Genç Karl Marx adlı yeni filmiyle katılımcı film yapımcısı Raoul Peck, Genç Karl Marx fikrinin nasıl ortaya çıktığını, filmin yapım aşamasını, mali zorlukları ve izleyeceğinin tepkisine yönelik değerlendirmelerde bulundu.

Raoul Peck, “Kendi sözlerinden hareketle somut yaşamlarında Marx, Engels ve Marx’ın genç eşi Jenny’yi göstermek istedim. Gençtirler, yirmili yaşlardadırlar, isyankârdırlar ve dünyayı değiştirmede gözleri vardır. Filmin kalbi işte bu. Başından beri amacım bu görkemli hikâyenin bugünkü gençlere ilham vermesi ve mücadelelerini beslemesidir“ diyor.

“Bugün bilgisizlik içinde yüzüyoruz” diyen Peck, “Marx benim için ilham verici olan şu tümceyi söyler: “Bilgisizlik hiç kimseye yardımcı olmadı.” Oysa bugün bilgisizlik içinde yüzüyoruz. Diğerini bilmeme, tarihini bilmeme. Göçmenleri bize sinsice tehdit olarak sunuyorlar. Avrupa kendi içine kapanıyor. Çöküşün, saltanatın sonu reçeteleri devreye giriyor. Diyalektik olarak düşünmeyi  yeniden öğrenmemiz gerek, saklı bağlantıları ortaya çıkararak, olguları tarihselliğin içine koyarak” ifadelerini kullanıyor.

Raoul Peck, Humanité gazetesinden Laurent Etre’ın sorularını yanıtladı.

Sendika. Org’dan İsmail Kılınç’ın  Fransızca’dan çevirdiği söyleşi şöyle:

*L.E.: Genç Karl Marx filminin düşüncesi nasıl doğdu?

R.P.: İlk başta, Arte’den Pierrette Ominetti rica etti. Ben kendi başıma bir Fransız TV kanalına Marx’la ilgili bir film yapmayı önermeye cesaret edemezdim. 2008 finansal bunalımından önceki günlerde olduğumuzu unutmayalım. Kapitalizmin tarihin aşılamayacak ufku olduğu düşüncesi hala baskındır; “Sınıf mücadelesinden” söz etmek bir sapıtma hali olarak algılanır. Sermaye her alanda kazanmıştır. Her ne olursa olsun, Arte bu konuda çalışmamı önerdiğinde hemen fırsatı yakaladım. Çünkü benim için Marx her zaman vazgeçilmezdi. İçinde yaşadığımız (kaptalist) toplumu O’nun düşüncesine, kurduğu kavramlara ve açıklama şemasına başvurmadan açıklayamayız. İşe hevesle koyuldum. Ama belirli bir zaman sonra projenin genişliğini görünce ve kurgu-belgesel olarak konuyu ele almanın etkin bir biçimini bulmayı başaramadan, saf bir kurguya döndüm ve kendi üretim şirketim olan Velvet Film’le bunu yapmaya karar verdim. Neden gençlik yıllarına odaklanmayı seçtiniz?

Hemen “sakallı yaşlıyla” karşı karşıya gelemeyeceğimi biliyordum. Çünkü, bu durumda,  eserinin konusu olduğu araçsallaştırmayı ve biçimsizleştirmeleri bozguna uğratmak için bir değil on film yapmam gerekirdi. Bu nedenle, düşüncesinin doğduğu oluşuma kendimi verdim. Bu dönem doktora tezinden (1841) Komünist Parti Manifestosu’na (1848) giden dönemi kapsar. İşte bu yıllarda toplumların tarihi bilimini ele alma tutkusu doğar. Ve her şey buradadır.

*Marksizmin tarihinde, Genç Marx’ın anımsanması, Fransa’da 1960 yıllarında Louis Althusser ile olan “hümanizm tartışması”na gönderme yapar. Althusser, hümanizma ideali taşıyan genç Marx ile tümüyle “bilimsel” olan Kapital’in olgunluğu arasında “epistemolojik bir kesinti” olduğunu ileri sürer. Kafanızda bu düşünce var mıydı?

Bu tartışmayı tabii ki biliyorum. Ama bu durumda, hayır bu benim girişimimin arka planı değildi. Açık seçikçe, sadece mektuplaşmalara dayanarak “Marx” uzmanlarına, yorumlarına mesafe koymakla işe başladım. Kendi sözlerinden hareketle somut yaşamlarında Marx, Engels ve Marx’ın genç eşi Jenny’yi göstermek istedim. Gençtirler, yirmili yaşlardadırlar, isyankârdırlar ve dünyayı değiştirmede gözleri vardır. Filmin kalbi işte bu. Başından beri amacım bu görkemli hikâyenin bugünkü gençlere ilham vermesi ve mücadelelerini beslemesidir. Bu filmi dikiz aynasına bakarak değil öne doğru, bugüne ve geleceğe bakarak yaptım. Bu film, üç gencin dönemlerinde yaptığı gibi, önceden sınır koymaksızın yaşamını ele almaya, değiştirilmesi gerekli olanları değiştirmeye bir çağrıdır. Tarihinizi öğrenin, ilk başta dağınık gibi görünen olaylar arasında bağları saptamayı öğrenin, entelektüel olarak silahlanın, örgütlenin ve mücadele edin. İşte çalışma budur. İleti de budur.

