Kemal Kılıçdaroğlu seçim hezimetinden sonraki hırslı ilk “zafer” konuşmasında şu sözlere yer verdi: “AKP’ye tam 7 puan kaybettirdik. Kaybeden taraf AKP’dir. Duvarın bir kısmını şimdi yıktık, geri kalanını da yerel seçimlerde yıkacağız. Mecliste bir sesimiz olacak. Kendisinin de söylediği gibi Muharrem Bey’in oy oranı tahminimizin altında kaldı…” Böylesi kelam üzerine, söyleyecek hem hiçbir şey yok, hem de çok şey var. CHP Genel Başkanı tek kelimeyle “dikenleri suladı”. CHP Genel Başkan Yardımcısı Tezcan’ın seçim gecesi 21:00 sularında ekranlara çıkıp “Seçimler kesinlikle ikinci tura kaldı” şeklinde anlaşılmaz ve kendi seçmenini ümitsizlikten delirten açıklaması gibi...

Erdoğan Türk seçmeninden 2023 yılına kadar kesintisiz bir vize aldı. Peki, bu Türkiye’nin sorunlarına çare olacak mı? Söz verildiği gibi, OHAL derhal kalkacak mı? Kemer sıkma ve sıkılaştırma politikalarına vakit kaybetmeksizin hemen geçilecek mi? Bunlar merak edilen sorular. En son, Türkiye'nin kredi notunu BB'den BB-'ye çeken Standard & Poors (S&P), Yunanistan'ın kredi notunu BB-'den BB'ye yükseltti... Demek iflas edecekken AB tarafından son anda kurtarılan, halen büyük bir borç ve kredi batağında olan ve “üretmiyorlar, sadece turizm ve AB destekleri ile geçiniyorlar” diye eleştirilen Yunanistan’dan bile zor ve kötü durumdayız. Ekonomik krizin belki tam ortasında, belki eşiğindeyiz...

“Kuvvetler ayrılığı prensibine inanmıyorum” diyen Erdoğan, kendisine yakın hukukçuların desteğiyle Türk usulü Başkanlık sistemini geliştirdi, hem kendisi ve hem de partisi parlamenter sistemin yerine bu sistemin yürürlüğe girerek geçerlilik kazanması için gereken desteği geçtiğimiz Pazar günü aldı. Yani, kısacası, yeni sistem demokrasi ile seçim yoluyla tasdik edildi ve onaylandı. Baştan beri örnek aldığımız Başkanlık sistemi “denge ve denetleme” mekanizmalarının detaylı ve derinlemesine bir şekilde tesis edilmiş ve geliştirilmiş olduğu ABD türü bir Başkanlık sistemi değildi. ABD’de örneğin tanınan bir Hollywood figürü bir ödül töreninde ABD Başkanı için canlı yayında, üstüne basa basa ve iki defa galiz bir küfür kullanabiliyor. ABD Başkanı ise buna “zekâ seviyesi düşük” tweet’i ile cevap vermekle yetiniyor. Gözaltı, tutuklama, hapis, kovuşturma, soruşturma, el çektirme, ötekileştirme, dışlama vs gibi yöntemler kimsenin aklından bile geçmiyor. Çünkü o Amerikan toplumunu oluşturan ABD başkan olduğu gibi aynı zamanda o sinema sanatçısıdır ve ABD Başkanı eninde sonunda o kişinin de oyuna ve desteğine muhtaçtır. Latin Amerika ülkeleri de geçmişte ABD’deki Başkanlık sistemine özendiler. Sonrasında, kendi baskıcı dikta yönetimlerini bize benzer seçimler vasıtasıyla halka onaylattılar. Sözün özü, Başkanlık sistemi noktasında biz iyi örneği değil kötü örneği benimsedik. Fakat unutmamak gerekir ki daha bu yolun en başındayız...

Seçmenimiz romantik ileri demokrasimizin oy verme, seçme ve seçilme konseptine esasen biraz fazla bel bağladı. Oysa belki anarşist aktivist ve yazar Emma Goldman’ın dediği doğrudur: “Oy vermek bir şeyleri değiştirseydi yasaklanırdı”. Değerli bilim insanı ve düşünür dostumuz Övgün Ahmet Ercan Türkiye’nin son seçimini şu şekilde yorumluyor: “Türk halkı seçimle Atatürk’ün kurduğu yönetim biçimine son verdi!”. Pek çok kez pek çok kişi, ideoloji ve birim tarafından kandırılan (Fetö, Putin, Obama, Merkel, ABD, AB, FBI, BBC, CNN, PKK, YPG, HDP, Barzani, Eset/Esat, Suriyeli muhalifler, Suudi Kralı, Mavi Marmara, İsrail, Abdullah Öcalan, Abdullah Gül, Abdüllatif Şener, Hakan Şükür, Zekeriya Öz, Rıza Sarraf kardeşim, vs) ama “aldatan da aldatılan da olmayacağız” sözünü beyinlerimize kazıyan Erdoğan’ın Türk seçmenini adeta hipnotize eder gibi ikna etme kabiliyet ve kuvvetinin olduğu artık çok açık ve aşikâr. 16 yılda 14 seçim zaferinden ve kesintisiz bir yönetimden bahsediyoruz, dile kolay. Leh filozof ve tarihçi Leszek Kolakowski “Tiranlık Üzerine” adlı eserinde “Siyasette kandırılmış olmak bir mazeret değildir” der. Bu topraklarda ise pekâlâ “mazerettir”. Türk milleti hiç kül yutar mı?

Her şeyden önce Türk seçmeni şu “aldım, verdim” türünden basit pazarlıklarla oy vermekten ve oy tercihlerini ışık hızıyla değiştirmekten, yılda 365 gününü, günde 24 saatini sözde siyaset geyiklerine harcamaktan vaz geçmeli, siyaset yaptığını sanarak bazı gazete manşetlerini ve köşe yazısı başlıklarını ezberleyip papağan gibi tekrar etme rutinini bir kenara bırakmalıdır. Bu yazıyı ünlü belgesel ve film yönetmeni Werner Herzog’un sevdiğim bir sözüyle bitiriyorum; “Ben ödüller kazanmanın peşinde değilim, o iş köpekler ve atlar içindir.”

"Sanki hiç kimselerin kullanmadığı bir gün kalmış bana" (Edip Cansever)