Şenay Aydemir / Radikal

 

İki Dil Bir Bavul’ filmi 2009 yılında Altın Koza ’da ilk gösterimini yaptığında herkesin konuştuğu bir film olmuştu. Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan’ın birlikte yönettiği film o yıl ‘ Yılmaz Güney Ödülü’ne değer bulunmuştu. Özgür Doğan’ın bu kez yapımcı olarak karşımıza çıktığı ‘Babamın Sesi’ ilk kez Rotterdam Film Festivali’nde görücüye çıktı. Orhan Eskiköy bu kez hikâyenin sahibi Zeynel Doğan ile birlikte geçti kamera arkasına. Türkiye ’de ilk kez İstanbul Film Festivali’nde gösterildi. Açıkçası çok fazla ses getirdiği söylenemez. Ama Altın Koza ’da gösterildiği andan itibaren festivalin güçlü adaylardan birisi olarak adından söz ettirdi. 2 Kasım’da vizyona girecek olan filmin yönetmenleri Orhan Eskiköy ve Zeynel Doğan’ı ödül töreninin hemen sonrasında yakaladık. Hem filmlerini hem de ödül alırken yaptıkları anlamlı konuşmaları sorduk.

 

En iyi film ödülünü bekliyor muydunuz?

Orhan Eskiköy: Beklemiyordum desem kendime haksızlık ederim. Yarışmaya girdikten sonra bir beklenti tabii ki oluşuyor. Filmleri izlediğimde “Çok güçlü filmler var” dedim kendi kendime. Ama bizim filmimiz farklı; oyunculuğa bakış açımız, sesi kullanma biçimimiz farklı. Bu farklılıkların görünmesi tek istediğimdi. İstanbul Film Festivali’ndeki hayal kırıklığım buydu. Bunların fark edilmesini istiyordum. En iyi film olmazdı belki, çünkü ‘Tepenin Ardı’ çok iyi film. Ama buraya geldikten sonra seyircinin tepkisi beni çok değiştirdi. Çünkü ‘İki Dil Bir Bavul’da da böyle olmuştu. Filmin fark edileceğini öngörmüştüm ama en iyi film seçileceğini düşünmemiştim açıkçası.

 

Zeynel Doğan: Film, Rotterdam’a seçildiğinde “Seçilmiş olmak bile yeterli” diyorduk. Oraya gidip seyircinin ilgisini görünce “Filmin bir yeri var” diye düşündük. Ama seçilmedi. “Buralarda anlaşılmayız, Türkiye ’de anlaşılacak” diye düşündük. İstanbul ’daki jüriden de umutlanmıştık ama görünmedi, fazla da konuşulmadı.

 

Buradaki jüri oluştuğunda ne düşündünüz?

Doğan: Açıkçası bu jüri o kadar heyecanlandırmadı beni. Normal bir jüri olduğunu düşündüm. Türkiye’de bu riski almak zor. Yeşim Ustaoğlu, Zeki Demirkubuz gibi filmlerini izleyerek büyüdüğümüz insanlar varken beklenti duymak zor. Ama filmimizin güçlü olduğunu biliyorduk. Ama buraya geldiğimiz andan itibaren inanılmaz bir enerji oluştu. İstanbul’daki gösterimde böyle bir enerji olmamıştı.

 

Filmin hikâyesi nasıl oluştu?

Doğan: Bu kasetler elimdeyken özel bir şey olduğunu düşünüyordum. Bir dönem insanların bu ses kasetleri üzerinden haberleştiğine dair bir belgesel yapalım diye düşünüyordum. Sonra bu kasetlerin bir kısmının annemde olduğunu öğrendim. Sonra bu kasetleri keşfetme ve onlar üzerinden babamı tanımaya dönük bir fikrim vardı. Özgür Doğan ve Orhan Eskiköy’e dinlettim sesleri. Daha önce birçok insana da dinletmiştim ama ikisi çok ilgilendi. Sonra Orhan hikâyenin olanaklarının çok olduğunu ve kurmacaya doğru evrilebileceğini söyledi. Benim cesaretim yoktu. Sonra senaryo aşaması geldi ve yeni şeyler eklendi. Film kurmacaya dönünce “Anne oynayacaksın, yaşamadığın şeyleri de söyleyeceksin, kamera gelecek, ışık gelecek” diye annemi ikna etmek zorunda kaldık.

