Bekir Avcı / Demokrat Haber

Michel Foucault, 17. yüzyıldan itibaren cinselliğin adını anmanın, daha güç ve daha tehlikeli olduğunu söyler. Bu dönemden sonra doğan 'modern utanma'nın, söylemeye bile gerek duymadan, salt birbirine gönderide bulunan yasakların yardımıyla cinsellikten söz edilmemesini sağladığını belirten filozof, bunun açık bir 'sansür' olduğunun altını çizer.

Foucault'ya göre, 18. yüzyıla kadar cinsel alışkanlıkları Kilise Hukuku, Hıristiyan Öğretisi ve Medeni Kanun kodlamaları düzene koyarken; 19. ve 20. yüzyılda ise bu durum, devletin, yurttaşlarının cinselliğinin ne durumda olduğunu ve onu nasıl kullandıklarını bilmesiyle yer değiştirir.  

İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılda ise mekanizma, bir önceki yüzyılın devamcısı niteliğindedir. Cinsellik üzerinde sansür uygulayıcı olarak devlet, gene baş aktör durumundadır.

İÇERİ VE DIŞARININ SINIRLARI YA DA TELEVİZYON'UN 'DIŞARI' ÖZELLİĞİ

"Devletin, 'meşru olmayan' cinselliklere ayırdığı yerin, genelevler" olduğunu da belirtir Foucault.

Bu 'gayrimeşru ilişkilerin' oralardan dışarı fışkırması ise -bugün de olduğu gibi- devlet erbapları tarafından tepkiyle karşılanmaktadır. 'Dışarısı' ise genelevin dışındaki hemen 'her yerdir'; yürüdüğümüz sokaklar, oturduğumuz cafeler, kamusal her türlü alan ve gene kamusal bir alan olarak işlev gören, hayatlarımızın neredeyse odağında yer alan televizyon.

Bir çokluğa hitap eden, kamusal bir alan olarak görülen, herkesi ve her şeyi kucaklama özelliğini kendinde barındıran televizyonda 'gösterilen' ya da görüntüye gelen 'şey' de bu yüzden iktidar mensupları için önemli.

Televizyonu genelevin 'dışarısı' olarak belleyen devlet temsilcilerinden birisi de kuşkusuz Başbakan Recep Tayyip Erdoğan. Ona göre 'cinselliği' konu alan bu kamusal alan, tarihi saptıran da olabiliyor, ahlaksız da, suçlu da ve yargılanması gereken de.

SURİYE'DEN MUHTEŞEM YÜZYIL'A YA DA SAVAŞTAN CİNSELLİĞE

Erdoğan'ın, geçtiğimiz günlerde (25 Kasım), Suriye sınırına yerleştirilmek üzere NATO'dan talep edilen Patriot füzeleriyle ilgili yaptığı açıklamasında da bu bakış açısı görülmekte.

"Yurtta sulh, cihanda sulh" sözleriyle başlanan konuşma, 'saldırı' hazırlığının 'savunma' amacına devşirildiği bir demece dönüşürken; sözler dönüp dolaşıp ecdada, cedde dayanıveriyor birden bire.

Ve yine o malum konu oturuveriyor Erdoğan'ın gündemine: Cinsellik.

Erdoğan'ın Suriye'ye uyarısıyla başlayan, birdenbire savaş ve cinsellik konusuna bağlanan ve bir televizyon dizisi olan Muhteşem Yüzyıl'a çarpıveren demeci şöyle devam ediyor:

"Bizim öyle bir ecdadımız yok. Biz öyle bir Kanuni, öyle bir Sultan Süleyman tanımadık. Onun ömrünün 30 yılı at sırtında geçti. Sarayda o gördüğünüz dizilerdeki gibi geçmedi. Bunu çok iyi bilmeniz lazım. Bunu çok iyi anlamanız lazım. Ben o dizilerin yönetmenlerini de o televizyonun sahiplerini de milletimin huzurunda kınıyorum. Bu konuda da ilgilileri uyarmamıza rağmen yargının da gerekli kararı vermesini bekliyoruz.''

ERDOĞAN'IN AT-AVRAT-SİLAH ÜÇLEMESİ

Aslında Başbakan'ın atıfta bulunduğu dizi üzerinden dokunduğu konu, 'saraydaki ilişkiler' noktasından, dönüp dolaşıp gene 'cinselliğe' dayanıyor denilebilir. Çünkü Kanuni'nin saray ilişkilerinin 'gösterildiği gibi olmadığının' altını çiziyor Erdoğan konuşmasında.

