RAWİN STERK – ANF / Şairin Romanı isimli son kitabıyla yazarlık kariyerinde başka bir evreye geçen Murathan Mungan, yazarlık hayatında söyledikleri kadar söylemediklerinin de bir tarihi olduğunu, söyleyemediklerini de başka bir kitapla okuyucuya sunacağını söylüyor.

İstanbul Modern ve Sabit Fikir işbirliğiyle düzenlenen “Sözünü Sakınmadan” söyleşi dizisinin ilk konuğu olan yazar Murathan Mungan eleştirmen Semih Gümüş, Ömer Türkeş ve Kaya Genç’in sorularını yanıtladı.

Açık havada yapılan söyleşide Mungan ‘Küs ve Üvey’ isimli yeni bir kitap çalışması içinde olduğunu bilgisini de verdi. Dört yüze yakın izleyicinin katıldığı söyleşide Mungan sorulara verdiği cevaplar şöyle:

‘KÜS VE ÜVEY’

* Şiirlerini bir yana koyaraktan yola çıkarsak, ‘Şairin Romanı’ senin şu ana kadarki üretimlerin arasında, baş yapıtın olarak algılanmalı mı? Böyle deniyor mu?

- Evet öyle deniyor. Ama bunu benim söylemem tuhaf olur. Samimiyetle konuşmam lazım. Çok emek verdiğimi, çok çabaladığımı biliyorum bu kitap için, ama kendi hakkında bu kadar iyi sözcükler kurmak benim edebiyatçı edebime uymuyor gibi. Bunu başka biri söylediğinde zaten sizin söylemenize gerek kalmıyor. Ama önce bu programın adıyla ilgili bir şey söylemek istiyoruz. Bana iletildiğinde ve kabul ettiğimde, sözünü sakınmadan başlığını bilmiyordum açıkçası. Sıkıştırılmaktan korkmakla falan alakası yok. Ama ben sözümü çok sakındım.

Aslında benim yazdıklarım kadar, sustuklarımın da tarihi var. Milliyet Sanat’ta benimle ilgili bir yazı vardı. Belki oradan bakıldığında sustuklarımın arkasında nasıl bir küslük tarihi barındırdığını da anlatmış olurum. Bir süredir özellikle yazarlık ve şairlik hakkında, yaşadıklarımı bir anı kitabı olarak yazıyorum ve kitabın adı da ‘Küs ve Üvey.’ Zamana yaslanmayı her zaman çok önemsedim. Elime giyeceğim eldivenin karanlık, kirli, habis ve hasetli olmamasına çok çalıştım. Eğer şair romanına kadar kalbimi, mürekkebimi ve kelimelerimi temiz tuttuysam kendimi şanslı ve başarılı hissediyorum. Onun dışında her şey biraz fani. Sözcüklere yaslanmayı burada uygun görüyorum. O yüzden büyük sözlerden kaçınacak kadar başka bir yerde durdum ve orada soluk aldığımı hissediyorum.

‘ÇEKTİĞİM SIKINTIYI OKURA ÖDETMEM’

* Son zamanlarda okuduğum en iyi romanlardan biri diyebilirim. 15 yıllık bir yazım süreci var. Bu süreçte çok uzun bir zaman dilimi aldığı için bu romanın serüveni süreci farklı kusurlara neden olmuş olabilir mi?

- Olabilir ama eğer o kusurları görmüş olsaydım bir 15 sene daha beklerdim. Sonuçta her kitabın bir bitme noktası vardır. Sadece bununla ilgili değil, yazdıklarımın tamamını zamana yayıyorum. Yazar ve şair olarak biraz holiganik bir yapım var. Ara veriyorum duruyorum ama bu bir olgunlaşma pişme olarak gelişiyor. Bu kitabın yazım süreci konusunda da değindim zaten. Daha genç yaşta yazdığımda becerebileceğim bir şey değildi. Hem kitap kendi malzemesini bekliyor. Malzemenin sizi ikna ettiği şeyler var. Yaptığınız şeyden tatmin olmuyorsun bazen. Başka şeylere ihtiyaç varsa yada bir tane daha eklemem lazım, malzemeyi dağıtmadan biraz daha dediğin zaman, hem malzeme pişiyor, hem kendine meydan okumadır. Belki benim için temel anahtarlardan biri katman. Doğrusal hikayeden ziyade dallı hikaye kurmayı seviyorum. O zaman da gereken şey emek vermek, gereken özeni göstermek oluyor. Önce kendiniz ikna olmalısınız. Ben kendimi kandırmakta becerikli biri değilim. İkna olmakta zorlanıyorum. O da biraz zaman alıyor. Dekoruna, kostümüne atmosferine çok çalışıyorsun, bu da yazar olarak sana şunu getiriyor, diyelim ki araya çok zaman girdi, yeniden döndüğünüz zaman o teksti yeniden okumak, oyuncu gibi yeniden prova etmek ve atmosferi yeniden yakalamak lazım. O benim için çok yorucu. Ama bu benim ameleliğim.