*Filminizde “Adalet için Birlik”in “Komünistler Birliği”ne dönüşmesini yöneten tartışmalara yoğunlaşan bir sahne var. Engels’in düşüncesinde bilimselliğin gerekliliği önemli görülüyor ve Marx ile paylaştığı düşünceleri savunmak için tribüne çıkıyor…

Evet. Romantizmden çıkmanın gerekliliğini öne çıkarıyor. Adalet için Birlik’in şiarı “tüm insanlar kardeştir” idi. Engels toplumsal çelişkilerin gerçeğiyle bu sloganı belagatla karşı karşıya getiriyor. Gerçekten, patron ile işçi, sömüren ile sömürülen kardeş olabilir düşüncesi nasıl desteklenebilir? Hayır, besbelli ki tüm insanlar kardeş değildir. Yeni bir slogan kendini kabul ettirir: “Tüm ülkelerin işçileri (proleterleri) birleşin!” Tabii ki, bugün işçi (proleter) deyimi içine neyi koyacağımız bize bağlı.

*Filmin ana düşüncesi bu değil midir? Gerçeğe ideali yapıştıran ütopik sosyalizme karşı gerçeğin çelişkilerinden hareketle idealin gerçekleşmesine gitmek için komünizmin olgunlaşmasını gösterme şeklinde olunca, işçilerin elini kolunu bağlamıyor mu?

O dönemin insanlarının kafasındaki yanıtlar yaşadıkları zamanın yanıtlarıdır. Fransız Devrimi’nden sonra sanayi devriminin başındayız. Tarihi insanların yaptığını anlamaya başlarken yeni fabrikalar aracılığıyla emeğin yeni bir yabancılaşması devreye girer. Bu çelişkili bağlam Fourier’nin falansterleri gibi yeni ütopyaların gelişmesini destekler. Ama Marx’ın yeni doğmakta olan işçi hareketi düşüncesini, toplumun yapılarının titiz bir çözümlemesinden hareketle tümüyle yenileştirdiği doğrudur. O’nun için, bu daha sonra hangi yönde-birlikte-gidileceği konusunda karar vermek için tek gerçek yöntemdir. Almancada fiil tümcenin sonunda yer alır. Bu da bir şeyi söylemeden önce ne diyeceğimizi söylemeye kafa yormaktır. Bu yapılaştırıcı bir dildir. Filmde, mülkiyet sorunu konusunda Marx’ın Proudhon’un savunmalarını dürttüğü sahne bu kültürel farklılığı gösterir. “Mülkiyet hırsızlıktır” kararını veren Proudhon karşısında, Marx “Hangi mülkiyet?” der ve olayın peşini bırakmaz. Bu tür genellemelerde yetinmez.

*Kâğıt üzerinde bilgili olmayanları bezdiren karmaşık felsefi tartışmaları ekranda nasıl çekici hale getirebildiniz?

Bunu başarmak on yılımızı aldı (gülüşmeler). Gizemli bir yanı yok. Senaryonun ilk taslağı daha öğretici idi. Her versiyondan sonra sinemaya yaklaşmak için çok çalışmak gerekti. Ama gerçeğe dayalı, sıkı bir sinema! Bir şey icat etmedik. Senarist arkadaşım Pascal Bonitzer’in yeteneğine güvendim ve temeli ve konunun kesinliğini terk etmeden, çok kuramsal olan sahneleri canlı sahnelere dönüştürmeyi başardı. Öncelikle tiyatrodan gelen oyuncuları seçtim: August Dehl (Karl Marx), Stefan Konarske (F.Engels) ve Vicky Krieps (Jenny Marx). Bunlar gerçek kişileri yaratabilen insanlar. Diyalog ayakta durmanın, hareket etmenin, oturmanın biçimidir sessizliğin değil.

Filmi çekme biçimimde, çoğu kez sekans-planlara başvururum. Bunlar oyunculara gerçek bir ilham sunar ve kişiliklerini gerçekten biçimlendirmeyi sağlar.

*Marx’tan aklınızda kalan güçlü düşünceler nelerdir?

