MESUT YEĞEN * / Kürt siyasetinin bu hamlesinin bir kriz yaratması mukadder. Bu kriz bizi cehennemin eşiğine taşır mı peki? Kuvvetle muhtemel!

Herkes uzlaşmış görünüyor; her aktör kendi meşrebince duyurdu: Kürt meselesinde yeni bir eşikteyiz! Milliyetçilere göre bölünmenin, muhafazakarlara göre çözümün, Kürtlere göre cehennemin eşiğindeyiz.

Bölünmenin eşiğindeyiz tespitine diyecek sözüm yok. Derler, haklarıdır: Toplum denen mahluku beton benzetmesiyle algılayanlar, Kürt meselesinin erişmiş olduğu kıvamdan ne kadar kaygılansalar o kadar haklılar. Kültürel çeşitlenmeyi, çoğulculaşmayı, yerinden yönetimi milli olmanın, ulus olmanın düşmanı görenler yanılmıyor: Bölünüyoruz. Elimizi çabuk tutarsak bölüneceğiz de: Yeter ki, milliyetçilere kulak verip çeşitliliğe, çoğulculuğa kapalı mevcut ulus olma halimizden şaşmayalım!

Çözümün eşiğinde

Muhafazakarlara kalırsa, bölünmek bir yana, basbayağı çözümün eşiğindeyiz. Bu kutlu tespite göre, Cumhuriyetin seksen senelik ceberrutluğuna son vermekle kalmayıp, TRT 6 gibi cesur reformlarla Kürtlerin inkarına dayalı siyaseti de sonlandıran Ak Parti, Kürt meselesinde çözümün de kapısını aralamış durumda. Red, inkar, asimilasyon gibi Kürtlerin şikayet ettiği, Kürt meselesinin esasını teşkil eden melanetlerin hepsi Ak Parti’nin üniversitelerde “yaşayan diller” bölümleri açmak gibi radikal adımlarıyla geride kaldığından, çözüm de çok uzak değil muhafazakar entelektüellere/siyasetçilere göre.

Bu muhafazakar özgüveni sarsan küçük bir sorun var gerçi: Kürtlerin büyük kısmı bu eşikten geçecek gibi görünmüyor henüz. Bu bir sorun elbette, ama halledilmez değil. Devletine ve dinine bağlı Kürt kavmini şimdinin müşfik ve (Kürtleri tanımakta) lütufkar Cumhuriyetiyle buluşmaktan alıkoyan laikçi, Kürt Kemalisti, jakoben (bu böyle uzayıp gidiyor) kadrolar bir etkisizleştirildi mi, mütevazı ve mümin Kürtler de açılan bu çözüm kapısından geçeceklerdir muhafazakar entelijansiyanın atılgan mensuplarına göre. Nitekim, bu muhafazakar tasavvurun neticeleri alındı bile: Söz konusu kadroların iki üç bin kadarı cezaevini boyladı. Yerlerini hemen yenileri aldı gerçi ama, ne gam. Hiçbir plan mükemmel değildir!

Kaldı ki, muhafazakarların Kürtlerce sarsılan özgüvenini onaran, pekiştiren önemli bir gelişme, yeni bir aktör var. ‘Yeni CHP’ Kürt meselesinde Ak Parti’nin çekildiği MGK tescilli “müşfik ve lütufkar devlet” çözüm önerisine desteğini beyan etmiş durumda; hem de Ak Parti’nin elini rahatlatarak. ‘Yeni CHP’, Ak Parti’nin Kürt meselesini “müşfik ve lütufkar bir Cumhuriyetle çözelim” önerisini, “müşfik, lütufkar ve az biraz desantralize Cumhuriyetle çözelim” şeklinde yenilemeyi önerdi bu yakında.

CHP’deki bu yenilenmeyle beraber, Ak Parti’nin “Kürt meselesini müşfik ve lütufkar bir Cumhuriyetle çözmek” fikri büyükçe bir destek bulmuş oluyor. Bu yeni durumda oluşan resim kabaca şu: Ak Parti’nin Kürt meselesine çözüm önerisi olarak sunduğu müşfik ve lütufkar (+ azıcık desantralize) Cumhuriyet fikri, CHP, MGK, ‘yandaş’ ve ‘candaş’ medya gibi büyük aktörlerin onay verdiği bir genel fikre dönüşmüş bulunuyor. Uluslararası iklim, AB ve ABD’nin de ‘bekleyelim görelim’ türünden bir mesafeyle de olsa, bu fikre onay vereceğini gösteriyor. MGK’ca tescillenmiş ve epey de mutedil olduğundan, mezkur çözüm planına MHP’nin muhtemel itirazı da olsa olsa göstermelik bir itiraz olur, o da MHP seçimler sonrasında bir iç hesaplaşmaya gömülüp kalmazsa.

