Türkiye edebiyatının üzerine en fazla düşünülmüş, en fazla atıf yapılmış romancılarından biri de Oğuz Atay’dır dersek abartılı bir ifade olmaz. 1970’lerin ilk yarısında kaleme aldığı “Tutunamayanlar” ve “Tehlikeli Oyunlar” romanları, 1990’ların Türkiye’sinde büyük bir ilgiyle karşılanacak, adına internet siteleri kurulacak, hayran sayfaları oluşturulacak ve neredeyse tüm kentli yaşamsal tıkanmalarda açılıp bakılan bir başucu kitabı haline gelecekti.

Oğuz Atay gibi gündelik yaşamında gösterişsiz, gürültüsüz yaşamayı tercih etmiş birinin bu denli kitlesel bir hayranlıkla ve süreğen bir ilgiyle karşılanmasını sadece başarılı romanların yazarı olmasında mı aramak lazım, yoksa ‘dokunduğu yara’nın derinliğinde mi? Son elli yılını büyük alt üst oluşlarla geçirmiş bir ülkede bu kadar ‘genç’ tutan sadece kaleminin derinliği mi?

ZAMANIN ÖTESİNDEN YAZMAK

1934 yılında Kastamonu’da doğdu Atay. Babası Cemil Atay Cumhuriyetin ilk yıllarında üç dönem CHP milletvekilliği yapmış taşra kökenli bir polis, annesi Muazzez Hanım ise Fransız okullarından mezun olmuş, döneminin ilk çalışan kadınlarındandı. Bu aile yapısı Oğuz Atay’ın düşüncesinde ve eserlerinde sıklıkla karşımıza çıkan bazı kavram ikiliklerine de ilk tanık olduğu yerdi belki de. Taşralılık-kentlilik, doğululuk-batılılık, modern-geleneksel gibi temel sosyolojik kavramlar Oğuz Atay’ın eserlerinde bir karakter ve ya oyun kişisi olarak temsil edilirler. Tutunamayanlar’ın Selim Işık’ı sosyal yaşamın dışına savrulmuş genç bir entelektüel iken, Tehlikeli Oyunlar’ın Hikmet Benol’u bir türlü bitiremediği tiyatro oyununu tamamlamak için bir gecekonduya yerleşmiş bir edebiyatseverdi. Her iki karakter de içinde bulundukları topluma karşı yabancılaşmış, alışılmış değerler sistemini sorgulayan, toplumsallaşamamış birey ve bireyini kuramamış olan toplumun trajedisini yaşayan “zayıf halkalar”dı. Atay romanlarına eşlik eden o yabancılık duygusunu olumlar ve her iki karakterin de toplumsal uyumsuzluğunun ortaya çıkardığı ironiye yaslanır.

Sırasıyla “Tutunamayanlar”, “Tehlikeli Oyunlar”, “Oyunlarla Yaşayanlar”, “Korkuyu Beklerken”, “Bir Bilim Adamının Romanı”, “Günlük” ve son olarak da “Eylembilim” kitaplarını yazmış olan Atay, özellikle romanlarıyla dikkat çekti. Oğuz Atay’ı birçok sanatçıyla aynı kaderde buluşturan bir diğer olgu ise yaşadığı/ürettiği dönemde görünürlük kazanamamış olmasıdır. Daha önce de tartışılan bu konuda dönemin toplumsal koşulları gözden kaçırılmamalı… Atay’ın dili, üslubu ve ironisi dönemin hakim edebiyat estetiği ve eleştirisiyle uyuşum içinde değildi.

70’ler Türkiye’de gerçekçiliğin/toplumcu gerçekçiliğin en güçlü edebi akım olduğu yıllar olarak tariflenebilir. Köy romanlarından, kentlere yığılan kitlesel emeğin konu edildiği işçi romanlarına, devrimci deneyimlerin aktarıldığı biyografik/otobiyografik eserlere değin dönemin ürünleri sistem karşıtlığının ve kurtuluşçu fikirlerin etkisindeydi. Böyle bir atmosferde bireyin yabancılaşması ya da daha ileri götürelim ontolojik sorunsallar yazın hayatında çok da yer bulmuyordu. Bunun nedeni ne bir ihmal ne de dönemsel entellektüelitenin yetersizliğidir; bu bireyin özgürlük ve ekmek kavgasının sokağı/politikayı ve dolayısıyla sanatı belirlediği bir zaman ruhunun bireyin açmazlarını aşacak daha büyük bir projeyle birleşmesindendi.