 

Bu jüri senaryo ödülünü verirken hangi detayları gördü sizce?

Eskiköy: Benim gördüğüm, senaryonun içine yerleştirdiği detayları gördüğünü düşünüyorum.

 

Ne o detaylar?

Eskiköy: Hiçbir şeyi doğrudan söylemeyen ama dolaylı ya da bağlanmış detaylar. Görsel olarak birbirine bağlanmış hikâyeleri gördüğünü düşünüyorum jürinin.

Doğan: Orhan’a ek olarak; ben ve annem böyle bir kurmacanın içine giremezdik. Ama senaryo öyle bir hale geldi ki, gerçek karakterlerden beslenen bir hikâye küçük dokunuşlarla desteklendi. Bu senaryo böyle olmasaydı aile içinde de kabul görmeyebilirdi. Senaryo, kurmaca hikâye ile aile arasında bağ kurdu?

 

Ödül töreninde ikinizin yanı sıra Menderes Samancılar ve Reis Çelik de ‘barış’ taleplerini dile getirdi. Siz böyle bir konuşma hazırlamış mıydınız?

Doğan: Film yapan herkes ödül almayı düşünür. Alırsam ne söyleyeyim diye de düşünür. Biz öyle bir gelenekten geliyoruz. Bir şeyler söylememiz gerekiyor. Tartışmak, konuşmak istiyorum. Kürsü de olanak sağlıyor. Ülkede çok kötü bir gidişat var. Umutsuzluk yaşıyoruz. Bu sorunu çözmek için bile uzun süre gerekirken, hâlâ ölümler var. Ben Diyarbakır ’da yaşıyorum. Her gece saat dörtte Diyarbakır semalarında savaş uçakları uçar ve herkes uyanır. Ya birinin oğlu dağdadır ya kardeşi ya kuzeni... Herkesin akrabası var. Ve onları öldürmeye giden uçaklar havalanmıştır. Anneler o yüzden pencerelere koşarlar...

 

Festivalde favori gösterilen iki film vardı ‘Yeraltı’ ve ‘Araf’, bu iki filmin görülmemesi jürinin yaklaşımı konusunda bir rahatsızlık yarattı. Sizin açınızdan durum nedir?

Eskiköy: Bazı filmler bizim filmi görmezden gelir, bazıları başka filmleri görmezden gelir. Matematik gibi değil.

Doğan: Ben Yeşim Ustaoğlu’nun filmleriyle büyüdüm. Aynı şey Zeki Demirkubuz için de geçerli. ‘Yeraltı’ ve ‘Araf’ çok güçlü filmler. Ama jürinin bir ödül vermesi gerekiyor. Biz de sevinçli olduğumuz bir kararla karşılaştık. Biz en iyi film ödülünü taşıyabilecek bir film yaptığımızı düşünüyoruz.

 

BAŞBAKAN’IN‘İKİ DİL BİR BAVUL’U KULLANMASI BİRAZ CAN SIKICIYDI

Ödülü alırken, Başbakan’ın sinemacılarla yaptığı toplantıya atıf yaparak “Biz sinemacılar görevimizi yaptık film çektik. Şimdi siz de yapım ve barışı tesis edin” dediniz. Başbakan’ın o toplantıdaki argümanlarından birisi de ‘İki Dil Bir Bavul’ filmiydi. Bu örnek rahatsızlık yarattı mı?

Orhan Eskiköy: Kızdım. ‘Demokratik Açılım’ konuşmalarından birisinde ‘İki Dil Bir Bavul’u örnek gösteriyor. Sonra gidip Almanya ’da anadilde eğitim talep ediyor. Memlekete dönünce de “Kürt sorunu yoktur. Kurslar açtık gitsinler öğrensinler” diyorsun. Kendi ülken için de isteyeceksin. Bu benim için kızgınlık noktası. Bir de filmin ‘demokratik açılımla’ anılması ‘devlet destekli film’ yorumlarına neden oldu. “Hayır. Biz kaç yıl önce başladık bu filme. Tesadüf” dememize rağmen duyulmadı.