OLKAN ÖZYURT / Sabah

 

Geçmişin üzerini kapatmak, yaşanan acıları yok saymak, o kadar kolay olmuyor. Her türlü saklamaya, unutturma operasyonuna rağmen, vicdan er ya da geç galip gelebiliyor. Ve günün birinde vicdanın sesi öyle bir çıkıyor ki, o sonradan yaratılan her şey normaldi algısı ve egemenlerin uydurdukları tarih yıkılabiliyor. Venedik Film Festivali'nde Genç Aslan için yarışan, 18 yıldır kayıp olan oğlunun bulunması için bir babanın verdiği mücadeleyi anlatan Küf, tam da böyle bir vicdani rahatsızlıktan ortaya çıkan bir film. Ve filmin ortaya çıkış hikayesi de memleketin başka bir resmini gösterir türden. Küf'ün yönetmeni Ali Aydın, 30'larına merdiven dayamış bir genç. 12 Eylül sonrası Türkiyesi'ne doğmuş, Özal'ın dünyaya açmaya çalıştığı bir ülkede çocukluğunu geçirmiş. Yani, hani o apolitik olmakla itham edilen 80 Kuşağı'ndan. 90'ların o kaotik ortamında ilk gençliğini yaşamış. Aklı yetmeye başlayınca da memlekette cereyan eden olaylarla da ortalama bir yurttaş kadar ilgilenmiş. Ta ki 1999'a kadar. Aydın "Cumartesi Anneleri'nin mücadelesi, 1990'ların ortasında başlıyor. Ama benim 1999'da haberim oldu. Kayıp hikayelerini daha sıkı incelemeye başladım. Gazetelerde okuyordum kayıp hikayelerini," diyor. Bu hikayeler Ali Aydın'ın nasıl bir ülkede yaşadığı gerçeğini de anlamasını sağlıyor. O zamanlar Ali Aydın'ın aklında bir sinema filmi yönetmek yok. Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat Yönetimi bölümünde okuyor. Daha çok video sanatıyla ilgileniyor. Sinemayla ilişkisi ise iyi bir film seyircisi düzeyinde. Fakat okuduğu kayıp hikayeleri içinde birikmeye devam ediyor. Ama gün gelip sinema virüsü ona da bulaşıyor. Dizi ve film setlerinde çalışıyor, asistanlık yapıyor. İçten içe "Günün birinde film çekebilir miyim?" diye kendi kendine sorsa da, bunu fazla dillendirmiyor. Hatta bir filmin nasıl zorluklar içerisinde çekildiğini gördükçe, içindeki hayal az da olsa örseleniyor. Lakin, günün birinde masa başına oturup senaryo yazmaya başladığında failleri meçhul, kayıp öyküleri çıkıyor içinden. İşte Küf böyle doğuyor.

 

ÖNEMLİ OLAN İNSANLARIN ÖĞRENMESİ

Çekileceğine pek ihtimal vermese de, Küf'ün senaryosunu yazıyor ve bir kenara koyuyor Aydın. Sonra İstanbul Film Festivali kapsamında düzenlenen Köprüde Buluşmalar'dan haberdar oluyor. Başvuruyor, senaryosu değerlendirilmeye alınıyor. Yeni Sinemacılar'dan yapımcı Sevil Demirci ile de bu sayede tanışıyor. Demirci, Aydın'a Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Destekleme Kurulu'na başvurmasını salık veriyor. Aydın da başvuruyor. Ve filmin çekilmesine olanak sağlayacak maddi destek çıkıyor. Aydın "Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan destek çıkana kadar filmin çekilebilme ihtimali olacağını çok da düşünmüyordum. Bakanlıktan gelen destek, bir ivme kazandırdı," diyor. Bu destek, uluslararası pek çok festivalin filme destek vermesinin de önünü açıyor. Sonra, alınan bu desteklerle Ercan Kesal, Muhammet Uzuner, Tansu Biçer'in rol aldığı Küf, Adana'nın Pozantı ilçesinde ve Belemedik Köyü'ndeki Hacıkırı Tren İstasyonu'nda çekiliyor. Küf, şimdi Venedik Film Festivali'nde gösterilecek. Böylece, Türkiye'nin bir türlü yüzleşemediği, tam anlamıyla iyileştiremediği bir yarası daha tüm çıplaklığı ile yeniden ortaya çıkacak. Ali Aydın, çektiği ilk filminin Venedik gibi önemli bir festivalde dünya prömiyeri yapacak olmasının heyecanını elbet yaşıyor. Ama onu daha da heyecanlandıran şey başka: "Filmin Venedik'te gösterilecek olması, kayıp hikayelerinden daha fazla insanın haberdar olmasına neden olacak. Önemli olan bu." Küf, Türkiye'de muhtemel Antalya Film Festivali'nde ilk defa gösterilecek. Ama şimdiden söyleyelim, oğlunu arayan babayı canlandıran Ercan Kesal'i, Ali Aydın'ı ve Küf'ü biz çok konuşacağız...

 

BU BELLEKLE YAŞAMAK İNSANI RAHATSIZ EDİYOR

Ali Aydın, yola politik bir film yapmak için çıkmadığını söylüyor, "Sadece beni vicdanen rahatsız eden bir meseleyi biçimlendirmek üzere yola çıktım, " diyor. Aydın bu vicdani rahatsızlığı, geçmişi hep unutturulmaya çalışılan Türkiye'de birçok insanın yaşadığını düşünüyor: "Köprüde Buluşmalar için Türkiye gelen uluslararası bir fonun temsilcisi bana 'Burada bulunan insanların ülkesinin geçmişiyle ilgili ne kadar çok derdi var?' demişti. Evet bir dert var, çünkü hiçbir şeyi çözüme ulaştırmadan günlerimizi geçiyoruz. Çözüme ulaştırmadığımız sorunların üzeri kapatılmak isteniyor. Hep, güllük gülistanlık bir ülkede yaşadığımız söyleniyor. Ama bu bellekle yaşamak da insanı rahatsız ediyor. Bu rahatsızlık sonucu da mutlaka bir şeyler ortaya çıkıyor. Bende Küf olarak ortaya çıktı."

 

O ACIYLA EMPATİ KURAMAZSINIZ

Oğullarını, eşlerini arayan kadınlar, analar... Türkiye'de faili meçhul kayıplar söz konusu olunca hep onları gördük. Küf'te ise bir babanın yaşadıklarını izliyoruz. Aydın'ın faili meçhul kayıp öyküsünü bir baba üzerinden anlatması boşuna değil, bilinçli bir seçim: "Ne kadar ilgili olursanız olun, onlarla birlikte yürüyün, hikayelerini öğrenin o annelerle aranızda bir mesafe oluyor. Çünkü o acıyla empati kuramıyorsunuz. O acı öyle bir acı ki, ancak yaşayan biliyor. Bunu hissediyorsunuz. Ben dahil toplumun büyük bir kısmı Cumartesi Anneleri'nin hikayesini biliyor ama bildiği kadar da uzaklar. Açıkçası Cumartesi Anneleri çok onurlu bir mücadele veriyor. Bu mücadelenin verdiği duygunun istismar edilmesini istemediğim için kayıp öyküsünü baba üzerinden anlattım. Filmi insanlar izlediği zaman bir mesafe olduğunu görecektir. Hep bugüne kadar faili meçhullere dışardan bakıldığı için ben de dışardan bakarak bir hikaye anlattım."