Neticede, Kürt meselesinde durum giderek1990’lar öncesine benzemek üzere. Kürt meselesiyle nasıl uğraşılması gerektiği konusunda MGK, medya, siyasi partiler, ABD, AB dahil bütün belli başlı aktörler iyi kötü bir fikir birliğine doğru gidiyor. Muhafazakarları bunca özgüvenle, Kürt meselesinde çözümün eşiğindeyiz hissiyle donatan bu büyük uzlaşma durumu. Kürtlerin mühimce bir kısmının siyasi desteğini de almış olduklarından, Kürt meselesinde çözümün eşiğindeyiz diye düşünüyorlar.

Yukarıda söyledim: Muhafazakarları bunca özgüvenle donatan mezkur uzlaşmanın dışında kalan tek bir aktör var: Kürt meselesi denen vakanın hem ‘müsebbibi’ hem de temsilcisi konumundaki BDP-PKK Kürtleri. Dolayısıyla, nihai resim şöyle: Kürt meselesinin halli konusunda, meselenin ‘müsebbibi’ ve temsilcisi hariç, herkes uzlaşmış durumda.

Cehennemin Eşiğinde

Milliyetçilerin bölünmenin, muhafazakarların çözümün eşiğindeyiz iddiasına karşı Kürt meselesinin ‘müsebbibi’ ve temsilcisi PKK-BDP hattı cehennemin eşiğinde olduğumuzu iddia ediyor. Tehditkar görünen bu uyarı ne anlatıyor olabilir? 15 Haziran’dan sonra yoğun askeri çatışma ihtimalini mi? Muhtemelen bunu da, ama belli ki bundan daha fazlasını!

Bu fazlalık ihtimaline vakıf olabilmek için öncelikle şunu görmek gerekiyor: Kürt rezistansı dediğimiz şey uzunca bir zamandır enerjisinin büyük kısmını dağdan ve silahtan ve dolayısıyla Kandil’den değil, şehirden, yasal siyasetten ve yasaları geçersizleştiren kitlelerin zora dayalı itici gücünden alıyor; yani yerel yönetimlerden, BDP’den, KCK’dan ve daha çok da şehirlere yığılmış memnuniyetsiz Kürt gençlerinden. Kürt siyaseti epey bir zamandır bu enerjiden besleniyor ve bu enerji yerel yönetimlerin, BDP’nin, KCK’nın yanına yeni deneyimler, kurumlar ve ilişkiler ekliyor. Şehir Meclisleri ve DTK gibi tüzel kişiliği olmayan paralel örgüt ve inisiyatifler bunların en bilinenleri. Bu inisiyatiflerin Kürt siyasetinin belediyeler, parti ve KCK gibi bilinen örgütlerle birlikte sahada oluşu çokça mühim bir netice üretmiş görünüyor. Bütün bu örgüt ve inisiyatiflerin sürekli faaliyeti, Diyarbakır başta olmak üzere Kürt şehirlerini giderek ‘devletten özgürleştirmiş/özerkleştirmiş’, ‘sivilleştirmiş’ durumda. Bugün bütün bu şehirlerde resmi kamusal şebeke ve tecrübeye paralel, giderek güçlenen ‘sivil’ bir kamusal şebeke ve tecrübe mevcut.

Zannımca, Kürt siyasetinin cehennemin eşiğindeyiz uyarısı bu paralel deneyimler ve şebekelerin şekillendirdiği mevcut durumla ilgili. Mevcut durumu başka bir dille bir kez daha tasvir etmeye çalışayım. Kürt meselesi, geride kalan otuz senenin ardından, Kürt siyasetince önce “paralel bir ulus”, şimdi de “paralel ulus artı paralel devlet” durumuyla ilgili bir meseleye dönüştürülmüş durumda. Yanlış anlamıyorsam, cehennemin eşiğindeyiz uyarısı da Kürt siyasetinin seçimlerden sonra bu duruma uygun bir siyasi hattı takip etmeye başlayacağını duyuruyor.

