Dünya prömiyerini Berlin'de gerçekleştiren 'Soğuk' filmi vizyona girdi. Filmin yönetmeni Uğur Yücel, çekimleri Kars'ta gerçekleştirilen filmi anlattı. Sansüre ve Türkiye'de yasaklanan ‘Nymphomaniac'e değinen Yücel, "Hayattan sanatı çekerseniz ve onun yerine ağır bir faşizan eğitimle gençleri sokağa salarsanız şehirler, dağlar, stadyumlar, sokaklar kan gölüne döner" dedi. 

Şenay Aydemir'in Radikal'de yer alan röportajı şöyle:

Filmi Kars’ta çekme fikri nasıl ortaya çıktı? Gezici Festival ile bu kentte yaptığınız seyahatlerin bunda payı var mı?

Trenle Haydarpaşa- Kars yapmıştım. ‘Yazı-Tura’ yı yazarken. 2000 yılı. Trende birçok sahne yazmıştım. Doğu turnesi için yola çıkmıştım. Van’dan Adana’ya kadar indim tek kişilik gösterimle. “Ama Kars’a gideyim” dedim önce. Şehri hızla görüp turne yollarına düştüm. Aklıma kazındı bazı sokaklar. Sonra ‘Alacakaranlık’ı çekerken Gezici Festival davet etti. 2. sezona Kars’tan başlamaya karar verdim sokak sokak dolaşınca. Çektik de. Sonra orası plato oldu bir sürü filme. Benim Karadeniz Bölgesi’nde bir yerlerde çekmek istediğim hikâyeyi Kars’a yakıştırdım: ‘Soğuk’! Hem ruhsal olarak hem de iklim olarak hikâyeyi oraya oturttum. Ahmet Boyacıoğlu ve Başak Emre de çok ön ayak oldular filmi çekmeme.

Kars son dönemde birçok yapıma ev sahipliği yaptı. Sizin için Kars’ı çekici kılan şeyler neler?

Önce sokaklar. Rusya gibi bazıları. Şehrin içindeki köyler yüzyıllık... Bir de kar yağıyor dipsiz köy yollarında. Vahşi. Ölüm, tren raylarına yakın. Parçalanmış, dumanı çıkan koyunlar görüyorsun yollarda. Kurtlar... Tilkiler... Sonsuz karlı ovalar. Boş evler... ‘Yazı-Tura’ da bu hayaletler ve boş evler benim saplantılarımdı. “Hayaletler var bu evlerde derdi” Rıdvan. “Korkuyom!” Hayaletler insanın huzurunu kaçırır. Boşaltılmış köylerin hayaletleri. Kuzguncuk Bostanı çocukluğumda hayaletler mekânıydı. Gece oralarda hayaletler dolaşır zannederdim. Hemen yamacı Rum mezarlığı. Bundan korkmazdım. Hayaletler dansına katılacak kadar cesurdum. Kars’ın Rus evlerinde hep arka bahçeler vardır. Hayat derler oraya. Tuncel Abi’ye bir diyalog yazmıştım: “Haydi hayata çıkalım. Orada eski Rus baroneslerin hayaletleri dolaşır geceleri. Votkayla buluşturursun onları...” Çok severek oynamıştı o sahneyi. Kısacası bir yere ruhunu konduruyorsan oraya bürünüyorsun. Kars benim üzerime sindi.

‘Soğuk’ , ‘Yazı-Tura’ için kaleme aldığınız bir karakterin hikâyesi aynı zamanda öyle değil mi?

