Kürt müziğinin usta sesi Şiwan Perver, bir buçuk yıl kadar önce Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'la yaptığı görüşmede, Arınç'ın kendisine, "Keşke memlekete gelip Mevlanamız olsan! Gel, Mevlanamız ol!" dediğini söyledi.

Şiwan Perver, Radikal gazetesinden Sedat Yurttaş'ın sorularını yanıtladı. Perver şöyle konuştu:

İki albüm birden çıkarmış oldunuz. Şimdiden büyük bir ilgi görüyor... Bir halk, kültürüyle yaşar. Ben daha çok sanat, özellikle de yaşamda en etkili olduğuna inandığım müzikte yaşamın her alanını nakşetmek çabasındayım. Müziği, dilimi ve meselelerimi seviyorum. Kürtlerin buna ihtiyacı var. Bir süre albüm yapmadım. Ama durmadım, daha çok konuyla ilgili düşündüm, araştırdım, çalıştım ve denedim. Çevreye baktığımızda ortalığın taklit, sahte denilebilecek müzik çalışmalarıyla dolu olduğu görülür. Bence Kürt müziği bu değil. Bu sonucu sanatçıların suçu olarak da görmemek gerekir. Olanakları elvermediğinden yeterince geniş ve derin araştırma yapmadan müzik yapmak durumunda kalıyor, belki de tercih ediyorlar.

‘Şivanname 1’ albümünün diğer adı ‘Gazind/Şikâyet’. Şivan kimden şikâyetçi oluyor? Yaşamdan, yaşam tarzından. Doğrudan bir şahıstan değil. Semboliktir şikâyetim. Sözler şahsa dönük gibi görünse de esasında şahıs değildir şikâyet ettiğim.

‘Dûr Dûr/Uzak Uzak’la neyden uzaklaşıyorsunuz? Ya da hangi uzaklığı yakınlaştırmak istiyorsunuz? Kimileyin insan ne kadar fedakâr ve iyi niyetli de olsa ve ne kadar çok çaba da harcasa bir yararı olmuyor. İnsan o durumlarda uzaklaşmayı ister ki yokluğunda önemi, değeri anlaşılsın diye. Söz gelimi bugün Mam Celal’in sağlığı iyi değil, hasta. Bir dönem onu pek çok kişi ve çevre suçluyor ve arkasından ileri geri konuşuyordu. Fakat bugün ne deniliyor? “Mam Celal değerli bir şahsiyettir!” Nasıl da pek çok şeyi birbirine bağlamış. Barışa nasıl da balans verebilmiş, büyük bir role sahip olduğu anlaşılmış bulunuyor.

Türkiye’de pek çok yazar, Celal Talabani’nin varlığının, Arap-Kürt savaşının, Ortadoğu’da çıkacak bir savaşın önünü kapatan lider olduğuna inanıyor. Sizce de öyle midir? Öyledir. Bazı kimseler, bilgi, deneyim ve gerçekçi çözüm yaklaşımlarıyla doludur. Onlar topluma ve tarihe mal olmuş kimsedir. Toplumlar, o türde kimselere muhtaçtır. Mam Celal de onlardan. Şimdiki durumda Arap ve Kürtlerin durumu hiç de iyi değil. İlişkileri ayarlayacak birilerine ihtiyaç var. Umarım iyileşir...

Bir süre önce Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni ziyaret ettiğinizi biliyorum. Orada Barzani ile görüştünüz. Yakın geleceği nasıl görüyorsunuz? Kürt halkı fedakâr ve sevgi dolu bir toplumdur. Komşularını, birlikte yaşadıklarını çok sever. Bu nedenle çok da kurban vermiştir. Araplara, Farslara, Türklere çok da hizmet etmiştir. Varlıkları daha çok kendini savunmaya dayanır. Hiçbir halkın yenilgisi amacıyla çalışmamıştır. Bence Kürtlerin değeri de pek anlaşılmamıştır. Kürtler daha çok direnmiş. Evet; fakat yaşayabilmek için direnmiş. Bugünkü kazanımlarının temelinde de bu direniş var. Bu son 20 yılda öylesine büyük gelişmeler oldu ki komşuları hayretler içinde. 1991’de Halepçe katliamından sonra Kürtlerin kitleler halinde Türkiye ve İran’a sığınmasının ardından oraya gittim. Durum çok kötüydü. Çok kere sadece ekmek yoğurt, ekmek ayran yemek zorunda kaldık.

Şivanname 2, Destana Rojava (Batı Kürdistan Destanı); bir kez daha büyük bir destanı sevdiklerine armağan ettiniz... Suriye üzerine, Suriye ile ilgili söyleyen tüm sanatçıları anmak istedim. Onları onurlandırmak istedim. Büyük hizmetlerine işaret etmek istedim. Miradê Kinê, Bakî Xido, Cemîl Horo, Heyran Caro, Naîl û Mihemmed Şêxo. Destanda her birini ayrı birer parça olarak ayırdım. Daha kolay dinleme ve geçişler için...

