Onur Yıldırım/dokuz8haber

23 Eylül tarihinde Kobani’ye saldırı başlatan IŞİD’e karşı YPG ve YPJ öncülüğündeki güçler karşılık verirken, sınırın Türkiye tarafında bir başka direniş başlatıldı. Urfa'nın Suruç (Pirsûs) sınır hattında IŞİD’in Kobani’ye sınırdan gidiş-gelişlerini engellemek ve Türkiye’nin tutumunu teşhir etmek için insanlık nöbeti başlatılmıştı. 25 kilometrelik Kobani sınır hattı boyunca yaklaşık 20 köyün sınırı yurttaşlar tarafından denetlenirken, direniş nöbetlerinde komünler kuruldu ve insan zincirleri oluşturuldu.

Kobani direnişi devam ederken Pirsûs’ta bekleyen Kobanililer ile sınır hattında nöbet tutanların hikayesini Rasim Aslan, “Pirsûs” adıyla belgesel film yaptı. Fotoğraf sanatçısı olan Aslan ile belgeselin hikâyesini ve Suruç’ta neler yaşandığını konuştuk.

Bize kendini tanıtır mısın?

Van'da doğup büyüdüm, liseyi bitirdikten sonra Kıbrıs, İstanbul, Diyarbakır ve son olarak İzmir’de yaşamaya başladım. Yakın Doğu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı sonrasında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Ana Sanat Dalını bitirdim.

Başarılı çalışmalara imza atmışsın.

Evet, fotoğraf projelerim ve sergilerim oldu. 2 kişisel ve 6 karma sergide çalışmalarım sergilendi. Port İzmir sanat trienalinde de çalışmalarım sergilendi.

Pirsûs belgeseli fikri nasıl ortaya çıktı?

Aslında ben Pirsûs’a belgesel çekmek için gitmedim. Dayanışma amaçlı oradaki insanlara bir şekilde destek olabilmek, onlarla dayanışma içinde olabilmek için oradaydım. İlk 3 gün, gönüllü olarak yardım malzemelerinin sınıflandırılması ve çadır kentlerin düzenlemesi için çalıştım. Çadır kentte, belgesel fikri oluşmaya başladı. Arkadaşım Filiz İzem Yaşın ile birlikte belge film çalışmasına başladık. İnsanların Kobani’de yaşanan insanlık suçuna biraz daha duyarlı olmasını istedim. Yaptığım çalışmaya bir nevi farkındalık belgeseli diyebiliriz.

Bölgede yaşanan olumsuz durumlar nedeniyle proje planladığı gibi gitmedi. Belgeseli Kobani’de sonlandırmak istiyordum. Ama olmadı, tüm girişimler sonuçsuz kaldı. Kobani’ye geçişin imkânsız olduğunu görünce belgeseli Pirsûs’la sınırlandırdık.

"KOBANİ'YE DÖNECEKLERİ GÜNÜ BEKLİYORLAR"

Suruç’a gittiğinde neyle karşılaştın? Oradaki tablo nasıldı?

Aslına bakarsak ben orada ne ile karşılaşacağımı biliyordum. Çünkü bölgeye, Kürdistan’a yabancı değilim. Oradaki insanlar çok umutlu. Herkes tekrar Kobani’ye döneceği günü dört gözle bekliyor. Özellikle 3 yıllık kanton sisteminin halk üzerindeki etkisini çok iyi görebiliyorsunuz. Gelen insanlar, çok örgütlü ve politikler. Yani kurdukları sistem başarılı olmuş.

Kamerayı eline alıp çekim yapmaya başladığında ne hissettin? Bir Savaş muhabiri gibi mi davrandın?

Hayır, kendimi hiç bir zaman savaşın dışında bir parça olarak görmedim. Ben de onlarlaydım, onların bir parçasıydım. Aslına bakarsanız savaş fotoğrafçılığını biraz da dışardan bir göz olarak nitelendirebiliriz. Fakat benim ki öyle değil. Ait olduğum yer orası. Savaşın olduğu yerler, benim doğup büyüdüğüm topraklar. O yüzden işler benim için biraz daha farklılaşıyor.

Medyadan, Türkiye sınırına düşen havan toplarını izledik, yaşam tehlikesi yaşadın mı?

Sadece havan topları değil, uçakların bombalarından dolayı da geceleri yatamıyorduk. Öyle çok büyük bir yaşam tehlikesi yaşamadım ancak bir havan topu ya da uçak bombası her an düşebilirdi.

Peki, bölgeye iletilen yardımlar yeterli mi? Sen, hem yardım çalışmalarında, hem çadır kentlerde yer almış birisi olarak nasıl değerlendiriyorsun?

Çadır kentlerin durumu hiç iç açıcı değil. Altyapı sorunları var. Tuvalet ve duşlar yetersiz, soğuktan korunmak için yeterli battaniye ve ısıtıcı yok. Doktor ve ilaç eksikliği çok fazla. Yardımlar ilk günlerde çok fazlaydı daha sonraları azalmaya başladı. En çok ihtiyaç olan şeylerin başında bana göre gıda ve çocuk maması geliyor.

 Pirsûs (BelgeFilm)