‘Konuşmalar savaşı’nın şiddeti, silahların konuşmasının şiddetini bastırıyor. “Konuşmaya kim son verdi, savaşı kim (yeniden) başlattı?” ‘Konuşmalar savaşı’nın konusu, Kürt meselesinde norm müzakereymiş de, bir sürpriz olmuş ve silahlar konuşmuş gibi bir intiba veriyor. Gerçekten garip ve fakat ümit verici de.

Prof. Dr. Mesut Yeğen / İstanbul Şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi

Kürt meselesinin seyrinde geldiğimiz yer “yine silahlar konuşmaya” başladı denip geçilecek denli yalın değil. Bu kez biraz garip bir durum var: Silahların konuşmasına “konuşmaların savaşı” eşlik ediyor. Konuşmaların savaşı bir başına garip değil elbette; garip olan konuşmalar savaşının şiddeti ve konusu. Tuhaftır, konuşmalar savaşının şiddeti silahların konuşmasının şiddetini bastırıyor. Üstelik konu da bir tuhaf: “Konuşmaya kim son verdi, savaşı kim (yeniden) başlattı?” Konuşmalar savaşının konusu, Kürt meselesinde norm müzakereymiş de, bir sürpriz olmuş ve silahlar konuşmuş gibi bir intiba veriyor. Gerçekten garip ve fakat ümit verici de. Silahları (yeniden) kimin konuşturduğuna dair konuşmalar savaşının, bu anlatılar rekabetinin niye bunca şiddetlenmiş olduğuna dair aklıma üşüşenleri başka bir yazıya bırakıp, savaşın kendisine döneyim.

Savaşı kim başlattı?

Anlatıları savaştıran büyük soru bu: PKK Silvan saldırısını (ve takip eden eylemleri) niye gerçekleştirdi? PKK-KCK-BDP hattının bu soruya verdiği ilk yanıt epey sıradan: Savaş zaten hiç durmamıştı; PKK defalarca ateşkes ilan etmiş, buna mukabil güvenlik kuvvetleri operasyonlarını sürdürmüş ve savaş aslında hep süregitmişti. Doğru görünmekle beraber bu cevabı geçersizleştiren veriler var elimizde: Deşifre edilen MİT-PKK görüşmeleri ve Öcalan’ın tarihi bir anlaşmanın eşiğindeyiz beyanı. Bu iki veri de gösteriyor ki, Silvan saldırısı bir rutini devam ettiren sıradan bir olay değil, savaş rutinini değiştirmeye dönük faaliyeti sona erdiren bir eylemdi. Nitekim hemen akabinde DTK’nın demokratik özerklik ilan etmesi ve PKK komutanlarından gelen alışılmadık açıklamalar, devletle Öcalan’ın savaş rutinini değiştirmek üzere ulaştıkları mutabakatın hem içerik hem de biçim (mutabakatın statüsü) itibarıyla Kürt siyaseti tarafından kabul edilmediğini, daha doğrusu kabul etmeyenlerin Kürt siyasetine egemen olduğunu gösterdi. Öcalan tarihi bir anlaşmanın eşiğindeyiz derken ve Kürt siyasetinin gündeminde hiç yokken demokratik özerklik ilan edilmesi ve PKK saflarından ilk kez yapılan “önderliği yanıltıyorlar” türünden beyanlar, Öcalan’la devlet arasında yürütülen müzakerelerin ürettiği neticenin PKK-KCK tarafından benimsenmediğini açık etti. Bütün bu gelişmeler ve PKK ve KCK hattından yapılan açıklamalar şunu gösteriyor: “Silvan saldırısı niye yapıldı” sorusuna verilen “mevcut rutinin bir parçasıydı” ‘resmi’ yanıtı geri çekilmediyse de yeni bir yanıt verilmiş oldu. Bu yeni yanıt da şu: Kürt siyaseti devletle Öcalan arasında varılan mutabakatı yeterli bulmadı. “Silahlar niye konuştu” meselesini anlatılar savaşının Kürt siyaseti tarafı esas olarak bu biçimde izah ederken, devlete yakın, Kürt siyaseti tarafına uzak duranlarca yapılan izahsa epey çeşitli oldu. Buna göre, PKK Silvan saldırısını Ergenekon’un, İran’ın, İsrail’in ya da savaştan başka bir şeyden anlamayan (Alevi) komutanların kontrolüne girdiği için ya da PKK devletten Kürdistan’ı yönetme garantisini alamadığı için gerçekleştirdi.

