Serkan Acar ilk filmi 'Aşk ve Devrim'de yüce 'devrimci' idealizminin karşısına, insani karakterlerle çıkıyor.

BERRİN KARAKAŞ / RADİKAL

Radyoda Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra sosyalizmden kapitalizme şevkle geçen insanlar anons edilirken, genç devrimciler Kemal ve Kürt ev arkadaşı Abidin, duvarda asılı Filistin Halk Kurtuluş Örgütü üyesi Leyla Halid’in meşhur posteri fonda, kahvaltıdadırlar. ‘Aşk ve Devrim’ seyirciyi bu sahneyle selamlar. Olaylar gelişirken, sebepleri arasında reel sosyalizmin çözülmesinin de olduğu ‘melankoli’ bırakmaz karakterlerin peşini. Yönetmen Serkan Acar’ın peşinde olduğu da keza, solun üzerindeki bu melankoliye dair sorular sormak. Sohbete başladığımızda “Nasıl sorular geliyor filme dair?” sorumun cevabıysa düşündürücü.
İstanbul, Ankara, Trabzon gibi illerde örgütlü örgütsüz devrimci gençlerle birlikte filmi izleyen yönetmen “Devrimci sevgilisine ihanet eder mi? Devrimci rakı içer mi?” gibi sorular karşısında bir parça hayal kırıklığı yaşadığını söyleyip ekliyor: “Devrimciler yeşil parka giyen, bıyık bırakan, sert sert konuşan, aşk yaşamaktan kaçınan insanlar değillerdir. Filmde yapmak istediğim biraz da bu ezberi bozmak. 90’lı yıllarda sol mücadeleye katılmış Kemal, 78 kuşağından melankolik Pala, 68 kuşağından daha bir dirayetli Şirin karakterleri ile ‘devrimci’ denilerek idealize edileni, insanileştirmek istedim.“

Zaaflar silsilesi aşk
Benim filme dair anlamadığım melankoli üzerine söz söylerken filmin kendisinin de melankolik oluşuydu ki, Acar tam da bunu yapmak istemiş. “Öteki türlü bir katarsis durumu oluşuyor” diyor. İnsanların bir umut, bir coşku görmek isteğini de, Türkiye’de meselesi sosyalizm olan çok fazla film yapılmamasına bağlıyor. Yapılsaydı ‘Aşk ve Devrim’e böylesi bir manifesto işlevi yüklenmeyecekti. Acar’ın derdi öncelikle bir muhakeme. “Oturup kendi kendimize üzülemedik bile biz. Hatalarımızla, tarihimizle, hayal kırıklıklarımızla yüzleşemedik” diyor. Ardından filmdeki en coşkulu sahnenin cenaze töreni olduğunu hatırlatıp “92 yılından beri örgütlü mücadele içinde bulundum. Sadece cenazelerde o kadar kalabalık oluyoruz biz. Başka hiçbir zaman da olmadık” diyor.
Aşk ve devrim ikilisinin ilişkisine gelince, “Türkiye’de 80 darbesinin üzerine, tüm dünyada sosyalizm çözülürken devrimci olmak ancak aşkla mümkün olabilirdi” diyor yönetmen ama karşı cinse duyulan aşktan ayırıyor bu aşkı. İki farklı insanın bir arada yaşamasının, o ikiliğin mümkün oluşunun devrim için de önemli olduğunu söylediğimde “Ben aşkın kendisine çok fazla inanan bir insan değilim. Kavuşulunca biten bir şey diye düşünüyorum. Aşkın zaaflar silsilesi olduğunu düşünüyorum” diyor. Bu durumda devrimin kendisi de kavuşulacak bir şey olmuyor. Acar’ın Ekim Devrimi örneğiyle devrim gerçekleştikten sonra çürüme de başlıyor. “Devrim bir süreç değil mi zaten?” sorusuyla filme, Pala’nın devrimden sonraya ertelediği aşkına geliyoruz. Lakin aynı Pala, genç Kemal’e aşkını söylemekten utanmaması gerektiğini söylüyor ve film, ismine dair gereken açıklamayı getirmiş oluyor. Filmin aşk kadar önemli bir başka tartışma konusuysa ihanet. Bir tarafta yurtdışından örgütü yönetmeye çalışan ‘abi’nin polise teslim olması, diğer taraftan Kemal ve sevgilisi arasındaki ‘ihanet’ tartışmaları. Serkan Acar buna bir de o büyük sosyalizm ütopyasının ihanetini ekliyor ve filmin başına giderek, radyoda anonslanan ihaneti, Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra olanları hatırlatıyor. “Peki burada sadakat nereye düşüyor?” sorumun cevabıysa şöyle: “ Bir sadakatten bahsedeceksek siyasal sadakattir o bence, örgütsel değil. Türkiye’de insanların örgütlerle kurduğu ilişkiler üç yılla beş yıl arasındadır. Sonunda bağını keserler. Siyasal bir sadakat gerekiyor. Filmde eleştirilen de o. Mesela “abi’nin ihanetiyle Pala ‘Namusumuzu temizlememiz gerekiyor’ diyor çünkü örgütlü bir sadakat geliştirmiş.”
Yönetmenin filmde en sevdiği diyalog ‘abi’nin ihanetini sorgulayan gençlere bir diğerinin “İnsan bu…” cevabı. Hayli kaderci bulduğum bu diyaloğun üzerine “Peki söz konusu bu çürümenin sebeplerine dair neler söylüyorsunuz?” soruma sorularla cevap veriyor Acar: “Türkiye’de yeni bir hattı nasıl kuracağız? Nasıl umut getireceğiz? Nasıl yeni bir dünya için ütopya geliştireceğiz? Temel sorun bu.“ Bu sorun tespitinin üzerine, 90’larda olduğu gibi bugün de 70’li yıllardan gelen siyaset anlayışından, o yöntemlerin izinde bir siyaset üretildiğinden yakınıyor Acar. Filme 20’li yaşlarında silahlı mücadeleye girmiş Kemal’i de örnekleyerek, devrimci olarak adlandırılan, fikir oluşturacak insanların kimi zaman hedeflediklerinin ağırlığından bahsediyor.

Taşrada solcu olmak