Washington Ankara hattı üzerinde bakıldığında son birkaç gün içinde yaşananlar Kürt sorunun ne kadar global bir sorun haline geldiğini açık bir şekilde görmekteyiz.

18-19 Aralık 2018 tarihleri hem Amerika, hem Rusya, Türkiye, İran vb ülkeler ile Kürtler açısından son derece kritik bir zaman dilimini ifade etmektedir.

Amerika Başkanı Donald Trump’ın o meşhur ve sürpriz Tweet’i, “Suriye’den çekiliyoruz”, bir anda Ortadoğu dengeleri açısında her kesi sarsacak nitelikte gündem oldu.

Amerika’dan gelen bu açıklama Rusya ve İran açısından sevindirici bir haber olarak karşılansa da Türkiye’nin bu konudaki sevinci aslında maske üstü bir sevinçti, maskenin altında ise çekilmenin yarattığı kaygılar daha çok öne ihtiva etmekteydi.

Amerika’nın Suriye’den çekilme kararı her şeyden önce Amerika’nın ulusal çıkarlarına aykırı bir durum olduğu, Ortadoğu hakkında az çok fikri olanlar tarafından bilinir.

Soğuk savaşın sona erdiği 1990’larda Amerika’nın ilk hamlesinin Ortadoğu olduğu, Körfez savaşıyla açık bir şekilde görüldü. 1991 yılında Ortadoğu’ya resmen giren Amerika “yeni dünya düzeni”nin şekillendirilmesinde Ortadoğu’yu esas alındığı açık bir şekilde görülmekte.

Büyük Ortadoğu Projesi ya da Geliştirilmiş Ortadoğu Projesi de bu yeni düzen siyasetinin bir yansımasıydı. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’da bu projenin başaktörlerinde biri olmak istiyordu.

1991 yılında ortaya çıkan Körfez krizi, Türkiye’de büyük bir çalkantıyla sonuçlandı. Özal’ın politikasına itiraz eden ve bu savaşta Amerika ile bir arada olmak istemeyen dönemin Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay’ın istifasıyla sonuçlanmıştı.

Aradan geçen 12 yılın ardında, yani 2003 yılında Amerika tekrar Irak’a müdahale etme kararı aldığında, Türkiye’nin kendisinin yanında yer almasını istemişti. Türkiye 1 Mart Tezkeresi’yle hayır deyince, iki ülke arasındaki buz tabakası da katmanlı bir hal aldı.

Amerika’nın birinci ve ikinci Irak’a müdahalesi, Türkiye tarafından sıcak karşılanmamasının yegane nedeni, Irak’ta mevcut bir çalkalanmanın Kürt meselesini kabartıp ivmelendireceği düşüncesinden ileri gelmekteydi. Nitekim de Türkiye’nin içine girdiği bu kaygıların hepsi de bir bir gerçekleşti.

Kürtle, Irak-İran savaşında Halebce, Dolabalîsan ve daha birçok alanda kimyasal silahlarla bombalandığı hale dünya gündemine bir türlü giremediler, fakat Amerika’nın Irak’a müdahalesi Kürtleri ve Kürt meselesini bir anda dünyanın gündemine taşıdı.

Kürtlerin Irak’ta elde ettiği statü en başta da Türkiye’yi üzmüştü. Türkiye uzun süre Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne yönelik önyargılı tavırlar sergilese de, bir süre sonra kabul etmek zorunda kaldı. Türkiye politikasının değişimindeki temel etmen önüne geçemeyeceği bir gerçeklikle yüzleşmesiydi. Zaten bir süre sonra en üst ağızlar bile, kendilerinin orayı iki aşiret lideri yönetimi olarak tanıyamayacaklarını kabul etme noktasına geldiler. Daha sonrasında da Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni en üst düzeyde karşılama gereği duymaları da bundan ileri gelmekteydi.