BİR CUMHURİYET BAROK’U

Toplumsal mücadelelerin yükseldiği dönemler doğası gereği aydın/entelektüel kitleleri de etkiler ve mücadele eden sınıfların yanına konumlar. Türkiye koşullarında da bir ‘devrim’ beklentisi içinde bulunan kitlelerle ilişkili yazın alanı gözünü daha çok bu ‘büyük öyküye’ dikmişti. Atay’ın romanları ise yabancılaşmayı bireyler bağlamında ele almakta, uyumsuz olanın gözünde uyumlu olanla kıyasıya dalga geçmekteydi. Atay’ın romanlarındaki kurucu fikirler aslında tam da büyük toplumsal altüst oluşların izlerini taşıyordu. İçinden çıkıp geldiği Cumhuriyet paradigması hızla eskimiş, modernlik ve gelenek arasında kasılan toplumsal ilişkiler gülünç bir hal almıştı. Bu durumu en doğru tarifleyen Nurdan Gürbilek olmuş, Oğuz Atay’ı Kemalizmin Delisi olarak nitelemişti. Cumhuriyet paradigması birey, toplum ve bunun etrafında örgütlenmiş yeni bir ödevler sistemi inşa etmeye çalıştı. Cumhuriyetin ilk dönemki entelektüellerinin tümü bu projeye sadık kaldılar. Ama Oğuz Atay’ın penceresinden bakıldığında cumhuriyetin bireyi gerçekleşmemiş bir hülya, cumhuriyetin toplumu bir uyumsuzluklar toplamı, cumhuriyetin ödevleri ise ceberut devletin topluma dayatmalarından ibaretti.

OĞUZ ATAY’IN ÖNLENEMEZ KEŞFİ


Oğuz Atay romancılığı, yazın estetiği açsından da dikkate değerdir. Kendine has mizahı, (yerli) çağdaşlarında pek de görülmeyen roman biçimi/özellikleri ve bir bütün eserlerin tümünde karşılaştığımız avangart üslubuyla Oğuz Atay ‘sıkı’ bir romancıdır. Oğuz Atay’ın mizahı bir toplumsal eleştiridir. Çürümüş eski toplumsal değerlerle bir türlü kökleşemeyen yeni toplumsal değerler sistemi arasında yaşanan gerilimi trajikomik denebilecek bir üslupla yazınına yansıtır. Oğuz Atay’ın özellikle son 20 yılda bu kadar yoğun bir biçimde okunması ve konu edilmesini ayrıca tartışmaya açmak gerekir. 90’larda liberal anlamda yeniden keşfedilen birey toplumsal olarak büyük yıkımlara uğrasa da bunu artık çok da umursamıyordu. Onun umursadığı, bireysel ilişkilerindeki başarısızlıklar, içe kapanmalar, rekabet halinde olduğu diğer bireylerden aldığı mağlubiyetlerdi. Bu bağlamda “Tutunamayanlar” bir roman adı olmaktan çıkıp bir retoriğe dönüştü ve tam da Atay’ın dalga geçtiği kişiler Oğuz Atay övgüsü yapanlar haline geldi. Atay’ın ‘tutunamamak’ biçiminde fiilleştirdiği duygu, insani ilişkilerin heyelan altında olduğu günümüz Türkiye’sinde karşılığını bulmaya devam edecek. Ama nasıl?

Bir anlama ve anlaşılamama sarmalında yaşadı Oğuz Atay. Hazırlamakta olduğu “Türkiye’nin Ruhu” kitabını tamamlayamadan, otuz dört yıl önce bugün yaşamını yitirdi… Belki yazdığı dönemle uyum içinde olamadı ama parodiyle tragedya arasında gidip gelen ve hiçbir zaman tam bir duyguya ait olamayan dilsel alanıyla başlı başına bir dil kurmayı başardı. Bu dil belki de toplumsal olan sancının kurgulanmış bir alan olarak bireydeki karşılığını aradığı için böylesine etkili oluyor/olacak…

(Etha)