Sadece kuramsal kısmı ele alan çağdaşlarımın aksine, benim için Marx doymak bilmez bir merakla dünyayı kavramanın bir biçimdir. Dönemin Alman ütopyacı sosyalizminin belli başlı siması olan Wilhelm Weiting ile unutulmayan atışmasında, Marx benim için ilham verici olan şu tümceyi söyler: “Bilgisizlik hiç kimseye yardımcı olmadı.” Oysa bugün bilgisizlik içinde yüzüyoruz. Diğerini bilmeme, tarihini bilmeme. Göçmenleri bize sinsice tehdit olarak sunuyorlar. Avrupa kendi içine kapanıyor. Çöküşün, saltanatın sonu reçeteleri devreye giriyor. Diyalektik olarak düşünmeyi  yeniden öğrenmemiz gerek, saklı bağlantıları ortaya çıkararak, olguları tarihselliğin içine koyarak.  Bu dünyada birkaç tarih yok, her şeyin bağlı olduğu tek bir tarih var. Dünyanın bir yerinde zenginliğin yaratılması başka bir yörede fakirliğin yaratılmasına eşlik eder. Bir firma bir bölgeyi terk ettiğinde işsizlik ve sefalet yaratır ama uçup gitmez. Ücretlerin düşük olduğu, sermaye-emek güç ilişkisinin sermaye lehinde olduğu yere, başka bir yere sömürmeye gider.  Özellikle, bu yer neresi olursa olsun, yararlananlar zenginliği yaratanlar değil ama mülk sahipleri, hisse senedi sahipleridir.

*Filminiz kapitalist toplumun sınıf yarılmalarına parmak basıyor. Gösteri sanayinin düzeyinde değil. Tuzaklarla karşılaşmadınız mı?

Tabii ki evet. Marx üzerine bu film, türünde Batı’da bir ilk. Tabii ki haliyle engellerin ortaya çıkmasını bekliyorsunuz. Önce, belirli bir otosansür var. Ben bile içine düştüm. Ama kolayca içinden sıyrıldım. Çalışmaya başladığımda, projenin yönü konusunda hiç kimse müdahale etmedi.  Zaten müsamaha da göstermezdim. Finansman konusunda kimi açığa çıkan olaylara tanık olduk. Her şeyden önce, Avrupa çerçevesinde size bir bütçe elde etmeyi sağlayan kurumlar yardımıyla, geniş demokratik bir sisteme dayandığımı söylemeliyim. Amerikan yatırımlarıyla bu filmi hiçbir şekilde yapamayacağımı söyleyebilirim. Tahmin edersiniz… Dolayısıyla, sorunuza gelirsek, Fransa ve Belçika’da, tahmin ettiğimiz finansmanları elde ettik. Şaşkınlık Almanya’dan geldi. Orada ilk başta, reddetme tepkileriyle karşı karşıya geldik. Film destekleme Fransız-Alman komisyonuna filmimizi sunduğumuzda, üye üç Alman karşı oy kullandı, üç Fransız’dan biri de. Bu Fransız, Alman kökenliydi. Bir rastlantı olduğuna inanmıyorum.

Entelektüel varlıklarıyla ilgili bir kişiyle ilgili Alman olmayan birinin bir film yapmasını pek beğenmediler. Buradan hareketle, olayı siyasileştirdik ve Alman ortaklarımıza sunduk. Eski Doğu Almanya’da bir yardım komisyonu önünde çelişkili olarak bir engel ortadan kalktı. Sonrası daha kolay oldu. Buna karşın, esas skandal sinemaya yardım eden Avrupa kurumu olan Euroimages’ın davranışı oldu. Özetle şunu söylediler: “Stalin olmadan Marx’la ilgili film yapmak söz konusu olamaz.” İçerikle ilgili soruşturma yapmayan, ama bir film projesinin finansmanı ve esenliği hakkında karar veren bir kurum için bu siyasi bir sansür eylemidir. Avrupa’da sinema konusunda en önemli üç ulusun (Fransa, Belçika ve Almanya) desteklediği bir proje Güney Kıbrıs tarafından ve birkaç diğer ülke tarafından siyasi nedenlerle elendi!

*Filminiz geniş bir kitleye ulaşmayı amaçlıyor. Ama Kapital’in yazarının mirasında kendilerini gören seyirciler ne diyor?

Genç Karl Marx baskıcı, otoriter mantık içinde yolunu şaşıranları sorguluyor ve örgütlenme aşamasında olan işçi hareketi içinde Marx ve Engels’in de katıldığı demokratik köpürmeleri gösteriyor. İki arkadaş serttirler; açıktan açığa söylerler ama tartışmaya açıktırlar, dinleyicilerini ikna etmekten vazgeçmezler. Filmin tüm radikalliği burada; demokratik davranışın değiştirici erimini göstermek, özellikle berrak bir düşüncenin gerekliliğini… Geniş anlamda, ilerici kamp, bir çatışmadan diğerine gerçek olarak özeleştiri yapamadı. Oysa, başka bir mücadeleye başlamak için hatalarla, başıboşluklarla, yanılgılarla ve suçlarla yüzleşmek ve bunu demokraside yapmak gerekir.