Mustafa Güçlü / Demokrat Haber

Folklor (Halkın Ruhu) bir topluluğa özgü geleneksel gösteriler bütününü içeren bir kavramdır.

Bu kavram üzerinden sanatla ilişkilendirerek çok şeyler söylenmiş, tartışmalar sürdürülmüştür. İkinci yeni şairlerinden Cemal Süreya 1956’da kaleme aldığı “Folklor Şiire Düşman” başlıklı poetik yazısında halk şiiri dilindeki deyimleri, folklorik unsurları çağdaş şiir için tehlike için görmüştür.

Yıllar sonra yayımladığı “Yunus ki Sütdişleriyle Türkçenin” isimli şiirinde İkinci Yeni şiir akımının ilkelerine bağlı kalmakla birlikte halk şiirinin hakkını telsim etmiş, gelenekten yararlanmanın özgünlüğe engel olmayacağı, şiiri sakatlamayacağı sonucuna varmıştır.

Folklorlarda ortak ve en önemli bir öğe müziktir. Özellikle türküler halinde ortaya çıkar ve pek çok türü vardır: anlatıcı türküler (ağıtlar, efsaneler), tarihî uğraşlarla, mevsimlerle ilgili (hasat zamanı, bağbozumu) gibi türküler. Kısacası üretim ilişkilerinden kaynaklı halkın yaşayışının yansımaları görülür müziğin derin tınılarında.

Kendini kent müziği yapan bir kent ozanı olarak değerlendiren Metin Tapkı ile sanatı, mücadelesi üzerine konuştuk. Piyasalaşan müzik endüstrisinin yapay dünyasının dışında onun bir Kent Folkloru, İstanbul folkloru yaratma sevdası üzerine söyleştik…

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Valla ben evde oturan bir adamım. Müziğimi de evde yazıp, evden yayınlıyorum. Vakt-i zamanında üniversite yıllarında öğrenci hareketlerine bulaşmış bir eski solcuyum. Ama galiba hâlâ solcuyum. Fakir olduğum için mi solcuyum, yoksa solcu olduğum için mi fakirim bunu çözemedim. Kendimi bildim bileli şarkı yazıyorum. Son yıllarda şarkılarımı, çok değerli müzisyen arkadaşlarımın desteği ile sağda solda çalıyorum.

Yakın zamanların en önemli toplumsal olayı olan Gezi eylemliliklerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Gezi'nin müziğinize etkilerini nasıl açıklarsınız?

Gezi’yi birçok açıdan ele alıp değerlendirmek mümkün ve gerekli de. Ben de elimden geldiğince yaptım bunu. Uzun uzun anlatmam lâzım. Kısaca söylemem gerekirse, şu iki temel açıdan baktığımda ne gördüğümü söyleyeyim.

“Gezi hareketinin sınıfsal bir karakteri var mıdır?”. Bu soru önemli bence. Hayır diyeceğim buna, sınıfsal bir karakteri yoktur, bu nedenle de kesinlikle hayatımızı kökten bir biçimde değiştirmeyecektir.

“Gezi hareketi devrimci midir?” Evet, kesinlikle devrimcidir diyeceğim buna da. Bu iki yanıt birbiriyle çelişkili gibi görünse de aslında bir eylem hem devrimci olabilir (yâni bir şeyleri devirip dönüştürebilir), hem de işçi sınıfı tarafından gerçekleştirilmiyorsa sistemi dönüştüremez (sistemi dönüştürme yolunda bile olamaz). Sonuç olarak Gezi, hem devrimci olduğu için, kendisinden sonra pek çok şeyi artık eskisi gibi olmaktan çıkardığı için heyecan vericidir, hem de sınıfsal karakteri olmadığı için ikircikli yaklaşmayı hak eder.

İşte bu heyecan beni de sardı elbette, hem oradaydım, hem de orayı yazdım. Tabii ki şarkılarımda.

Ç(a)lıntı şarkılar konusunda ne düşünüyorsunuz?

Bu soruya biraz daha genel bir yanıt vereceğim izninizle. 90’lardan önce, dünyada iletişimin bu denli gelişmediği zamanlarda, Türkiye henüz yüksek duvarlarla dünyadan ayrılırken, sanatçılar, edebiyatçılar, uğraşlarının doğası gereği bir gözleriyle dünyayı izlerler, elbette etkilenirler ve bu etkilerle eser verirlerdi. Sonra dönüp bu eserleri Türkiye halklarına satarlardı. Bu sırada da kimden alıntı yaptıklarını, ya da sâdece etkilendiklerini söylemeyiverirlerdi. Kimse de bunu sormazdı. Bunun için onlara kızmalı mıyız siz karar verin.

Ben onların yerinde olsaydım ne yapardım gerçekten bilmiyorum. Derken 90’lar ve özellikle 2000’lerden sonra herkes her şeyi görür, duyar, bilir oldu. Tezgâhlar bozuldu ve yeni tezgâhlar kurulamadı dikkat ederseniz. Var mı artık öyle patlayan enteresan bir şey?

Kendinizi tavırlı genç ozanlara yakın hissettiğinizi söylüyorsunuz. Bize yapmakta olduğunuz ya da yapmak istediğiniz müziği nasıl tanımlarsınız?

Ben gençliğimden beri “kent folkloru” kavramına yakın durdum. Kırsala özgü olan folklor olgusunun, kentte de oluşması gerektiğini (ya da zaten oluşmakta olduğunu) düşündüm. Endüstri dışı çok sayıda müzisyenin evinde yeni şarkılar yazmasını ve böylelikle bir İstanbul folklorunun oluşmasını umdum. Bu nedenle eve kapanıp şarkılar yazdım, yazıyorum. Diğerleri de yazıyordur herhâlde.

Şarkılarınızın bir gün mutlaka unutulacağını söylüyorsunuz, neden?

Zaten çoğu bilinmeyecek, bilinenlerse elbette unutulacak. Göthe bile unutulduysa, kim kalabilir yarına?

Bülent Ortaçgil gibi yarına kalacak şarkılar yazma iddiasında olmak, bir sanatçı illüzyonudur. Ölümden korkmanın bir tezahürüdür. Kalmayacağız hocam. Bir kent folkloru dokusu oluşturabilsek yeter.