Şehmus Ay / Demokrat Haber

 

“Kötü niyetle söylenmiş bir hakikat

Uydurulan bütün yalanları alt eder”

William Blake

 

Türkiye'de medyanın ve devletin söyledikleri insanın aklına bir dönem internette bolca rastladığımız şu meşhur fıkrayı getiriyor: Bir Laz, bir Kürt ve bir Türk idam sehpasında sıralarını bekliyor. Son istekleri soruluyor. Laz, her zamanki çelebiliğiyle, "bu da bana ders olsun" diyor. Kürt ne yapsın, aklına anası geliyor ve ölmeden önce son kez anasını görmek istediğini söylüyor. Sıra Türk'e geldiğinde ise hiç tereddütsüz son isteğini söylüyor: "Kürt anasını görmesin!". Şimdi Türkiye'de medya, devlet ve siyaset erbabı eşhasın kahir ekseriyeti Suriye'de Kürtlerin kendi özerk yönetimlerini kurma çabaları karşısında hep bir ağızdan bağırıyor: "Kürt anasını görmesin!"

 

Kürtlerin Suriye'deki sessiz devrimi Türkiye'deki birçok kesimin kafasını karıştırmış görünüyor. Suriyeli muhaliflerin ayaklanmaları için "halk değişim istiyor, destekliyoruz" diyen Türkiye'deki devlet ve medya, Kürtler söz konusu olunca "olmaz, olamaz" diyerek müdahale tehdidinde bulunuyor. Anlaşılan Türkiye'deki devlet ve medyadaki bazı kalemşorlar Kürtleri halk olarak görmüyor ve Kürtlerin kendi yaşamları ve gelecekleri adına söz sahibi olmalarını büyük bir tehlike olarak kabul ediyorlar. Türkiye’de Kürtlerin halk olmaktan doğan her tür hakkının yok sayılması yetmezmiş gibi, hep bir ağızdan Suriye’deki Kürtlerin haklarının da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vesayeti altında olması gerektiğini söylüyorlar.

 

Yalçın Doğan devletin esas sahibi gibi iktidardan hesap soruyor; Hükümet'in ve Dışişleri Bakanı'nın beceriksizliğinden yakınıyor, öfkesini hiç gizlemeden. Kürtlerin nasıl da büyük bir tehlike halinde sınırımıza dayandığını ispatlamak için bir sürü bilgi yığıyor köşesine.

 

“İÇİNDE KÜRT GEÇEN HER ŞEYDEN NEFRET”

Odatv davasından yeni tahliye olan Müyesser Yıldız, Kürtlerden söz ederken tiksintisini gizleme gereği duymuyor. Ayşe Arman’la söyleşisinde babasının Kürt olduğunu söyleyen, İlkokula kadar Türkçe bile bilmeyen Müyesser Yıldız her nedense içinde Kürt geçen her şeyden nefret ediyor. Kürtlerden söz ederken neredeyse “kendini Kürt zanneden hainler” diyecek. En yürek yakanı ise, hapishaneden yeni çıkmış bir mahpus olarak pek bir muhalif olduğu Başbakan’ı gibi Urfa cezaevindeki mahpusların PKK’nin talimatıyla kendilerini yaktığını yazması.

 

“KADI TAFRASI YÜZÜMÜZE ÇARPIP DURUYOR”

Bizi dindar olduklarına inandırmaya çalışanların hali ise daha da acıklı. Onlar dindarlıklarının altında sakladıkları milliyetçiliği ve devletçiliği artık gizleyemiyorlar, gizleme gereği de duymuyorlar zira devletin ve iktidarın yeni sahipleri onlar. "Vatan, millet ve devlet" söz konusu olduğunda onlar için de her şey teferruat. Onların Kemalistlerden bir fazlası, buna bir de Ümmet’i eklemiş olmaları. Onlar için vatan ve devlet, ihanet parantezine alınmaya yatkın biz fanilerin anlayamayacağı kerameti kendinden menkul kavramlar, onların ağzından çıktığında bu kavramlar ilahi parıltılar saçarken, her nedense bizim için künhüne vakıf olamadığımız bir hapishaneye dönüşüyor. Bu yüzden kurdukları her cümlede bir devletlû ağız, bir Sultanın uleması edası, bir Kadı tafrası yüzümüze çarpıp duruyor.

 

"ŞİMDİ DE SURİYE KÜRTLERİ Mİ”

Kemalist hasımlarından devraldıkları mirasa onları kıskandıracak bir şekilde sahip çıkıyorlar. Dün karşı çıktıkları neredeyse her şeyi bugün bizzat kendileri sahiplenmiş durumda. Türkiye Kürtlerinin üzerine devletin sopasıyla gitmekten gelen bir alışkanlıkla Suriye Kürtlerine de heyheylenmek, tehditler savurmak, "şimdi de Suriye Kürtleri mi çıktı başımıza?" diyerek Kürtlerle ilgili olası her gelişmenin Türkiye’nin patronajında olabileceğini söylemek, Türkiye'de iktidarın yamacında yaşamanın verdiği kibirden olmalı.

 

“KÜRT’TEN OLSA DA EVLİYA, KOYMA AVLUYA!”

Geçtiğimiz kış adı “terör kahini”ne çıkmış Cemaatin “müneccim” yazarı, bize “bu bahar PKK bitecek” müjdesini vermişti. Cümlelerinden taşan o beşuş ifadeyle Kazan vadisindeki katliamı işaret ederek ölenlerin beden bütünlüğünün ortadan kalktığını, devletin buna üzüldüğü için yumuşak davrandığını anlatıyordu. Müzakereciliği aptallık olarak gören bu “büyük müneccim” herkesi Kürt Hareketi’nin bileğinin bükülmeden barış olamayacağına inandırmak istiyor hâlâ. Bütün bu milliyetçi ve devletçi zevatın söyledikleri şu meşhur atasözünü “doğruluyor”: “Kürt’ten olsa da evliya, koyma avluya!”

 

İktidar zalimleştikçe bu gücün etrafında bir araya gelenlerin cümleleri daha bir kabalaşıyor. Kürtlerin mutluluğu, refahı ve özgürlüğü yönünde atılmış her adımı Türkler için bir kazanım ve özgürleşme olanağı olarak görmek yerine bir kayıp ve yenilgi olarak gören bu insanlara son sözü elbette tarih söyleyecektir.