Büyük acı, Amudê Sineması’nda ne var? Ne oldu orada? 1960’ta, Hafız Esad- işbaşında olduğu zaman, 400 kadar çocuğun sinemada film izlerken yakılmasına dair bir parça. Filmin adı da çocukların kaderi gibi ‘Karanlık Gece’... Yangından önce kentin yöneticileri çocuklarını sinemadan alıp evlerine götürüyorlar. Ardından polis kimsenin sinemadan çıkmasına izin vermiyor. Zaten öncesinden Muhaberat çalışanlardan sinemanın anahtarını alarak içeride kimyasal bir faaliyet gösterip öğrenciler sinemaya alınıyor. Yangında 300 civarında çocuk hayatını kaybetti. Büyük bir katliam, jenosid yaşandı. Ben de bu derin acı bilinsin istedim. Gözyaşında ortaklaşmak istedim.

Albümü neden satışa çıkarmadan Youtube’da yayımladınız? Ben halklar arasındaki nefretin ortadan kalkmasını hedefliyorum. Neredeyse Naziler kadar nefret yüklenildi, ben o kötücül sonuçlara dikkat çekmek istedim. Baskıların, zulmün, ölümün bitmesini istedim. İnsani bir çarenin bulunmasını istedim. Sistemin kendi kendisini lağvetmesini, geri çekilmesini, halkların özgürleşmesini istedim. Ben de kendimce bulunduğum yerden halkın mücadelesine destek oldum. Özgürlük isteyenlere moral vermek istedim. Zaten araya sınır çekmekle tarihi bir haksızlığa uğramışlar. Oysa o ülkeyi de özgürleştiren Selahattin Eyyubi idi. Ancak Eyyubi’nin çocuklarına ve torunlarına ağır zulümler uygulandı. Kimliksiz dahi bırakıldılar. Destanda bütün bu acılar yanında, ülkemin güzelliklerinden de söz ettim.

Sürgünün kaçıncı yılındasınız? Sürgünlüğünüze ilişkin neler söylemek istersiniz? Doğrusu bir açıdan önemsemiyorum çünkü dünya herkesindir. Şüphesiz insanın kendi toprağı, ülkesi her yerden daha sıcak gelir. Tabii özgür olursan... Baskıya uğramazsan güzel gelir. Bu kadar yıl dışarıda kaldım, pek çok güzellik yaşadım ancak sonuçta mülteciyim. İyi ve güzel şeyler yaptım, yaşadım, gördüm. Sevdiğim çok şey oldu. Onları yüreğimde övdüm. Yalnız da değilim. Benim gibi çok kimse var. Esasında yoksulluktan dolayı çıkanlar da aynı sebeple bağlıdır. Eğer ülkesinde karnını doyurabilse, özgür olsa niye ülkesini terk etsin. Bugün de hükümetler beni davet ediyor. Yalnız Türkiye değil, Suriye de davet ediyor. 2004’te Beşar Esad beni davet etti. “Gel, Kürt meselesinin nasıl halledileceğini konuşalım” diye. Beni Şam’a davet etti. Gitmek istemedim. Hem diktatör olduğu için hem de ben ne konuşursam konuşayım bir başka yöne çekerler diye. Herhalde derlerdi Şivan kendini sattı ya da para aldı!..

Neden öyle düşünüyorsunuz? Görmedin mi? Bir buçuk yıl kadar önce Bülent Arınç’la görüştüğümde beni nasıl da ağır suçladılar. Oysa sadece sohbet etmiştik.

Neler konuşmuştunuz? Adamcağız beni 15 dakikalığına görmek istemişti. Ben de kabul ettim. Görmeye gittim. Ne de olsa devletin hizmetinde biri. Devlet adamı. Hükümette. Görüşüp kendisine görüş ve önerilerimi söyledim. Şimdiye kadar niyetlerine destek verdiğimi, referandumda evet dediğimi, doğru bulduğum politikalarını övdüğümü ancak artık savaşın bitirilmesi gerektiğini söyledim. Kürtlere karşı savaşın bitirilmesi gerektiğini söyledim. Diğer taraftan Kürdistan dağlarına yazılan ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’nin bir an önce kaldırılmasını söyledim. Kürtlerin onurlu bir halk olduklarını, 20-25 milyonluk bir halkın bu çağda kabulünün imkânsız olduğunu söyledim.