Kısaca Erdoğan her türlü 'kadın-erkek ilişkisini' topyekun bir 'cinsellik' yorumuyla ele alıyor.

Ve köpürüyor sonra da; aynı demecinde şu 'at-avrat-silah' kuralının da altını çiziyor bir yandan:

'At sırtında' diyor; 'saraydaki gibi'lerin 'gibi'siyle gizli özne olarak saklanılan 'avrat'a göndermede bulunuluyor; öncesinde de 'silah' denilmişti -ki günümüzde Patriot pek ala aynı anlamda kullanılabilir.  

İğrenç bir erkek sloganı; ama iktidar olarak erkeği en iyi temsil eden bir slogan.

İşte Erdoğan'ın o sloganı çıkıyor karşımıza: At-avrat-silah!

ERDOĞAN'IN SÖYLEMİNDE SAVAŞ VE CİNSELLİK

Erdoğan'ın söylemlerinde, savaş ve cinsellik sıkça bir içiçeliğe iteklenirken, söylemin sonunda da muhakkak bu iki olgu birleştiriveriliyor. Erdoğan'ın 'savaş söylemlerine' dikkat edildiğinde, top, tüfek, füze ve bomba ile cinselliği ve cinsiyetçiliği bir araya nasıl getirdiği de daha çıplak bir şekilde göze çarpacaktır zaten.

İçinde 'füzelerin' ve 'bombaların' olduğu Roboski Katliamı gündemdeyken, konunun birden bire "kürtaj cinayettir"e dayandırılması da buna örnek aslında.

Son söyleme bir de 'at' eklendi ki, o erkek mottosu tamamlanmış oldu.

CİNSELLİĞE ETKİ YAPAN O MİNNACIK ŞİDDETLER

Gene Erdoğan'ın Muhteşem Yüzyıl dizisine yönelik asıl tehdidi de 'tarih anlatısına' değildir; bahsettiğimiz gibi buradaki tepki cinselliğedir.

Yoksa Muhteşem Yüzyıl adlı dizi, hikayedeki detaylandırılmış ilişkiler dışında, bize, şu okullarda okuduğumuz milliyetçi tarih derslerindekilerden başkaca bir bilgi vermemektedir. Çünkü, 'ilişkilerin' yanı sıra,  bir yandan, Kanuni'nin şanlı 'iktidar yürüyüşü' ve 'muhteşem yüzyılı' anlatılır durur dizide.  

Bu noktada Foucault'ya tekrar dönersek eğer, onun dikkat çektiği şu nokta, konuyu daha iyi değerlendirmek açısından yerinde olacaktır:

"Cinsellik üzerinde etki yapan bütün minnacık şiddetleri, ona çevrilen bütün bulanık bakışları, büyük İktidar'ın tek biçimine bağlamaktansa, çoğul ve hareketli iktidar ilişkileri alanındaki cinselliğe ilişkin bol söylem üretimini su yüzüne çıkarmak gerekir."

Erdoğan'ın, her türlü 'anlatı türüne' (dizi, sinema, gazete, resim, tarih vs.) sinen cinsellik gerçeğine karşı oluşu; -ki o türlerdeki cinsellik anlatıları da büyük oranda problemli ve bu ayrı bir tartışma konusu-  ve gene Erdoğan'ın kendi söylemini bu türlere ve tüm bir topluma dayatma çabası, gerçekten de içinden çıkılmaz bir girdap.

Ya da zaten tek tipleşmenin sınırında çırpınan cinsel 'söylem bolluğu', şimdi de tek kişinin tekeline alınmaya çalışılıyor da denilebilir.  

DIGIDIK DIGIDIK...

Kısacası son Muhteşem Yüzyıl hadisesiyle, Erdoğan'ın 'sansür' skalasının genişliğini bir kez daha görmüş olduk. Kadına kaç çocuk yapması gerektiğini söyleyen bir Başbakan'ın bu çıkışı şaşırtıcı değil elbet, ancak bu durumun korkutucu olmadığını kim söyleyebilir?

Erdoğan'ın cinsellik konusundaki 'minnacık şiddetler' ve 'bulanık bakışlarla' süslü "söylemleri", onu ele geçirmiş ve güçlendirmiş durumda.

Ne yapmalı? Atlara atlayıp, bu girdaptan 'dıgıdık dıgıdık' kaçmalı mı?  Ama nereye?

(Yazıda Michel Foucault'nun 'Cinselliğin Tarihi' eserinden yararlanılmıştır)