Serdar Korucu / BirGün

Kaymakamlıktan gelen tebliğle Çarşamba günü Duru Tiyatro’yu boşaltmak zorunda olduklarını Twitter üzerinden duyuran Emre Kınay “Türkiye’de tiyatro yapıyorsan felaketlere hazırlıklısındır. Müslüman mahallesinde salyangoz satıyorsun” diyor.

Büyük bir nükleer felaketin ardından sığınakta kalmış iki genç… Bir faşist erkek… Karşısında ona direnmeye çalışan genç bir kadın… Emre Kınay’ın kızının adını taşıyan Duru Tiyatro’da Ahu Türkpençe ile sahneye koydukları Dennis Kelly’nin yazdığı “Sondan Sonra” oyununda adı açıkça konmasa da “her şeyi karşısındakinin iyiliği için yaptığını” savunan bir diktatör geliyor sahneye… Gitgide sertleşen tonuyla karşısındakine diz çöktürmeye çalışması ve şiddetin şiddet doğurmasıyla… Akla bugünün siyasetinin “yeni” ve “ileri” ile başlayan terimlerini getiren oyunun zamanlaması da manidar. Ne de olsa Kadıköy Anadolu Lisesi içindeki Duru Tiyatro bu oyunu kendisini kapatmaya çalışan mekanizmalara inat sahneye koyuyor…

Emre Kınay ile hem yılan hikayesine dönen hukuk mücadelesini hem de faşizm eleştirisi taşıyan oyununu konuştuk…


Nasıl başladı bu hikaye?

2007’de 10 yıllık anlaşma yaptık. Buraya pek çok şey yapacak karşılığında da cüzi bir kira verecektik. 2017’de ise yeniden masaya oturacaktık. Buraya yaptıklarım da artık demirbaş olarak kalacaktı. Fakat devlet 3,5 yıl sonra caydı.

Size neden açıkladılar mı?

Gerekçesi yok. Milli Eğitim Bakanlığı’nın kantinleri düzenleyen bir maddesi değişti. Fakat ne hikmetse bizim kantinci hiç etkilenmedi. O hala devam ediyor. Ülker’in Basketbol takımı da çalışmalarını sürdürüyor. Ne kantini okul kendi parasıyla, spor salonu Spor Bakanlığı’nın katkılarıylaydı. Ama ben kendi paramla yaptırdığım yerden çıkartılıyorum. Tetikçi okul müdürü olsa da işin sahibi başka.

Peki bu “gerçek sahip”leri sizin oyununuzdaki faşist karaktere benzetiyor musunuz?

Tabi ki. Onun gibi bu yaptıklarının hepsi bizim “iyiliğimiz” için. Ondan şüphe duymuyorum. “Niye bu kadar masraf ediyorsun, halbuki yapmasan cebinde bu kadar para kalır” diyen siyasi bile oldu. Ama Londra’da yapsaydım herhalde “yardımcı sir” unvanı filan alırdım.

Uzlaşma yolunda hiç adım geldi mi?

Ben çok adım attım. Bu inşaat masrafına karşı cüzi rakam belirlenmişti dedim.

O cüzi kirayla ilgili de tartışmalar olmuştu.

1500 TL filan gibi rakamlar ortada dolanıyor. Öyle bir şeyyok tabi. 4 yıllık kullanımıma rağmen mahkemenin yaptığı tespitle Milli Eğitim Bakanlığı beni tahliye ederse 308 bin lira devlet para ödemesi gerekiyor.

Peki siz oyununuzdaki karakterler gibi başınıza gelecek felakete hazırlıklı mıydınız?

Türkiye’de tiyatro yapıyorsan felaketlere hazırlıklısındır. Burada tiyatro yapmak dağ komandosu olmak gibi. Müslüman mahallesinde salyangoz satıyorsun.

DEVLETE DEĞİL HÜKÜMETE GÜVENMİYORUM

Anlaşmaya imza koyarken B planınız var mıydı?

Ben devlete hep güvendim hala da güveniyorum. Ben hükümete güvenmekle hata ettim. Devlete karşı olmakla hükümete karşı olmak arasında fark var. Devlet bir yapı ben onun bir parçasıyım. Vatandaş olarak baktığında biz olduğumuz için devlet var. Hükümet dediğimiz bizim tercihlerimiz nedeniyle o devlet mekanizmasını çalıştırmaya gelenler. Ben artık bu devleti seçimle yönetmeye gelen hükümete güvenmiyorum. Çünkü benim mağduriyetimin nedeni hükümetin kanun hükmünde kararlarla yönetmesi. Yoksa benim buradaki tüm yaptıklarım anayasanın 64. Maddesi ile koruma altında.

Muhalefete güvenebiliyor musunuz?

Ona da hiç güvenmiyorum. En zor durumda olanlar bizleriz. En azından hükümete güvenenlerin karşısında bir parti var. Ve her şeyi de kötü yaptıklarını söyleyemeyiz. Ama kültür sanat alanında bir facia yönetim gösterdiler. Bundan sonra da olacaklarsa bu faciayı daha da büyüteceklerini düşünüyorum. Kültür sanat yönetimi yardım bulmak değildir. Yardımı 4 ayrı isimle başvuran aynı kişiye yapıyorlar. Bunun hepsini biliyoruz. Kimi kandırıyorlar? Fakat muhalefet partilerini de desteklemiyorum. Ben ne yapacağım?

Siz desteklemeseniz de bir sanatçı olarak muhalefetin size desteği var mı?

