Kendisini „ulus“ olarak tanımlayıp, ulus-devleti olmayan az sayıdaki halklardan biri de Kürtler. Ve Kürtler, kendi devletlerinin olmamasını sürekli olarak Ortadoğu’yu şekillendiren 1. Dünya Savaşı galibi emperyal devletlere, özellikle de İngiltere’ye, bağlayageldiler.

„Peki İngiltere Kürtlere neden bir ulus-devlet bahşetmedi?“ sorusunun ise Kürt siyasal anlatısında diğer konular gibi üzerinde uzlaşıya varılmış net bir cevabı pek yok.

İngiltere’nin Kürtlere bir garezi mi vardı? Ajitasyon ve mağdur edebiyatından maruz hakim Kürt psikolojisi, Kürtlerin her zaman olduğu gibi bu konuda da dışlandığını vurgulamakta.

Biraz daha kendisini objektif yaklaşmaya zorlayanların geldiği nokta ise, Kürtlerin yaşadığı coğrafyadaki petrol yataklarının zenginliği. Ancak bu argüman, jeopolitik akıl açısından pek tatmin edici değil, zira Kürt olmayan coğrafyada da gayet zengin yataklar mevcut ve emperyalizm oraları kendisi açısından nasıl yönetebilir kıldıysa Kürt coğrafyasını da pek ala aynı şekilde yönetebilirdi.

Daha önemlisi, şuana kadar süregelen bölgedeki yönetişim biçimiyle Kürt bölgesindeki petrol ve diğer kaynaklar tam olarak kullanıma sokulmuş değil.

O halde soruyu şu şekilde formüle etmek gerekiyor:

Kürt ulus-devletinin kapitalizm için olası maliyetleri, Kürtlerin dört devlete bölünmesinin maliyetlerini aştığı için mi ve görece daha kısıtlı imkanlar sunduğu için mi tercih edilmedi?

Berraklaştırmak için, ulus ile pazarın tarihsel ve ontolojik ilişkisini hatırlamakta fayda var.

Gerek Kürtlerin dağınık ve dağ köylerine yerleşmiş olmaları, diğer halklara göre şehir nüfusunda daha az yoğunluğa sahip olmaları, gerekse de aşirete daha fazla dayalı parçalı sosyolojik yapıları, Kürtlerin bir ulus olarak „pazar süreçlerinin“ aktörü olmalarına ciddi engel teşkil etmekteydi.

O nedenle, Kürt coğrafyasını, pazar kurmaya ve kör topal da olsa onu yönetmeye görece daha yetkin diğer toplulukların hakimiyetine bölüştürmek, Kürt-ulusal pazarını sıfırdan kurmaya göre daha etkin ve daha kolay geldi.

Kısacası, daha önceleri ticaretle uğraşmış ve ticaret burjuvazisi olan topluluklar ulus-devletle ödüllendirildiler.

Peki şimdi Kürdistan kurulabilir mi yada Ortadoğu’da söz sahibi olan Batılı ülkeler bir Kürdistan ulus-devletini daha etkin ve işe yarar bulup onaylar mı artık?

Sorunun cevabı gene Kürtlerin ne yapacağına bağlı:

Bir yanda kapitalizme çok entegre olmuş Barzani‘nin „aşiretçilik“ nosyonundan sıyrılması, diğer yandan da aşiretçiliği en çok aşmış olan Öcalan’ın „anti-kapitalizm“den sıyrılması, Kürdistan ulus-devletinin önünü açar.

Aksi halde, eğer aşiretçiliği kırmış olan Öcalan „anti-kapitalist“ kalmaya ve kapitalizm dostu Barzani de aşiretçiliğe devam ederse, Kürdistan devleti, „ulusal bir pazar“ kurup yönetecek aktörler çıkana kadar bekletilir. Ve şuanki durum da bu seçeneğin ağır bastığını gösteriyor ki, Barzani’nin bağımsızlık ilanı hevesi kursağında bırakıldı.

Kısa bir not: Rojava’da bir alternatif model uygulandığını iddia etmek için çok erken, zira orada „yönetilen bir ekonomi“ yok. Tamamına yakınının Şam hükümetinin ödediği memur maaşlarıyla ve dışardan gelen yardımlarla geçinen küçük bir topluluğun, alternatif bir model yürüttüğünü öne sürmek için, oradaki artık-ürünlerin ve birikimin ve dolayısıyla ortaya çıkan çelişkilerin nasıl idare edildiğini görmek gerekiyor.