Irak'ta esas mesele Kürtlerdir ve Başur’dur (Güney), Suriye'de esas mesele Kürtlerdir ve Rojava’dır (Batı)!

Irak'ta ve Suriye'de olan biten her durum doğrudan ve/veya dolaylı olarak Türkiye devletinin müdahil olmasına yol açıyor, zira Kürd ve Kürdistan meselesinin ana zemini, esas damarı Bakur’dur (Kuzey), yani Türkiye Kürdistanı'dır!

...

Irak Kürdistan'ındaki bağımsızlık referandumuna karşı geliştirilen operasyonlar bizzat Türkiye devleti tarafından organize edilmiştir.

Suriye sathında yaşanmakta olan kaosun ana üssü ve organizatörü Türkiye devleti olmuştur, zira oradaki Kürt yapılanmasına karşı da kuruluş kodlarındaki reflekslere göre hareket etmiştir Türkiye devleti!

...

Irak Kürdistanı’nda vücut bulmuş olan Kürt özerkliğinin yanı başındaki Suriye'de benzer bir tablo ile karşılaşmak istemiyor Türkiye.

Peki neden?

Zira Kürtlerin en fazla ve en yoğun olarak yaşadığı parça Bakur’dur ve buradaki Kürdün değil kendi kendisini özerk olarak idare edebilmesi yahut anadil hakkı, kendi dilinde isim hakkı bile bulunmamaktadır, dolayısıyla kendi kardeşim dediği lakin hiçbir evrensel hak ve hukukuna riayet etmediği Kürdün iştahının kabarmasını hiç istememektedir Türkiye devleti.

...

Kurulduğu günden beri Kürtlerin yokluğu üzerine bina edilmiş olan bu devlet, aynı zamanda kendi geçmişi ile yüzleşemediği için, bölünme paranoyası etrafında geliştirmektedir iç ve dış siyasetini. Bu devletin enerjisi, bilcümle alanda, yüz yıl evvelki bu paradigma için harcanmaktadır.

...

Öyle ki, Kürdün yokluğu üzerine bina edilmiş bu gerçeklik etrafında sorgulanamaz bir savaş ekonomisi de meydana gelmiştir. Terör sözcüğü etrafında yapılmış ve yapılmakta olan harcamaların, yolsuzlukların, adaletsizliklerin, haksızlıkların ve hukuksuzlukların sorgulamasını yapacak hiçbir kurum yahut kişi neredeyse yoktur.

...

Bütün enerjisini, içeride ve dışarıda ''Kürt kazanmasın da kim kazanırsa kazansın'' mantığı etrafında harcamakta olan bu devletin ne demokrasi ile buluşabilmesi, ne orta gelir tuzağından kurtulabilmesi, ne de bölgesel bir güç olabilmesi mümkündür!

...

Devletin bu paradigma etrafında geliştirdiği maddi ve manevi ziyan akla ve insanlığa zarardır. Rusya ile Batı arasında salınıp duran ''hasta adam'' reflekslerini olduğu gibi korumaktadır, muasır medeniyet iddiası ile çıkıp ulaştığı yer cehaletin çok daha seri ve komplike üretimi dışında bir yer olmamıştır.

...

Oysa bu devletin orta gelir tuzağından kurtulabilmesi, demokrasi ile taçlanabilmesi, doğanın ve insanlığın geleceğine dair olumlu şeyler üretebilmesi ve dahi küresel bir güç olabilmesi mümkündür.

Peki nasıl?

Kürt ve Kürdistan meselesini kabul ederek, bu meselelerin yarattığı komplike krizleri fırsata dönüştürerek ve akabinde bilcümle geçmişi ile yüzleşerek!

...

Irak Kürdistanı’ndaki referandumu dinamitlemek için geliştirdiği komplike ve maliyetli siyasetini ve mesela Rojava’daki o kaotik maliyetlerini sadece Kürt ve Kürdistan meselesini kabul ederek ortadan kaldırabilirdi!

...

Kürdün bir şey kazanması Türkün kaybetmesi değildir oysa, Irak’taki referanduma karşı geliştirdiği refleksler devletin ilkel kodlarını okşamış olabilir, Rojava'daki Kürtleri tehdit etmesi içerideki milliyetçi hezeyanları konsolide edebilir, ancak bu politikalar yarınlara çok daha büyük ve baş edilmez meseleleri miras bırakacaktır.

...

Oysa IŞİD çetelerinden ÖSO’lar devşirmek maliyeti yerine Salih Müslim’i Ankara'da, İstanbul'da ağırladıkları gibi maliyetsiz işler yapabilirlerdi, Irak'ta Haşdi Şabi çeteleri ile ve bilcümle şeytanlarla iş tutacaklarına Kürtlerle birlikte büyük bir gelecek inşa edebilirlerdi.

...

Mesela Amerika'dan yahut Rusya'dan izin alıp savaş yüzü görmemiş Afrin'e IŞİD çetelerini taşıyacakları yerde ve mesela aynı çetelere destek olup İdlip'e garantör olmak gibi bir yükün altına girmek yerine Kürd ile barışıp Kürdistan'ın bilcümle enerjisini Anadolu'ya katabilirlerdi.

...

''Kürt Memet nöbete'' kurnazlığından ve ''Kürt kardeşlerim'' retoriğinden ötürü harcadığı saçma sapan, akıl ve çağ dışı yöntemler yerine Kürdün hakkını tanıyarak (paralelinde kirli geçmişi ile yüzleşerek) büyük bir bölgesel kuvvet olabilirdi Türkiye devleti, ama olmuyor işte, yazık ki olmuyor!

...

Öyle bir durumdayız ki Türkiye devleti Ortadoğu’daki esas sorunların çözüm kaynağı olacak iken o sorunlar yumağının esas üreticisi ve kaynağı olmuş durumda.

Sağcısının da solcusunun da sıklıkla ağzına aldığı emperyalizm sözcüğünün bu coğrafyadaki esas müsebbibi de Türkiye devleti olmaktadır. Öyle ki, bu devlet bizatihi kendi geleceğini karartabilmek için canhıraş bir çaba harcamaktadır, bilcümle ekseri ahalisi ile birlikte!

...

Korkarım ki, böyle basit ve maliyetsiz bir yolu ve geleceği bizim torunlarımız bile göremeyecek, tuttuğumuz tarafı ahmakça ve aptalca savunma psikolojimizi kendi torunlarımıza bile aktaracağız...