Muhalefetin destekleyebilmesi için parti programlarının gerçek anlamda sosyal demokrat olması gerekiyor. Türkiye’de ne yazık ki sosyal demokrat parti yok.

BAKAN OLMAK MÜFETTİŞLİĞE ÇIKMAK DEĞİL Kİ!

Ancak bulunduğunuz ilçe bir AK Parti belediyesi değil. Kadıköy’ün CHP’li belediyesinin yaklaşımı nasıl oldu?

Davet var ama faaliyet yok. Duru Tiyatro kurulduğundan bu yana zor zamanlarımızda ki bu hiç bitmedi, Belediye Başkanı Selami Öztürk hep aradı. Ama çözüme yönelik hiçbir katkısını görmedim. Buradan tahliye edilirsek buradaki biletlerle seyirciyi mağdur etmemek için başka kültür merkezlerindeki oyunları seyredebilmelerini istedik. Bunda da ayrıcalığımız yok. Ama bu tiyatronun başındaki tahliye konusunda herhangi bir desteğini görmedi.

Bu durumun nedeni sizce ne?

Aslında çok genel bir nedeni var. Bu topraklar Rönesans’ı yaşamadı. Egemen iktidarların ve muhalefetlerin anladığı gibi bir sanat yok. Mesela son olarak Kültür Bakanı kaybolan tabloların peşine düşmüş. Bakan olmak müfettişliğe çıkmak değil ki! Önce o eserlerin değerinin anlaşılması ve bugüne kadar bir kültür politikası bütünlüğü içinde taşınması gerekiyordu. Kültür bakanlığının sadece destek vermesi ile sınırlı değildir.

NECİP FAZIL’A BİLE SANSÜR YAPILDI!

Duru Tiyatrosu bakanlık yardımı aldı mı?

Bu sene almadık. Neden alamadığımızı da bilmiyoruz. Sevmemişler herhalde.

Daha önce almış mıydınız?

Tiyatro kurulduğundan beri iki kere almıştık.

O nasıl oldu?

Proje bazlı destek veriyorlar. Ancak bu yöntem de doğru değil. Bu sene aldığı halde iade eden arkadaşlarımız da var. Çünkü genel ahlak kuralları getirdiler. Necip Fazıl’ın Para adlı oyununu sahneye koyuyorlar. Neden oyunda “5. fasıl” yok? Çünkü bir meyhane gibi bir yerde geçiyor. Necip Fazıl’a bile sansür uygulayan bir zihniyetten bahsediyoruz.

Hepsini hükümet doğrudan mı yapıyor?

Belki de bütün bunları tamamen hükümet yapmıyordur. Aman hükümetten azar işitirim diyen kurum yöneticileri de yapıyor olabilir. En kötü olanı bir insan topluluğunu böyle düşünmek zorunda kalan tırnak içinde bir ileri demokrasi algısı yaratılmış olmasıdır.

Bu “ileri demokrasi” eleştirisini üstü kapalı da olsa oyunda veriyorsunuz.

Oyunun en başında bana ait olan çıkış cümlesi şöyleydi: Faşizm hayali bir kişi ile başlar. Destek ve taraftar bulursa devam eder. Ben deliyim diyen deli bulamayacağınız gibi ben faşistim diyen faşist de bulamazsınız. Enteresan bir paradokstur bu. Hitler tek başına hayalinde yarattığı o gotik, Ari fikrine taraftar bulmamış olsa Avusturya’daki bir akıl hastanesinde ölecekti. Onunla birlikte çıldıranlar 6 milyon insanın ölümüne sebep oldu. Yani insanı temel almayan hiçbir fraksiyon insan için faydalı olamaz. Sanat bütün bunların ortak düşmanıdır. Çünkü sanatın tek mihengi vardır: İnsan. Şu anda bütün sanatı hayattan çıkartsanıza hayattan ne kalır? Hiç kimse ölmez. Ama siyah beyaz bir dünya olur.

Şu anki durumumuz sizce nasıl?

Son derece griyiz şu an. Benim fark ettiğim yalanı benim gibi olanların fark etmiyor olmasının tek bir izahı var: Artık hareket etmeye mecali yok. Bu safhada her şey gridir. Müzik dinlemiş dinlememiş, bir oyun izlemiş izlememiş, bir farkı yoktur o zaman. Toplumun çok ciddi bir terapiye ihtiyacı var. Kendisiyle yüzleşmeye ihtiyacı var.

Sizin oyununuzdaki sürpriz son gibi bir şey ile karşılaşsak, renklerin geri dönüşü olur mu?

Bu çok uzun zaman alacak. Karşıdakinin de artık “Ben bana benziyor muyum?” diye sorma zamanı gelir. Eğer bu sorunun cevabını sizi değiştirenden almaya kalkarsanız artık siz ona dönüşmüşsünüzdür. O nedenle oyunun son sahnesini çok seviyorum. Sonunda bana çikolata getir diyecek kadar birbiriyle yakınlaşıyorlar.

Size gelen seyircileriniz ne getirsin?

Çok güzel soru. Bize gelenler yanında üç kişi getirsin. Çünkü muktedir olan “Seni isteyen yok ki, o yüzden ben de seni istemiyorum” diyor. Bu gece gördüğünde öyle değildi tablo. Ama önemli olan bugün burada olanların yenilerini getirmesi. Böylece yaşama biçimlerimize sahip çıkarız. Yoksa niçin yaşıyoruz ki?