PKK’nin devlete karşı İran, İsrail ya da başka bir güçle taktik ve lojistik işbirliği yapmayı gayriahlaki bulmayacağının işareti yok değil. Bu türden işbirliklerinin geçmişte olmuş olduğu malum; bugün de olabilir. Ancak, bu türden bir işbirliğinin olmuş olması, olabilir oluşu, PKK’nın devletle müzakerelerden kopup çatışma durumuna dönmek gibi stratejik bir kararı, kendisine (Ergenekon, İran ya da İsrail tarafından) önerildiği ya da dayatıldığı ya da PKK komutanlarının ruh hali değiştiği için aldığını kanıtlamıyor. Yüzbinlerce sivil yurttaş üzerinde etkili, silahlı bir örgütün de dahil olduğu devasa ve karmaşık bir networku yöneten ve geride kalan otuz senede yüz bine yakın militan devşirebilmiş bir örgütün, savaşmak ya da silah bırakmak gibi geleceğe dair stratejik kararlarını ‘örgüt dışı’ mahfillerden gelen bildirimlere göre aldığını kabul etmek için elde kuvvetli bir veri yok.

PKK neyin garantisini istedi?

Kaldı ki, gerek MİT gerekse de Başbakan tarafından yapılan açıklamalar, devletin PKK’nin savaş kararının ardında ‘yabancı güçleri’ değil, örgüt dinamiklerini gördüğünü gösteriyor. MİT-PKK görüşmeleri PKK’nin savaş hazırlıklarının MİT tarafından bilindiğini, Başbakan’ın beyanları ise devletin PKK’nin savaş kararı almasına yol açan esas etken olarak Öcalan’la PKK arasındaki ya da Kürt siyaseti içindeki ihtilafı gördüğüne işaret ediyor.

Hülasa, gerek PKK’nin yapısı gerekse devletin merkezinden yapılan açıklamalar, “silahlar niye konuştu” sorusuna verilen “Ergenekon, İran, İsrail, Alevi/asabi PKK komutanları istedi de ondan” cevabının ikna edici olmadığını gösteriyor. Anlatılar savaşının ‘Kürt siyasetine uzak’ kesimlerinden gelen daha makul bir açıklamaya göreyse, PKK devletten Kürdistan’ı ve Kürtleri yönetme garantisini alamadığı için savaşa geri döndü. Daha ziyade Taraf gazetesinde yer bulan bu açıklamaya göre, devlet Kürt siyasetinin bütün temel taleplerini karşılamaya hazır görünürken, PKK’nin Kürdistan’ı yönetme talebini kabul etmediği için örgüt savaş kararı aldı. Aslında, bu son açıklamayla, Kürt siyasetinin ve devletin merkezinin “savaş niye başladı” sorusuna verdiği yanıtlar arasında belli belirsiz bir örtüşme var.  

Her üç açıklama da savaşın yeniden başlamış oluşunu devletle PKK arasındaki görüşmelerin anlaşmazlıkla sonuçlanmasına bağlıyor. Anlaşmazlık olduğu için PKK Silvan saldırısını gerçekleştirdi konusunda mutabık olmakla beraber, bu üç mahfil anlaşmazlığın içeriğine dair farklı kanaatlere sahip görünüyor. Devlete göre Kürt siyaseti bölündüğü ve lider saydığı Öcalan’la ayrı düştüğü için, Kürt siyasetine göre devlet anlaşıyormuş gibi yapıp tasfiye ve imha peşinde koştuğu için anlaşma olmadı ya da bozuldu. Dikkat edilirse, hem devlet hem de PKK anlaşmazlığın içeriği hakkında konuşur gibi yapıp aslında bir şey dememeyi tercih ediyor. Buna mukabil, ‘Kürt siyasetinin kararlı muhalifleri’ anlaşmazlığın içeriğinden emin görünüyor: Kürdistan’ı yönetme ehliyetini Kürtlerden alamayan Kürt siyaseti, bu ehliyeti devletten istemiş, alamayınca da savaşa geri dönmüştür. İroninin ne yeri ne de sırası ama duramıyor insan “Kürt bu, her şeyi devletten istemeye alışmış” diyesi geliyor.