Peki, o ne dedi? Dedi ki: “Doğrudur. O sözler eski döneme ait sözler. Aşılacak”. Kürt halkı üzerinde baskının olduğunu söyledim. Bu zulmün sonu gelmeli dedim. Alenen Kürt çocuklarının kolları kırılıyor. Artık bu zalimliğe son vermek, polislerin terbiye edilmesi gerekir dedim. Ancak o zaman çözüm gelir. Kaldı ki çocuklar taş da atabilir, kafa da kırabilirler. Hoşgörüyle bakmak gerekir. Sonra nerede hangi Türk, nerede hangi Kürt var konuştuk. Sohbet iki saat sürdü. Daha da bırakmadı. Dedim ki sen de Siirt’ten gelmişsin, aslın Kürt’tür ve adının anlamı da ‘Bilind-Yüksek’tir dedim.

Tepkisi ne oldu? Hiç, hoşnutsuz bir şey söylemedi. “Olabilir, olabilir... Ben oradan geliyorum” dedi. “Ayrıca bugün artık sistem olarak herkesi kucaklamak istiyoruz” diye ekledi. Kürtlerin çok hizmet ettiğini söyledim. Büyük bir cemaat olduğumuzu, demokratlar gibi komünistlerimizin de olduğunu belirtip “Bugün meselenin çözümüne eğilip çözüm üretmeliyiz” dedim. Karşılıklı tahammül etmemiz gerektiğini, birbirimizi sevmemiz gerektiğini söyledim. Öyle bir sistem olmalı ki hepimizi kucaklamalı. Basın da ona sorunca, o da ülkemi özlediğimi, dönmek istediğimi söylemişti. Ancak benim ona dediğime ve gerçekte neler konuşulduğuna bakılmadan beni adeta taşladılar. Oysa bana esas olarak söylediği, “Keşke memlekete gelip Mevlanamız olsan! Gel, Mevlanamız ol!” idi. Ama mevcut durumda Mevlana’da gelse afaroz ederler. Türkiye’de sadece Kürtler değil herkes asimilasyona tabii tutuldu. Yıllarca kültürel asimilasyon’un yanında topluma tek tipçi ideolojik asimilasyon dayatıldı ve bu 80 sene boyunca devlet politikası olarak uygulandı. Sonuçlarını devletin tüm kademelerinde ve hayatın her alanında halen hissetmek mümkün. Bunun sonucu olarak toplumda öyle bir nefret kültürü oluşturulmuş ki meselelere aklı selim yaklaşmak ve farklılıklara tolerans göstermek giderek zorlaşmakta.

Peki, hükümetten yeni mesajlar alıyor musunuz? Hayat sürüyor. Biz de meselenin içindeyiz. Hâlâ da benden isteniyor. Benim dönüşüm çok isteniyor. Fakat binlerce insanın tutuklandığı bir dönemde, baskının ayyuka çıktığı bir dönemde dönüşüm gerçekleşmez.

Konuşulduğunda, ilk Amed’e, Diyarbakır’a gitmek istediğinizi söylüyorsunuz, neden? Her kentin kendine göre özellikleri var. Her bir kent farklı farklı etkiler altında kendine özgü renklere bürünmüş. Diyarbekir hepsinden daha çok özelliklere sahip bir semboldür. Kalesiyle, tarihiyle, hizmet, çaba ve katkısıyla. Kent bir şekilde aslında her olayın, gelişmenin içinde yer alıyor. Bu nedenle bir özgürlük kalesi olmuş. Diğer kentlerin de vatanseverleri çok var. Oralardan da çok sayıda şehit var. Büyük zararlar da görmüşler. Fakat Diyarbekir farklıdır. Diğer yandan kültürel mirasta özel bir yere sahip. Dilbilimci, yazar, siyasetçi, bilim adamı çıkarmış. Son yıllarda büyük hamleler yaptı. Dünya gündemine girdi. Bu nedenle Diyarbekir diyorum. Umarım ki Diyarbekir de verdiğim mücadeleye, hizmete, ürettiğim değerlere, mücadeleme yaraşır bir şekilde karşılar. Yaraşan bir coşku ile Diyarbekir’i görmek isterim.

TRABZON’DA DİLİMİ TANIYIN DİYECEĞİM

Kısa bir süre önce “Trabzon’da konser vermek isterim.” Neden? Türkiye, Anadolu, Kürdistan, tümü ülkemiz. Neden Kürtler dışında yeterince dinlenmiyorum. Oysa ben de o ülkenin insanıyım. Acaba Kürtçe söylediğim için mi? Trabzon’da bunu soracağım. Dilimi, dilimin ülkesini tanıyın diyeceğim. Samsun, Rize, Zonguldak ve Manisa’da söyleyeceğim. Edirne’de, Adana’da, bütün Türkiye’de söyleyeceğim. Bu dilin ve müziğinin tadına varmalılar. Şunu demeliler, nasıl ki biz kendi çocuklarımızla dilimizle konuşuyorsak onlar da dilleriyle konuşmalılar. Şüphesiz Kürdistan coğrafyasındanım. Karacadağ’danım. Siyahtaş’tanım. Amed ve Urfa’nın buluştuğu yerden, Amed’denim.