Kürtler çok kritik bir süreçten geçiyorlar. Belki de Kürt tarihinde hiç olmadığı kadar Kürdistan'a Statü meselesi gündemde yerini almış durumda. Bu itibarla bir kaç unsurun bu tartışmayı derinleştirdiğini ve dört bir koldan birbirini desteklediğini söyleyebiliriz. 

Bilindiği üzere, bazı çevreler tarafından alenen eleştirilen ve belki de yanlışlarının da hesaplanması gereken "hendeklerin" bu tartışmayı büyüttüğünü ve genel itibarla Kürdistan'a Statü meselesini gündeme taşıyan temel unsur olduğu açıktır. Yine HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ın Tahir Elçi'nin cenaze töreninde sarf ettiği "Tahir'i öldüren devlet değil devletsizliktir" serzenişi tam da bu tartışmaya hizmet eden bir başka etkendir. Yine Leyla Zana'nın yemin törenindeki çıkışı Kürtleri yok sayan anayasayı tartıştırmaya dönük bir hamledir. Son olarak da Amed Milletvekili İmam Taşçıer TBMM tarihinde ilk defa Kürtçe konuşup, Kürtçe Soru Önergesi vermesi "Statü" tartışmalarına pozitif etkide bulunacak oldukça güçlü gelişmelerdir. 

Bu tartışmayı derinleştirmek bütün Kürdistanî yapıların ortak tavrı olmalıdır. Zira bütün bu gelişmeler bir örgüt tavrının ötesinde tüm Kürt ulusunu doğrudan etkileyen-etkileyecek niteliktedir. Bu nedenle tüm Kürdistanî dinamiklerin ortak tavrı, gerçek anlamda belirleyici olabilir. Gerçek anlamda bir Kürt Birliğinin yolu da buradan geçmektedir.

Ancak görünen o ki Kürt Siyasal Hareketine ilgi duyan, ittifak halinde olan güçler dışında diğer Kürdistanî oluşum, örgüt ve partilerin tavrı tersi istikamette gelişmektedir. Nedense de hep böylesi kritik zamanlarda ortaya çıkarlar ve Kürtlerin statü talebinin neredeyse karşısında olduklarına dair beyanatlar verirler. Geçtiğimiz hafta içinde de maalesef böyle haberlerle doldu taştı havuz medyası...

Kürdistan Federe Yönetimi Lideri Mesut Barzani'nin Türkiye'ye gelmesi ve Türkiye Devleti yetkilileri ile samimi pozlarını görmezden gelirsek, Kürt Birliğine dair verdiği mesajlar olumluydu. Lakin Barzani'nin MİT ve Özel Kuvvetleri ziyaret etmesi, yine Türk ordusunu Musul'a davet etmesi Kürt Birliği'ne ne kadar hizmet ettiği de ayrı bir tartışma konusudur. Burada irdelemek istediğim Barzani'nin ziyareti ve tavrı değildir. Çünkü Barzani'nin bilinçaltında Kürdistan'ın sadece Güney'den ibaret olduğu ve asl olanın sadece Güney parçasının menfaatleri olduğu gerçeğidir.

Burada tartışmak istediğimiz asıl mesele Kuzey parçasında faaliyet gösteren Kürdistanî oluşumların Kürdistan'a Statü talebine hizmet etmeyen düşmanca tavırlarıdır. Varsayalım ki PKK bu statü talebini ortaya koyarken bir takım yöntem yanlışları yapıyor. Varsayalım ki PKK'nin hendeklere yaklaşımı sorunludur, problemlidir, yanlıştır. Bu eleştirilebilir bir durumdur. Bu eleştiriler kabul de edilebilir. Ancak bu oluşumların tavrı direk PKK düşmanlığı eksenlidir. Hafta içi basında yer alan açıklamalar hendeklerle ilgili yol, yöntem tarz eleştirisinden ziyade neredeyse tarih boyunca TC'nin katliamlarını aklama ve bunlardan PKK'yi sorumlu tutan nitelikteydi.

Oysa doğru veya yanlış Kürdistan'a Statü meselesinin en fazla konuşulduğu bir süreç yaşıyoruz. Bu süreci zenginleştirmek, bu talebe kendi siyasal anlayışını da katmak, bu talebi kendi cephesinden beslemek bu yapıların asli görevidir. Kürdistan'ın dört yanında tanklar sokaklara inmişken, hergün insanlar sokak ortasında  kurşunlanırken TC'yi haklı çıkaran bir üslup kullanmak Kürdistan sevdasına hizmet etmez. Bu grupların PKK üzerinden siyaset yapmaları da onları hem yurtsever yapmaz, hem de marjinal olmaktan kurtarmaz. "Alarengin Günü"nde PKK karşıtlığı yapmak, Kürdistan'ın özgürlüğüne hizmet etmez.

Tam da bu satırları yazarken yıllar önce İsmail Beşikçi Hoca'nın, İbrahim Güçlü "kişisine" yazdığı mektupları anımsadım. Bu mektuplar İbrahim Güçlü "kişisinin" PKK hakkında yazdığı mektuplara cevap niteliği taşıyordu. Bu mektuplar sonradan "Özgürlüğün Bedeli-PKK Üzerine Düşünceler" adıyla kitaplaştırıldı.

O mektupların birinde İsmail Hoca, İbrahim Güçlü'nün düşmanca üslubuna şu cümlelerle karşılık veriyordu: "Bunlar Türk devletinin suçlamaları, MİT'in suçlamaları... MİT'in bir şubesi gibi çalışan Türk basınının suçlamaları. Türk sömürge yönetiminin, Türk siyasal partilerinin suçlamaları vs.. Bu suçlamaların, bu aşağılamaların hiç bir ağırlığı yoktur. ....Senin de yazılarında da benzer suçlamalar, benzer düşünceler vardır. gerek mektupta, gerek Yekitiya Sosyalist'te bunları izlemek mümkündür. Senin düşüncelerinin ve suçlamalarının da yukarıdakilere benzemesini bir talihsizlik olarak değerlendiriyorum."

Tam da vurgulamak istediğim şudur: Bu oluşumların PKK karşıtlığı üzerinden siyaset yapmaları, Kürdistan Özgürlük Mücadelesine zarar vermektedir. Sömürgecilerle aynı dili, üslubu kullanmak da çok iyi niyetli bir noktada olunmadığını gösteriyor. PKK karşıtlığı üzerinden kendini var etmenin, onlara bir alan açmayacağı açıktır. Çünkü "alan" açmak sömürgecilikle mücadele etmekle kazanılabilir. Bu alanı açmak için ne kadar mücadele edildiği sorusunu yine aynı mektuptan İsmail Hoca'nın cümlesiyle dillendirelim: "Kürdistan için kaç gerillayı donattınız?"