Kürt siyasetinde bir avangard: PKK

Aslında, PKK’nin, Kürt siyasetinin istek, talep konusunda epey avangard olabileceğine dair işaret yok değil. Kürt siyasetinin  “öz savunma” ve “ekolojik-demokratik toplum” gibi ‘ileri’ talep/önerilerde bulunmaktan sakınmadığı malum. Üstüne üstlük PKK’nin kendine göre haklı sebeplerle geliştirdiği narsisizmi de ortada. PKK önderliğinin kendisini Kürtlüğü ve Kürdistan’ı tarihten silinmekten alıkoyan irade olarak gördüğü sır değil.

Ne ki, bütün bu hale rağmen devlet Kürdistan’ı yönetme ehliyetini vermediğinden PKK savaşa geri döndü açıklamasına kani olmak biraz zor. Gerçekten nasıl olmuş olabilir? Öcalan’ın tarihidir diyerek kabul ettiği mutabakat metninde PKK militanlarını Kürdistan’ın polis gücü, PKK’yi de Kürdistan’ın ebedi tek partisi ilan eden maddeler olmadığından mı PKK söz konusu mutabakatı kabul etmeyip savaşı başlattı? Bu hikaye gerçekten böyle gerçekleştiyse, niçin devlet/hükümet bu durumu açıklamaktan imtina ediyor? Neden, biz devlet olarak Kürtçe eğitim, ademi merkeziyet, PKK’lilerin geri dönüşü, Öcalan’ın cezaevi koşullarında değişim, bütün bu meselelerde Öcalan’la mutabık kaldık ve fakat PKK’ye yönetim tekeli vermeyi kabul etmeyince PKK savaşa geri döndü denmiyor? Hele de MİT-PKK görüşmelerinin kamuoyunca normal karşılandığı belli olmuşken. Hele de PKK’yle etkilediği kitleler arasındaki bağı çözmeye matuf retorik hamleler bugünlerde ardı ardına gelirken. Bana kalırsa, devletle PKK arasındaki mutabakat Kürdistan’ı yönetme tekeli PKK’ye verilmediği için bozulmuş olsaydı ve devlet de bunu duyursaydı PKK mitinin çökmesi çok zaman almazdı. Gerçekten ne düşünürdü otuz senesini savaşa kurban etmiş sıradan Kürtler bu durumda? Evet, “PKK tek parti statüsü almadan mutabakata onay vermesin” mi derlerdi? PKK mitinin halesine kapılmış olmak Kürtleri bu kadar akıldışı kılmış olabilir mi hakikaten? PKK mitini çökertmenin devlet için en temel stratejik hedef olduğu bugünlerde devletin bunu yapmıyor oluşu, bana kalırsa başka hiçbir şeyi değil fakat söz konusu izahın geçersizliğini gösteriyor. 

Peki, devletle Öcalan arasındaki mutabakatın PKK ve kontrolündeki Kürt siyasetince kabul edilmeyişinin esas nedeni ne olabilir? Sanırım şu: PKK Kürdistan’ı yönetme tekelini değil ama pek çok şeyi devletle yapılacak mutabakatla elde etmek istiyor. İstenenler de sır değil: Öcalan’ın durumunun değiştirilmesi, PKK’lilere serbestlik, Kürtçe eğitim ve özyönetime olanak veren bir anayasal düzenleme. Buna mukabil, devlet Öcalan’ın durumunu iyileştirip uzun vadede değiştirmeyi, mevcut eve dönüş yasasını liberal bir şekilde uygulayıp PKK’yi likide etmeyi, Kürtçe eğitim ve ademi merkezileşme konusunu ise anayasa müzakerelerine bırakmayı, bütün bunları da devleti bağlayıcı olmayan bir mutabakatla halletmek istiyor görünüyor.

Aslında, Türkiye siyasetinin mevcut dinamiklerine ve olanaklarına üstünkörü bir bakış dahi devletle PKK arasındaki anlaşmazlığın “PKK Kürdistan’ı yönetsin mi” üzerine olamayacağını gösteriyor. Kabul edelim ki, Türkiye siyasetinde Öcalan’ın durumunu değiştirmek ve PKK’den de ‘görmezden gelerek’ kurtulmak konusunda bir niyet oluşmuş olmakla beraber, Kürtçe eğitim ve kuvvetli yerelleşme meselesinde aynı niyet mevcut değil.

