Kutluğ Ataman'ın ayrılmasıyla boşalan Altın Portakal jürisinde görev alan senarist, yönetmen Barış Pirhasan, Sayım Çınar'ın sorularını yanıtladı...

 

SAYIM ÇINAR / MEDYATAVA

 

49. Altın Portakal jürisinin yeni ismi usta yönetmen Barış Pirhasan oldu. Pirhasan, usta bir yönetmen olduğu kadar usta bir senaryo yazarı ve şair. Aşkla Kedi Arasındaki Yedi Benzerlik adlı imzalı şiir kitabını bana oyuncu Eylem Yıldız ulaştırdı. Kitaptaki “Rüya” adlı şiir Eylem’e yazılmıştı. Şiir çıplak duyguları giydirmektir. Düş şairin ödülüdür. Kitapta yer alan “Amerika İyi Olsaydı” isimli şiirini çok sevdim. Yeni Türkü’nün icra ettiği e. e. cummings’e ait “Yağmurun Elleri” onun çevirisidir. Yolun açık olsun Barış Pirhasan!

 

Levent Kırca ve Kutluğ Ataman'ın ayrılmasıyla boşalan Altın Portakal jürisinin yeni üyesi siz oldunuz... Bu aşamaya nasıl geldiniz?

Ben jüri üyeliği önerilerini kabul etmiyorum. Sevdiğim bir konum değil jüri üyesi olmak. Festivalden aradıklarında kendilerinden beni affetmelerini rica ettim. Ama daha sonra çıkan tartışmaları izleyince, Hülya Hanım’ın başkanlığındaki jüriye katılmanın keyifli ve doğru olduğu kanısına vardım. Telefon edip kendim gönüllü oldum.

 

Sizin aynı zamanda şair tarafınız da var. Aşkla Kedi Arasındaki Yedi Benzerlik kitabınızı okuyanlar, “Amerika İyi Olsaydı” adlı şiirinizi nasıl buluyorlar?

Bilmem... Benim dar bir çevrem var. Onlarla bu şiiri paylaşmıştım zaten. Sonra dergide yayınlandı. Kitabı okuyan kaç kişi var onu da bilmiyorum. Hem şiir üzerine, hele kendi şiirlerim üzerine konuşma alışkanlığım yok. Sevenler olmuştur. İnanan olmuş mudur, bilemem...

 

Türkiye’de çok şair var ama kitapları çok az satıyor. Siz bu durumu neye bağlıyorsunuz?

Çok satan şiir kitapları da var. Bu biraz da şairin tercihi. Onlar gibi yazsınlar, çok satsın...

 

Bir Gün Tek Başına’yı filme çekmeyi düşünüyor musunuz?

Düşünmekle kalmıyorum uğraşıyorum. Ama bir türlü olmadı işte. Uğraşmaya devam...

 

Antalya Türk sinemasını gazlamış, Yeşilçam’ı Yeşilçam yapmıştır. Altın Portakal’ın Türk sinemasıyla nasıl bir ilişkisi var?

Antalya Film Festivali'ne ilk gittiğimde 13 yaşımdaydım. Vedat Türkali'nin yazdığı ve Ertem Göreç'in çektiği "Karanlıkta Uyananlar" filmi yarışmadaydı. Biz de ailecek onun için gitmiştik. O yıl gerginlikler yaşandı, bu "komünist" filmi protesto eden, hatta filmin ekibine sopa çekme hazırlıkları yapan bir grup sağcı militan vardı. Ben 1996'da, bu kez "Usta Beni Öldürsene" filminin yazar-yönetmeni olarak festivaldeydim. En iyi senaryo ödülünün yanı sıra, filme verilen üçüncülük ödülünü, bu militan grubun yöneticilerinden birinin elinden almak nasip oldu. Bu festivali hep sevdim. Türkiye'yi yansıtmayı ve sinemayı sevdirmeyi başaran bir şenliktir Antalya.

 

Önceki yıllarda festivali takip etmek üzere Antalya’ya gelen bir takım gazetecileri havuz başında dedikodu yaparken görüyorduk, festivalle ilgili, sinemamızla ilgili gelişmeleri geniş halk kitlelerine taşıması gereken gazetecilerin festivalle daha fazla ilgili olabilmesi için neler yapmak gerekiyor?

Antalya bu konuda başarılı bence. Tüm festival tarihi boyunca devletin müdahaleleri büyük ölçüde engelleyici, sakatlayıcı, kimi zaman sabote edici oldu. Ama kendi mecrasında akıp bugüne gelmeyi başaran, kimi ağırbaşlı, kimi haşarı bir festivalimizdir Antalya.

 

Medyadan hep uzak bir haliniz var. Neden bu kadar medyadan kendinizi uzak tutuyorsunuz?

Ne zor soru! Bunu kendilerine sormalı. Hem genellemek doğru değil. Bu konuda yargılayıcı olmak bana düşmez. Medyadan uzak değilim ki. Berlin'deyken bile bulabildiğim gazeteleri okurum. İnternetten izlerim. Ama benim medyada görünür olmamamın nedenini soruyorsanız, cevap basit: Bir İŞ yaptığımda, o İŞ'le ilgilenen medyaya hep açık olmuşumdur. İŞ'in uyandırdığı ilginin belli bir ömrü var. Bu ömrü kişisel yaşamımla besleyip uzatmayı hiç düşünmedim. Gerekir mi?