Hatırlayanlar bilir, TRT’nin tek kanallı yayın döneminde çocukların korkularını yenmesi için bir kısa film yayınlanırdı. Benim de çocukken çok etkilendiğim filmde, karanlıktan korkmanın anlamının olmadığı, bunu anlamak için de bir el feneri vasıtasıyla karanlığın üzerine gidilmesi gerektiği anlatılırdı.

İki yıl önce Kayseri’de LGBT bireylerin tek topluluğu olan Üvey Evlatlar Platformu’nun sözcüsü Harun Sinan Demirdöven ile röportaj yaptığımda bu kısa filmi hatırladım. Bilmezdim o zamana kadar, ne LGBT tanımını, ne de kadınların dışında erkeklerden dolayı sıkıntı yaşayan bir başka cins olduğunu. Homofobik olmasam da LGBT olma durumunu bir rahatsızlık zannederdim.

Röportajda aklımdan çıkmayan cümlelerden biridir: “O kadar akıllı kadın bu kadar erkeğin hakkından gelemediniz de bizi de rezil ettiler, sizi de.”

Sonrasında katıldığım trans medya atölyesi, İstanbul’da birkaç LGBT birey ile sohbetim ve Sinan ile görüşmelerimizde tabloyu daha net gördüm. Toplumda, ki sadece bizim toplum değil, ne kadınların ne de LGBT’lerin daha da genişletilecek olursa tüm dezavantajlı kesimlerin yaşamları hep aynı.

O kadar aynı ki, sanki bunları bir kadın anlatıyor sanırsınız: “Bizimkilerde de suç var, sanki LGBT bir birey olmak yalnızca cinselliğini rahat yaşamak anlamına geliyor. Sanki bizim başka sorunumuz yok.” Özgür kadın olmak bazılarınca sadece böyle anlaşılmıyor mu?

“Bir sorunumuz da örgütlülük. Bizde elit LGBT sorunu var. Biraz statüsü olan kendini başka yerde görüyor. Bizde de ‘park lubunyası’ diye bir tanım var mesela. Böyle burun kıvrılır ve ‘o park lubunyası’ diye küçümsenir bazılarımız.” Bizde de kadın dernekleri, STK’ları elitleşmiyor mu, ayırmıyor mu kendini sokaktaki kadından. Ya da kadınlar sözüm ona fahişe kadınlara en aşağılık varlıkmış gibi davranmıyor mu?

Daha başka benzerlikler de şunlar:

“Bir trans birey neden o kadar adamla yatar hiç düşündünüz mü? Bunun tek bir nedeni var, sevgiye o kadar muhtacız ki... Birbirimizi tanıyabilmenin ilk yolu da yataktan geçiyor.”

“Bizim LGBT’lerde aşk öldüresiye acı çekmek anlamına gelir. Adam seni delice kıskanır, sana fiziki zarar verir, örneğin üzerine sigara basabilir, seni dövebilir ama bu çok büyük bir aşk olarak algılanır. Mantıksız ama böyle. Vazgeçilmek olmak, sevilmek...”

“Bizde okumuş çok; doktor çok, avukat çok, öğretmen çok ama birlik yok. Okumuşlar ama bilinç yok. Düşünmüyorlar ki bu sorun birlikte çözülür, bugün birine gelen zarar aynı nedenden dolayı döner dolaşır öbürüne gelir.”

Ha kadın olduğu için zayıf halka görülüp şiddete maruz kalan, ha LGBT birey olduğu için benzer davranışların ablukasında olanlar. Domino taşı gibi biri yıkılınca tüm taşlar yerinden oynuyor.

8 Mart’larda birbirini ağırlamak, bilenlere bildik sorun ve çözümleri çok bilindik edalarla anlatmaktan öte geçememiş kadın STK’larımız var ya, onların işi şimdi daha zor, bir yandan da daha kolay: Çünkü yalnız değiller. Dezavantajlı ve dertleri aynı olan bir kesim daha var hemen yanı başlarında, belki haberdar değiller evlerinin içinde... Ve sorun domino taşı gibi, taşların biri devrilirse hepsi yok, el birliğiyle dökmeden, kırmadan ayağa kaldırmalı.

Bir Kayseri deyişinde olduğu gibi, “Göle su gelinceye kadar kurbağanın gözü patlar.”

Kurbağanın gözü patlamadan biri el fenerini yetiştirsin artık.