Öyle! En sevdiğim karakterdi. İlk başlarda ben oynayacaktım. Çünkü asistanlarım, arkadaşlarım ‘bu sensin’ demişlerdi. Yani oynayacak adam sensin. Çünkü tarif ederken bürünüyordum adama. Hatta iki yıl öncesi tekrar oynamaya kalktım. Rus oyuncularla prova yaparken adamın diyaloglarını okuyordum. Yine herkes “Sen niye oynamıyorsun” dedi. Yapımcım engelledi. “Perişan olursun karda kışta oynama, sen filmini çek” dedi Erol (Avcı). Oyuncum yok. Bulamıyorum diye feryat ediyorum. Kars’ta tren raylarına çıkıp yürümeye başladım. Kamera çekiyor yürüyüşümü. Bir izledim raylarda yürüyen ben değildim sanki... Güldüm kendime ve vazgeçtim. Yol takipçileri sırım gibi. Cenk (Medet Alibeyoğlu) de pire gibi yürüyordu rayın üzerinde...

Başrolü, ‘amatör’ bir oyuncuya, Cenk Medet Alibeyoğlu’na vermek riskli bir karar değil miydi? 

Bir karakter yaratıyorsun yazarken sonra onu canlandıracak birini arıyorsun. Ben karşımda süzgün büzgün karaktere yatan oyuncular aramam. Artistlerle işim yoktur. Kafa ararım. Ruh bulacaksın. Cenk benim ne demek istediğimi en iyi anlayan insan oldu. Kim oynasa onu oynayacaktı. Yani Cenk’i. Sinema insanı bulmak ister, oyuncuyu değil. Oyuncuya o insan olmasını tarif edersin. Oyunculuğu çabuk öğrenirsin ama insanı zor!

Film birbirinden çok farklı karakterlere sahip, iki erkek kardeşin hayat ve kadınlarla kurduğu ilişkilerin izini sürüyor. Kendi eşlerine karşı zalimliklerini, Rus kadınlara karşı gösterdikleri nezaketle mi kapatmaya çalışıyorlar?

Rus kadınlar hayatı değiştirir. Beyaz Rusların 20’lerde Beyoğlu’nu çiçeklendirip renklendirmesi gibi, sevmeyi de centilmen olmayı da öğretirler. Bir Karadeniz pavyonunda gençler konsomasyondaki kızlara lady muamelesi yapıyordu. Kız masadan kalkarken bunlar da hafifçe doğrularak nezaket gösteriyorlardı. Karısıyla hayatta dans etmemiş, pavyonda sahneden inmiyor. Erkeklerin çoğu için karısı elinin altında, hayat kadınları ise çok uzaklarındadır. Parayla yanlarına girebilirler. Evde karısını tokatlar, pavyondaki kadının elini öper.

‘Soğuk’ ile ilgili eleştirilerde filmin ‘maço’ olduğu da yazıldı. Katılıyor musunuz?

Filmi nerenden okumak istersen okursun. Eleştiri okumaya meraklıyım. Bakışını çeşitlendirir, boyutlandırır, ıskaladığını gösterir, hatta doğrudan kastetmediğini de görür insan. Kiev’de bir eleştirmen ‘Yazı-Tura için “Film kahverengi. Bu faşizmin rengi. Bunu özellikle mi seçtiniz?” dedi. Hiç düşünmemiştim. Birden geriye gittim. Evde çok bunalmıştım. Bir kelime yazdım. Kahverengi, sonra başka kelimeler, postallar, kan, tank paletleri, sıçrayan kan karın üstüne düşer. ‘Yazı-Tura’ nın ilk kelimeleriydi bunlar. Uzatmayayım... Kötü film çeşitlemesi ya da muhteşemlik üzerine onayla ya da şaşkınlıkla okuduğum yazılar çok! Bir film yerilir, yıkılır, hiç beğenilmez bu beni sarsmıyor. Ama anlamı üzerinde durursak. Bu filme maço yorumu karşısında şaşkınım. Bu film, bir kadın trajedisi. Maçoları da narin bir Rus kadınına âşık olmuş bozkır kurdu parçalıyor. O kurt Balabey!

Yönetmenlik kariyerinizin bir yerinde ‘Yazı-Tura’ ve ‘Soğuk’ gibi daha ‘autour’ işler; öte yanda ise ‘Hayatımın Kadınısın’, ‘Ejder Kapanı’ ve ‘Benim Dünyam’ gibi ana akım sinemaya yakın yapımlar yer alıyor. Siz böyle bir ayrım yapıyor musunuz? Yapılmalı mı?