Çektiğim sıkıntıyı okura ödetemem. Buna hiçbir yazarın hakkı yok. Basından görüyorum bazen, insanlar ne kadar çalıştığının adisyonunu okura çıkarıyor. Tamam çalıştın ama faturayı birlikte ödemeyelim yani. Böyle teknik anlamda epey bir zorluk oluyor tabi.



* Yayınevindeki editörünüz kitaba hangi aşamadan itibaren hakim olmaya başladı biraz bizimle paylaşabilir misiniz?

- Sadece editörüm değil, tabi aynı zamanda arkadaşım. Edebiyat algısına ve dikkatine güvendiğim biri. Zaman zaman aramızda şaka dozlu atışmalar da oluyor. Bundan da keyif alıyoruz. Ben onu bazen mühendislikle suçluyorum bazen. Ama gerçekten işinde çok iyi ve birbirimizle iyi çalışıyoruz. Kendimi çok zor tutarım. Bir şeye başladığım zaman hemen anlatırım, okurum. Bu kitapta çok zorlandım çünkü sürprizleri var. En yakınlarıma bile okuyamayacağım bölümleri var. Bazı kitaplarda, o kitabın ruhuna yapısına göre, kimi meslek gruplarından edebiyat yanına güvendiğim insanlara okuturum.

Eleştirinin katkısı, insana mercek kazandırmasıdır. Senin metnin de olsa, başka bir metin de olsa başka birinin okuyup eleştirmesi her zaman bir şeyler katar. Önemli olan metnin sıhhatidir. Benim egom değil. Ben egosunu bu kadar yıl süren ve 50 kitap yazmama rağmen hala tımar etmemişsem yazıklar olsun bana. Önemli olan bütün bu süre içinde kendi kendini de sürekli diri kılacak riskler alabilmektir. Bu anlamda benim editörümle ilişkim sağlıklı bir ilişki. Gerçekten görüşlerinden çok yararlandığım arkadaşlarım da var.

‘SANATI HALA BİR ARTİSTLİK GİBİ ALGILIYORUZ’

* Şairin Romanı’nda şiir var, denemecilikten gelen tartışmalar var. Kurgusu da katmanlı bir kurgu. Şairin Romanı’nda her şeyi temize çekmek gibi bir yöntem var. Çador’daki çok güncel bir meseleyi çok evrensel bir mesele haline getirilmiş halde karşımızda görebiliyoruz…

- Bu da çok doğal bir durum. Bu aynı zamanda bir demokratik çoğulculuk. Biz hala sanatı bir artistlik gibi algılıyoruz. Biz güzellik yarışması adamları değiliz. Ciddi anlamda edebi zihniyetimizde bu var. Benim söylemeye çalıştığım şey, kendime hak gördüğüm şeyi başkasına da hak görmem gerektiği. Her zaman da beklemeyi bilmek lazım tabi.

* Roman çok zengin kaynaklardan yararlanıyor. Bazılarını görüyorsunuz, bazılarını merak ediyorsunuz görmediğiniz için. Biraz da fantastik edebiyat kaynaklık etmiş. Bu arada şöyle diyorsun, Kızılderili, Selçuklu, Alevi, İslam ve Hiristiyanlıktan parçalar var. Biraz bundan söz edelim mi?

- Bazen çalışırken her şey akıp gidiyor. Ben çalışkan biriyim biliyorsunuz. Şair Romanı’nda yapmaya çalıştığım şey aslında duyduğum ve gördüğüm dünyanın farklı kültürlerinin aynı kader içinde nasıl eridiğidir de… Romanda fantastik edebiyatın kimi yazarlarının yaptığı gibi çok koşturmadım. Nasıl bir hayal gücüm var bakın demeye çalışmadım. Önemli olan şey şu, kullandığınız unsurları nasıl sakladığınız, onlardan ne gibi katmanlar oluşturduğunuzdur. Metinler arası göndermeler yapıyorum. Kendi çocukluk anılarımdan yararlandığım bir sürü şey var. Bir kitap yazdığınız zaman, o eğer bir deniz ise, kimin kabı ne kadar büyükse onun payına o kadar düşer. Kimi zaman çok geniş bir kap olur kimi zaman çok küçük olur ve o kadar yararlanılabilir.