Türkiye siyasi eliti daha ziyade Kürtçe eğitim ve özyönetim gibi Kürtlüğü geleceğe sağlamca aktarabilecek mekanizmaları kabul etmeden barış, çatışmasızlık hali, PKK’den kurtulmak nasıl mümkün, onun peşinde görünüyor. Buna mukabil, PKK de Kürtçe eğitim ve özyönetim gibi taleplerini mevcut siyasi dinamikleri kullanarak elde edemeyeceğini düşünüyor. PKK’nin bu endişesi yersiz de değil. Bu işler konuşulmaya başladığında, Türkiye’deki egemen çoğunlukçu siyasi zihniyetin, Kürtçe eğitim ve yerelleşme meselesini çoğunluk istemedi türünden bir mazeretle red etmesi zor olmayacaktır. Ama bana kalırsa, PKK sadece Türkiye siyasi dinamikleri olanak vermeyeceği için değil, PKK mitinin çözüldüğü bir durumda, Kürtler de Kürtçe eğitimin ve özyönetimin peşinde kararlı bir biçimde durmaya devam etmeyecektir endişesini taşıdığından bunları devletle mutabakat üzerinden elde etmek istiyor. Deyim yerindeyse, PKK’deki açık siyasete güvensizlik iki katmanlı. Hülasa, Kürt siyasetinin talepleriyle Türkiye siyasetinin olanakları arasındaki mesafenin bu kadar geniş, PKK’deki güvensizliğin de bu kadar büyük oluşu, içine düştüğümüz savaş durumunun esas sebebi gibi görünüyor. Bu hal, içinde bulunduğumuz durumdan çıkış konusunda epey ümitsiz bir tablo üretse de herhalde çaresiz değiliz.

Barış ve eşitlik için güven tesisi

Çare elbette var. Ancak çareyi konuşmazdan önce şunu görmek gerekiyor: PKK ve Öcalan arasındaki çatlak ilk kez bu kadar büyük ve görünen o ki, PKK Öcalan’a rağmen devam etme riskini almış ve üstüne üstlük Kürt siyasetini de bu riski almaya büyük ölçüde ikna etmiş durumda. Bu elbette çokça riskli bir durum ve fakat altındaki zemini iyi okumak gerekiyor. PKK’nin söz konusu riski alabilmiş ve Kürt siyasetini bu riski almaya ikna edebilmiş olmasının ardında kendi büyük güvensizliğini Kürt siyasetinin tamamına zerk edebilmiş olması var. Şunu görelim: Bugün ortalama bir Kürt siyasetçisi “yine oyuna getiriliyoruz” modunda. Aysel Tuğluk’un “intihar süsü verilmiş cinayet” metaforunun da gösterdiği üzere, epey bir kısım Kürt siyasetçisi Cumhuriyetin başında dayatılan “müstakbel-Türkler” statüsüne bugün Kürtlerin kendi rızalarıyla onay vermelerinin beklendiğini düşünüyor.

Peki çare ne? Savaş durumundan çıkabilmek için yapılması gereken tam da bu güvensizlik hissini aşmak. Şunu kabul edelim: Giderek çirkinleşen, gün geçtikçe acımasızlaşan bu savaş durumundan “savaşı kim başlattı” meselesine dair bir anlatılar savaşıyla çıkmak mümkün değil. Savaş durumunu geride bırakmak için aynı anda iki mekanizmayı birden çalıştıran entelektüel-politik bir performansa ihtiyaç var; bir yandan Türkiye siyasi elitini, Türkiye kamuoyunu Kürtlerin eşitlik talebini karşılamaya davet eden, beri yanda da PKK’yi Türkiye’nin ve Kürt siyasetinin sivil dinamiklerine güvenmeye çağıran bir performansa. Bir yanda devlete “PKK’nin mutabakatla almak istediği şeyler demokrasinin, eşitliğin gereği, vermek lazım”, öbür yanda da PKK’ye “mutabakatla alınamayan her neyse siyasetle alınabilir” diyen bir performansı örgütlemek, bu performansa katılmak gerekiyor. PKK’ye “devlet her ne yaparsa yapsın savaşı durdur ve siyasetin açıklığına razı ol”, devlete de “PKK savaşsın ya da savaşmasın Kürtçe eğitim ve yerinden yönetim taleplerini kabul et, çünkü bunlar demokrasinin, eşitliğin gereği” demek, bunun için zorlayıcı olmak gerekiyor. Görebildiğim, bu saatten sonra galiba ancak bu türden kuvvetli bir performans devleti daha fazlasını vermeye, PKK’yi de silahla alamadığını siyasetle almak riskini göze almaya ikna edebilir.

[email protected]