Şu dönemde AK Parti, CHP ve BDP'den yöneticilerinin bilgisi altında böyle bir geziye katılımın en anlamlı yönü 'simgesel' yanıydı.

EDINBURGH - Binanın tam girişinde ‘The Scottish Parliament’ yazısını görmekte şaşırtacak bir taraf yok. Çünkü ‘İskoçya Parlamentosu’nun önündeyiz. Ama ‘The Scottish Parliament’ yazısının hemen altındaki yazı beklenmiyordu.
‘Parlamaid na h-Alba’... 
O da ‘İskoçya Parlamentosu’ demek. Ama, İskoçça. Daha doğrusu İskoçların etnik kökeninin dayandığı Keltlerin dili olan Gaelic (geylik diye okunuyor). İskoç Gaelic’i, İrlandalıların anadili olan Gaelic’ten birbirlerini karşılıklı anlamalarına imkân vermeyecek kadar uzakmış üstelik. Köken itibariyle İskoçların İngilizlerle hiç ilgisi yok. İngilizlerin ‘Anglosakson’ kökenli olmasına karşılık. İskoçlar, İrlandalılar ve Gallerliler, Kelt (Celtic) kökenli. Ayrı kökenler, apayrı diller.
‘Çift dil’ sadece İskoçya Parlamentosu’nun dış girişinde değil, binanın içinde de her yerde. Toplantı odalarından birinin önünde bu anlama gelen, İngilizce ‘Debating Chamber’ yazıyor ve hemen altında ‘Seomar Choinneamhan Naidheachd’...
Ama Gaelic konuşanlar, İskoçya’nın 5 milyon dolayındaki nüfusunun yüzde 10’undan biraz fazlaymış. Genellikle ülkenin en üst bölümünde yaşayan 800 bin dolayında İskoç, günlük hayatında da Gaelic konuşuyormuş (Bu arada ülke nüfusunun yarısının Edinburgh-Glasgow arasında ve bu iki şehirde yaşadığını öğrendik). Gaelic’in yeri İskoçya’da o kadarcık ama bir ulusal kimlik ifadesi olarak ‘simgesel değeri’ İskoçya Parlamentosu’nda anlaşılıyor.
Gaelic, bildik Birleşik Krallık bayrağından farklı, mavi zemin üzerine iki beyaz çapraz çizgiden oluşan İskoçya bayrağı kadar, İskoçya kimliğinin bir ifadesi şimdi.
İskoçya Parlamentosu’nun 1707’de lağvedilmesinden sonra 300 yıla yakın bir aranın ardından, ‘yetki devri’ ile İskoçya’nın ‘hükümranlığı’nın önemli bir bölümünü geri almış olması, ulusal gururunu da okşuyor İskoçların besbelli ki. ‘Yetki devri’ ile İskoçya, Birleşik Krallık içinde bir tür ‘özerklik’ konumu.

‘Ayrılıkçılar’ iktidarda

‘Kürt sorununun çözümü’ne katkı ufku ile Demokratik Gelişme Enstitüsü’nün gerçekleştirdiği 8 milletvekilinin de yer aldığı ‘dünya deneyimlerinden öğrenmek’ diye nitelendirilebilecek Birleşik Krallık turunun son ayağı İskoçya’dayız.
1 Mayıs 2011’de, yani şunun şurasında üç ay önce yapılan seçimleri, ‘ayrılıkçı’, bir başka deyişle ‘Bağımsız İskoçya’ yanlısı İskoçya Ulusal Partisi, mutlak çoğunlukla kazandı. 129 sandalyeli İskoçya Parlamentosu’nda 67 sandalyeleri var.
Birkaç yıl içinde ayrılıkçı Ulusal Partisi referanduma gidecek ve İskoçya, referandum sonucuna göre ya ‘yetki devri yapılmış’ bir Birleşik Krallık parçası olarak kalacak veya ‘bağımsız’ olacak.

Yeni iktidar partisinin ateşli ayrılıkçı milletvekili Bayan Christine Graham’ı ‘bağımsız İskoçya’dan gayrısı kesmiyor. “Ulus statüsü istiyoruz. Bu, bağımsızlık demektir. Ulus-devletimize sahip olmalıyız” diye konuşuyor.
Beyaz saçlı Bayan Graham, militan mı militan. “Eğer bir halk bağımsızlığa karar vermişse, Allah onu önleyeceklere yardım etsin” sözüyle Londra’ya alaycı bir gönderme yapıyor.