Yazarlık bir yoldur. Bir çocuğun büyümesi gibi, bir yolu gitmek gibi bir şey. İnsana yatırımın neredeyse sıfıra indiği bir dünyada yaşıyoruz. Romanla bu durumu anlatmak benim başından beri uğraştığım bir alan. Bir yazar kendi yolculuğunu inşa eder bu şekilde. Malzemeyi kullanmak önemli değil, nasıl bir yapıya evirdiğin önemli biraz.

‘HEP BİR SOLCU OLARAK YAZDIM’

* Romanı okumayanlar için, farklı bir yer tasarlanıyor. Bunu romanda hissediyoruz. Böyle bir coğrafya oluşturulacak ki romanda, öyle bir topografyası olacak ki, bu yazar Mungan tarafından yaratılmış olacak. Tam bir fantastik yere doğru gidiyor bir duyguya kapılıyoruz ama öyle olmuyor. Bir yerküre tasarlanıyor yani. O kadar çok katmanlı ki, bu katmanların bir çoğunu bilemiyoruz bile. Bir bölümünü biliyoruz ama uydurulmuş olanlar da olabilir elbette.

- Bugüne kadar hep bir solcu olarak yazdım. Tarihsel diyalektiğe inanarak yazdım. Bakışımla bunu anlamlandırmaya çalıştım. Gelecek adlı şiir kitabımda bir bölüm var. Burada bunu yapmaya çok çalıştım. Ben asıl adlandırılmamış dönemi merak ediyorum. Yazmaya başladığım zaman en geriye kadar, nereye kadar gidebilirim diye çabalıyorum. Bir rüya gibi yaşadığım bir dönem var. Aslında yeni duygular aşılamak lazım. Yeni anlamlar, ahlaktan vicdana, sevgiye kadar çok çeşitli alanlarda toplanmış duyguları hareketlendirmek değil, okuyucuda yeni duygular yaratmaya çalışıyorum. Yazarken aslında yazar kendi kendini çeviriyor. Kendi kendisinin çevirisini yapar biraz. Derinliklerinde ulaşabildiği yer nereye kadardır. Oradan ne çıkarır, onu hangi kelimelerle yeniden nasıl söyleyebiliriz bu tarafına bakmaya çalışıyorum. Ben sanat dininin keşişiyim demişim bir röportajımda. Ben bunu adanmışlık anlamında söylüyorum. Edebiyat, suskun şekilde örüldüğü zaman gerçek yerini bulabiliyor.

‘OYNAMADAN YAZMAM’

* Murathan Mungan’ın bütün kitapları arasında bir bağ var…

- Evet yani bir ortak arayış oluşabiliyor. Örneğin bir kısa öyküdeki bir karakter bir başka romanın ya da öykünün baş karakteri haline gelip başı çekebiliyor.

* Son yıllarda adı hikaye olan türün hikaye anlatmadığından biraz bahsediyorsunuz. Sizin hikayeye bu kadar önem vermenizle çıkıyor bu…

- Evet yani aslında herkesin anlatacak bir hikayesi var. Ama önemli olan onu nasıl anlattığıdır, nasıl işlevselleştirdiğidir. Orada şöyle bir noktaya gelmek isterim, duygu düşünce fırtınalarını yaşamak gerekiyor. Her yerde büyük bir merakla yaşıyorum. Şair Romanı’nda, binanın parmakları bölümünü bir ay boyunca kurdum, oynadım, düşündüm. Oynamadan yazmam. Bu aşamayı bitirdikten sonra sıra süslemeye geliyor. Hiçbir başarı tesadüfün eseri olmuyor. Her şeyin arkasında emek vermenin çalışmanın ter dökmenin harcı var. Evde bir sürü defter var, bir sürü laf var. Bunların hepsini çok yerde kullanıyorum. Tabi bir de bir şey yazarken, aman ha sezona yetiştireyim, bitireyim kaygısıyla yaparsanız özünü yitirirsiniz. Ben mesela Şairin Roman sırrıyla 15 sene evin içinde nasıl yaşadım bilmiyorum. Biri bana anlatsın mesela.