Yanlış anlaşılmak istemem: Kürt siyasetinin Kürdistan ilan etmeye hazırlandığı bir durumdan söz etmiyorum. Kürt siyasetinin merkezi devletin ifa ettiği işleri toptan, bütün Kürt şehirlerinde ve sürekli bir biçimde ifa etmeye hazırlanmadığı muhakkak. Durum daha ziyade şu: Kürt siyaseti merkezi devlet aygıtının ifa ettiği işlerin, işlevlerin bir kısmını, geçici olarak ve bazı yer ve durumlarda ifa etmeye hazırlanıyor. Sözünü ettiğim paralel devlet durumunu tescil etmekten ziyade, kalıcılaştırmak, derinleştirmek ve yaygınlaştırmak gibi bir hedefi var Kürt siyasetinin. Kürt vatandaşların devletle temasını kısmileştirip, arızileştirirken, DTK gibi inisiyatiflerle, belediyeler gibi kurumlarla temasını yoğunlaştırmak, daha kavramsal bir ifadeyle, “geçici ve mevzii bir de facto özerklik” durumu yaratmak: Kürt siyaseti önümüzdeki dönemde muhtemelen böylesi bir hattı takip etmeye hazırlanıyor.

Bu durum, önemli bir soruyla baş başa olduğumuzu gösteriyor. Kürt siyaseti geçici ve mevzii de olsa, bir de facto özerklik durumunu devam ettirebilecek güç ve donanıma sahip mi? Elbette hayır! Şurası açık: Kürt siyaseti eskisine nazaran çok güçlü ve daha tecrübeli. BDP-PKK hattının Kürt yurttaşlar nezdindeki itibarının çok yüksek olduğu zamanlarda olduğumuza şüphe yok. Bu hattın yüzde dörtle başlayan seçmen desteği neredeyse iki katına, yüzde yediye çıkmış durumda. Üstelik, BDP-PKK muhalifi Kürt siyasetleri de bu hatta birlikte çalışmak gerektiğine kani olmuş durumda. Dahası, Kürt siyaseti uzun yıllardır belediyeleri, şehirleri yönetiyor olmaktan ötürü epey bir yönetim, Kürtlerle temas tecrübesi biriktirmiş görünüyor. Bunlar kadar önemlisi, Cumhuriyetin Kürtlerle tek sivil bağı olan Ak Parti de Kürt meselesindeki hevesini kaybetmiş gibi. Bütün bunlar Kürt siyasetini epey güçlü kılıyor kılmasına, lakin kısmi de olsa, mevzii de olsa de facto bir özerkliği devam ettirecek araçlarla donatmıyor.

Beri yandan, söz konusu duruma dair Kürt siyasetinin farklı bir kanaate sahip olmadığından emin olabiliriz. Devlete rağmen bir de facto özerklik olmayacağını Kürt siyasetinin de bildiğine şüphe yok. Dolayısıyla, Kürt siyasetinin nihai hedefinin devlete rağmen bir de facto özerklik durumu tecrübe etmek olmadığı aşikar. Kürt siyasetinin hedefi daha ziyade şu olsa gerek: mevzii de facto özerklik üzerinden devletle karşı karşıya gelmek, de facto özerklik vasıtasıyla statükoyu zorlamak. Başka bir deyişle, görünen o ki Kürt siyaseti yeni bir hamle yapıyor: Artık Ak Parti’nin de dahil olduğu müesses nizamın, bir şeyler yapıyormuş gibi görünerek Kürt meselesini sündürmek ve çürütmek yolundaki siyasetine karşı bir hamle bu. Müesses nizamın öteleyip, geciktirerek etkisizleştirmeye çalıştığı Kürt meselesiyle, Kürt siyasetiyle nihai karşılaşma anını mevzii, geçici de facto durumuyla önceye almak ve statükoyu değişime zorlamak: Kürt siyasetinin yeni hamlesi bu.

Kürt siyasetinin bu hamlesinin bir kriz yaratması mukadder. Bu kriz bizi cehennemin eşiğine taşır mı peki? Kuvvetle muhtemel! Müesses nizam, bildiğimiz müesses nizam olmakta ısrar ederse, Kürt yurttaşların devlet dışı inisiyatif ve örgütlerle temasını zorla ve kökten sıfırlamaya kalkarsa, cehennemin eşiğini de, dibini de görmekte zorlanmayacağımız kesin.

O halde temenni edelim: Muhafazakar entelektüel ve siyasetçilerimiz “Kürt meselesini az kalsın çözüyorduk, şu Kürtler olmasaydı” demek durumunda kalmasınlar.

* Şehir Üniversitesi Öğretim Görevlisi

TARAF