Şimdi aynı sancıları Türkiye Rojava’da (Kuzey Surîye’de) yaşamakta. Bir an flashback ile 16 yıl öncesine giderek Türkiye’nin 2003 dönemlerine baktığımızda ve sonrasındaki gelişmeleri gözlediğimizde, değişen bir durumun olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bugün aynı aktörler; Amerika-Türkiye, aynı bakış açıları; Amerika ve Türkiye yönetimi arasındaki çekişmeler ve yine aynı konu Kürt meselesindeki çatışmalar, basit bir tekrarın öte değildir.

Son dönemlerde Türkiye’deki en üst yöneticilerin ağzında çıkan ifade şu, “Irak’ta yaptığımız hatayı, Suriye’de yapmayacağız”.

Peki nedir bu hata?

Hata diye niteledikleri şey Irak’ta Kürtlerin kazandığı statüdür. Şimdi bu hatanın tekrarlanması ise bu statünün Suriye’de kazanılmasını engellemektir. Bunu doğrudan Kürt statüsüne karşı oldukların söyleyemedikleri için de PKK üzerinde edindikleri alışkanlığa başvurarak PYD ve YPG üzerinde “terör” vurgusuyla yapmaya çalışmaktadırlar.

Fakat gözden kaçırdıkları gerçek şudur ki, bugün dünya ne PYD’yi ne de YPG’yi “terör” argümanı üzerinde algılamamaktadır, bilakis DEAŞ terörüne karşı zaferle elde eden “cesur” ve “kahraman” bir güç olarak algılanmaktadırlar. Kaldı ki bu eylemlerini de Amerika ile birlikte gerçekleştirmektedirler.

Şimdi Türkiye’nin tavrına dönersek, asıl kritik soru şu: Peki Türkiye bu statünün önünde engel olabilecek mi?

İşte Washington-Ankara hattında yaşan kriz bu sorunun mikro ve makro hesaplarında yatmaktadır. Kürt merkezli Washington-Ankara çekişmeleri adeta bir Hollywood senaryosu gibi işlemekte. Başaktör belirlediği hedefe uzun ya da kısa sürede varmak istiyor, ama karşıt güç konumundaki Türkiye ise bu çatışma atmosferinde ciddi bir direnç gösteriyor.

Fakat, Hollywood sinemasında şu ana kadar hedefine ulaşmayan ana karakter yok denecek kadar azdır. Kısacası Amerika ne Suriye’de ne Irak’ta ne de Ortadoğu’da kaybetmek istemiyor, onun içinde hedefe kısa veya uzun vadede de olsa ulaşma gayretindedir.

Amerika’nın çekilme kararına bütün bu gelişmeler bağlamında yaklaştığımızda, her şeyden önce, Amerika’nın başkanı bile vazgeçtiğini ifade etse, Amerika’nın Suriye’de çekilmesi Amerika çıkarları açısında tipik bir Ortadoğu intiharı sayılır.

Bunu şuradan çıkarabiliriz; 2011 yılında Amerika Irak’tan çekildiğinde, karşılaştığı handikapları yine en iyi bilen Amerika’dır. Şimdi Amerika Irak’ta yaptığı hatayı Suriye’de tekrarlamak istemeyecektir. Ki bunu en somut yansıması da Trump’ın çekilme sözlerine karşı Amerika yönetiminin verdiği tepkide de görebiliriz.

Amerika’nın Kürtler üzerinde hem Irak’ta hem de Suriye’de kazandığı mevzileri kaybetmek gibi bir lüksünün olmadığı aslında Amerika’nın en üst düzey yetkilileri tarafından da dillendirilmektedir.

Aslında mesele “Kürtlere ihanet” ya da “müttefiklerini yalnız bırakma” meselesi değil. Uluslararası dengeler açısından baktığımızda Amerika’nın Ortadoğu yatırımını heba ederek çekilmesini beklemek Amerika’nın Ortadoğu politikasıyla örtüşmemektedir. Zira Rusya ve İran faktörü de bunu açık bir şekilde ortaya koymakta. Ayrıca Amerika’nın Kürtlerle yaşayacağı bir sorun, Kürtlerin lehine olmayacağı çok aşikar, fakat Amerika’nın da lehine olduğunu söylemekte pek mümkün değildir.