Ayırım yapıyorum. Yapılmalı. Özellikle ana akım sinemanın çok açık kuralları var bilindiği gibi... Ben de hayatımı sürdürmek için farklı işlerde çalışıyorum. Kendi iç dünyama ait filmler yapamıyorum istediğimde. Çünkü özgür olma şansımı çok kötü kullandım.

Sizin filmlerinizde rol alan oyuncular, sette oldukça zorlu olduğunuzu ama aynı zamanda güven verdiğinizi düşünüyor. Siz kendinizi sette nasıl görüyorsunuz?


Zorlu olduğumu ilk kez duyuyorum. Şu kastediliyorsa doğrudur. İstediğimi almadan oyuncuyu evine yollamam. Ama bunu zor kullanarak yapmam. Ruhunu okşayarak yaparım. Yorulur ama mutlu gider yatağına. Ben herkesin rolüne yaklaştığı yerde yürüyorum. Onlarla kol kola!

Uzun süredir, iki uluslararası proje hariç, kendi filmleriniz dışında bir filmde rol almadınız. İstediğiniz roller gelmediği için mi? 

Herkesin çok büyük bir hevesle atlayacağı çok roller geldi. Hatta benim çeşitli nedenlerle oynamadığım rollerden hayatının kariyerini yapanlar oldu. Bir kere hırs nedir bilmem. İkincisi oyunculuğu mesleğim olarak görmüyorum. Çok sayıda ürünüm olmamakla beraber kendimi sinemacı gibi hissediyorum. Bunu sürdürebilmek için oyunculuk da yapıyorum. Kamera arkasına yakın yaşıyorum bir oyuncu gibi değil. Oyunculuk konusunda çok düşünen insanlardan biriyim ama kendim için değil.

Uzun yıllardır sinemanın içinde olan birisi olarak son dönemde, festivallerde gösterilecek filmlere eser işletme belgesi zorunluluğunun getirilmesi, ‘Nymphomaniac’ın yasaklanması gibi gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Devletler sanattan ve bilimden korkar. Son günlerde değil yalnız. Binyıllardır böyle. Çocukluğumdan beri ne trajik-komik yasaklar gördüm. Dizinin senaryosunda bir Anadolu deyişi var; “Hırsızlık bir ekmekten, kahpelik bir öpmekten” diyor adam… Sonra diziyi izlerken bir bakıyorsun; kahpe gitmiş. Bir cümle var ağzımda ama manası yok! Ne diyeyim. Halbuki tersine ahlakçı bir cümle. Bir bağlanıyorsun meclislere, ümükler sıkılıp küfürler havada uçuşuyor. Eğer bir korku varsa politikayı yasaklasınlar. Siz sinkafsız bir siyasi ortam yaşadınız mı? Ben Anadoluluyum. Bu folklara, bu insan çeşitliliğine hayranım ama hepsi yok edildi. Bilimin, güzel sanatların beşiği burası ilk çağlardan beri. Dağları bayırları, türküleri katledildi. Yazarlar, edebiyatçılar hapishanelerde çürütüldü. Sinemacılar sürüldü. Sanat eserleri talan edildi, çalındı çırpıldı. Hayattan sanatı çekerseniz ve onun yerine ağır bir faşizan eğitimle gençleri sokağa salarsanız şehirler, dağlar, stadyumlar, sokaklar kan gölüne döner. Yüzyıllık hükümetler asıl buna yansın. Yüzyıllardır kendi elleriyle canavarlar büyüttüler. Neyse! ‘Nymphomaniac’ı izlemedim. İzleyenlerden de olumlu şeyler duymadım. Ama yasak gelmesi! İster sanat olsun ister porno 18 yaşını geçmiş insan istediğini izler, istediği hayatı seçer, özgürce istediği gibi yaşar.