarının açık habercileridir. Böylesi bir ortamda boykot gibi tavırların, bağımsız adaylık gibi tavırların demokratik mücadeleye, sol mücadeleye hiçbir katkısı olamayacağı açıktır. Anormal, olağanüstü bir dönemden geçiyoruz.

'Seçimi kaybetse de gitmez' anlayışına da teslim olmamak gerekir. Ahmet İnsel 8 Mayıs’ta Cumhuriyet’teki yazısında haklı olarak şöyle demişti: "Diktatörün seçimle gitmeyeceği inancı, genellikle diktatörlüklerin toplumun siyasi tahayyülü üzerinde kurdukları tahakkümün en önemli unsurlarından biridir. Bu içselleştirme, çoğu diktatörlüklerde halkın seçimi ciddiye almamasına, ya seçim sandığına gitmemesine ya da 'başıma bir iş gelmesin' oyu kullanmasına yol açar. Tahakkümü pekiştirir. Bugün Türkiye’de diktatör seçimle gitmez demek de bir bakıma yürürlükteki tahakküm düzeninin dümen suyuna girmek demektir".

Evet normal bir ortamda boykota da, bağımsız adaylığa da saygı duyulur. Lakin şu anda normal ölçülerin kırıntısı dahi yoktur.

Demirtaş’a ve HDP’ye verilecek oylar yaşamsal değerdedir. Egemene inat Cumhurbaşkanlığı seçiminde Demirtaş’a, milletvekilliği seçiminde HDP'ye verilmelidir oylar.

İnatla umutla çaba gösterilmeli.

Umarız pazartesi sabahı nihai özgürlükçü yaşamın yolunun kapısının aralanması için ilk adımın belirleyici olmuş olmasının sevincinin yüzümüze yansımasıyla uyanırız.