Aslında Amerika’nın Kürtlerle olan ilişkisi bir parazit (tek taraflı yarar) ilişki değil, bir simbiyoz (iki taraflı yarar) ilişkidir. Bu nedenle Suriye’den çekilme kararı bir takvim meselesiyle açıklanamaz. Bu, Amerika’nın Kürtlere dönük elde edeceği bir güvence meselesiyle ancak açıklanabilir.

Zira Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’ın İsrail ziyareti sırasında Türkiye’nin Kürt politikasına dönük dile getirdiği ifadeler, Amerika’nın Kürtlere yönelik esas kodlarını vermekte.

John Bolton, çiçeği burnunda yeni Suriye Özel Temsilcisi James Jaffrey ve ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunord’u da alıp bu tura çıkması, aslında İsrail ve Kürt meselesi konusunda Ortadoğu’da yürütecekleri siyasetin de ipuçlarını vermekte.

John Bolton ve beraberindeki heyetin karşılanması ve akabinde yapılan açıklamalara bakıldığında bu görüşmelerin her iki taraf açısından da iyi geçmediği anlaşılmakta. Nitekim ziyaretin ne kadar sönük bittiğini, görüşmenin hemen akabinde açıklama yapan Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın söylemlerinde, açık bir şekilde hissediliyordu.

Dikkat çekici ve ilgi uyandırıcı soru şu ki, Kürt-Amerikan ilişkilerinin akıbeti ne olacak?

Bugün Kürtler Amerika’yı bıraksa bile Amerika’nın kendi çıkarları açısından da olsa Kürtlerden kolay kolay kopmayacağı tartışma götürmez bir konudur. Amerika ile Kürtler arasında zaman zaman beklentinin dışında gelişmeler olsa da, son çeyrek asırlık döneme baktığımızda Amerika’nın bunu dengelediğin görmekteyiz.

Durum böyleyken peki Türkiye’nin yürüttüğü siyaset ne olacak ya da bu siyasetle Türkiye nereye varmak istemekte?

Bugün Türkiye her ne kadar Suriye’de Kürtlerin bir statü elde etmesini istemese de, aslında statünün geleceğinin kaçınılmazlığını da görüyor. İşte Türkiye’nin yaşadığı hırçınlık, kızgınlık, öfke veya yaratmak istediği karşıtlık tam da burada yatmakta.

Avrupa ve Amerika’nın Kürtlere eski bakış açısı içinde olmadığını Türkiye net bir şekilde görüyor. Şu andaki bütün çabası bu kanaatin değişimine dönüktür, fakat bundan da bir sonuç elde edemediğinin de farkında.

Ayrıca, Türkiye bir dönem kullandığı Kürt karşıtı argümanların tutmadığını da hissediyor. Bunu için de, mevcut iktidar anti Kürt kartına sarılarak içerde milliyetçiliği körükleyerek destek arayışına yönelmiş durumda. Fakat bu çabaların da ne kadar tutacağı veya nereye gideceği de önlerinde kara delik olarak durmakta.

“Amerika’nın Suriye Piyesi”nin birinci perdesi kapandı gibi görünüyor. Şimdi gözler piyesin ikinci perdesinin açılmasında. Açılan bu perdede Türkiye kendi politikasını sahnede görmek istese de bunun pek de öyle olmadığını biliyor. Fakat asıl mesele şu ki Kürt karşıtlığı politikasında harcadığı enerjiyi ne zamana kadar sürdüreceğidir. İşte bu da gösterinin sahibi olan Amerika’nın sergileyeceği tavra bağlı. Öyle görünüyor ki önümüzdeki dönemlerde Washington-Ankara hattı üzerinde daha çok gelgitler yaşanacak.