İskoçya Parlamentosu’nda bizimle konuşan ayrılıkçı yeni iktidar partisinin milletvekili Christine Graham ile Liberal Demokrat Parti’den milletvekili Jim Hume, İskoçya, geçmişinin yorumlanması ve gelecek beklentisi konusunda, önümüzde, hararetli bir tartışmaya tutuştular. Jim Hume, “İskoçların durumu ezilmiş bir halk konumu değildir. İskoçlar üzerindeki en son baskı 1745’lerdeydi. Ondan sonra hiçbir şey olmadı” diyor. Ayrılıkçı Ulusal Parti’nin (milliyetçi demek ne kadar belli değil, zira kendisini orta-sol sayıyor) militan bayan milletvekili, “Türkiye’de demokrasi geliştiği ölçüde ayrılıkçılık olmaz şeklindeki yerleşik düşünceyi sarstınız” saptamasına çok ilginç bir açıklamayla karşılık veriyor: “Birleşik Krallık bir ulus değildir. Krallıkların birliğidir. İskoçya’nın bir ulus olduğunu söylüyorsanız, pekâlâ, o takdirde İskoçya, bir ulusun sahip olması gereken yetkilere sahip olmayan bir ulustur.”

Şiddet asla Ak saçlı Bayan Graham’a göre, buna sahip olmak demek, ‘ulus-devlet’ kurmak, yani ‘bağımsız’ olmak demek. “Petrolümüzü, doğalgazımızı, rüzgârlarımızı, sularımızı alıp, çıkıp gideceğiz Birleşik Krallık’tan, ayrılacağız İngiltere’den” demeyi de ihmal etmiyor ama bunun olabileceğine de pek ihtimal vermiyor doğrusu. Sadece istiyor.

İstediğini elde edemezse ‘şiddete başvurulması’ ihtimali var mı? Söz konusu bile değil. İskoçya, şiddete tümüyle kapalı.
Her şeye rağmen İskoçya’nın Kuzey İrlanda’dan temel farkı, ayrılıkçı-bağımsızlıkçıların kesinlikle ‘şiddete karşı’ olmaları. İngiltere ile İskoçya, İskoçya Krallığı ve İngiltere Krallığı’nın birleştiği 1603’e dek sürekli savaşmışlar, sonrası yok. 1707’de İskoçya Parlamentosu lağvedilip, Londra’daki Westminster’e bağlandığı vakit bile şiddet söz konusu olmamış. O nedenle, bizim ‘şiddet’e ilişkin sorularımızı boş bakışlarla dinleyip, ne kastettiğimizi anlamaya çalışıyorlardı.
Çünkü İskoçya, 1998’den itibaren ‘yetki devri’ ile bir tür ‘özerk’ olmadan önce bile, ‘ayrılıkçı bağımsızcılık’ çalışmasının yasağı yokmuş. Hiç olmamış. Şiddet olmadıkça, sorun yok yani. Kuzey İrlanda’dan sonra, benzer konu başlıklarına ilişkin çok farklı usuller, farklı dersler söz konusuydu İskoçya’da. Bir hafta boyunca ciltler dolusu kitap okusak edinemeyeceğimiz gözlemleri, izlenimleri, birinci elden bilgileri edinmiş ve düşünce için aşırı derecede gıdayı almış olarak dönüyoruz Türkiye’ye.

Hep hatırlanacak bir ilk

Türkiye’nin şu döneminde AK Parti, CHP ve BDP’den, yöneticilerinin bilgisi altında böyle bir geziye katılımın en anlamlı yönü ‘simgesel’ yanıydı. 8 milletvekili, sanırım, Londra-Belfast-Edinburgh hattındaki varlıklarıyla Türkiye’de milyonlarca kişinin umutlarını beslemekte olduklarının bilincindeydiler. Bildiğim kadarıyla, böyle bir katılımla, böyle bir dış gezi, Kürt sorunuyla ilişkili olarak bir ‘ilk’ti.
Aralarında gayet dostane, kimi durumlarda sevecen, en azından saygılı ve medeni ilişkiler oluştuğuna, hafta boyu birinci elden tanıklık ettim. Türkiye’de kimse bu Londra-Belfast-Edinburgh turundan acele sonuçlara sıçramayı düşünmesin. Bir hafta boyunca ne kendi aramızda Kürt sorununu tartıştık ne de dinlediklerimizi.

Ama her dinlediğimiz ve yeni öğrendiğimizi hepimiz anında kafalarımızın içinde Türkiye’deki duruma tercüme etmeye çalışıyor, bu öğrenilenlerin Kürt sorununa çözüm açısından da geçerli olabilecek ve hiç olmayacak veçheleri üzerinde, beynimizi harekete geçiriyorduk.. Bu, sadece, bir tanıma, tanışma, dinleme, öğrenme gezisiydi. Yerinde, tanışarak, dinlenerek öğrenilen deneyim, önce bir güzel sindirilecektir. Ve sonra, bir gün, şimdiden görünmeyen, bilinmeyen yararlı ürünlerini Türkiye’ye sunacaktır.
Londra-Belfast-Edinburgh hattında yer alan 18 kişinin her birinin hayatında hep hatırlayacağı bir 6 gün geçti.
Umarım, çok uzak olmayan bir gelecekte, sonuçlarını Türkiye’ye de hatırlatacaklar.