Küçücük çocuklardı onlar, hepsi birbirine benzeyen.

Güneşten yanmış tenleri, kapkara gözleri ile.

 

Hiçbiri 18’ine gelmemişti.

Hatta bazısının okuma yazması dahi yoktu.

Ama pek çok şeyi öğretmişti hayat.

 

Babalarının, ağabeylerinin onurlarını kıran,

Annelerinin, kız kardeşlerinin gizli gizli ağlamasına neden olan,

“O” gücü iyi biliyorlardı.

Ve direnişe geçiyorlardı kendilerince.

 

Kalem tutması gereken ellerine avuçlarını nasırlaştıracak taşlar alarak,

Okulda olmaları gereken saatte sokaklara dökülerek,

“Haksızlığın merkezi” olarak gördükleri güvenlik güçlerini hedef alıyorlardı.

İçlerindeki hırsı, öfkeyi, ezilmişliği böylece söküp atmaya çalışıyorlardı.

 

Bir kesim için onlar teröristti.

Hapse atılmaları gerekliydi.

Islah edilmeleri,

Topluma “kazandırılmaları” için…

 

Hatta bu süreç içinde bazıları şiddete uğradılar,

Taciz edildiler, tecavüze uğradılar.

Hızla örtülüverdi başlarına gelenler.

Ne de olsa onlar taş atan çocuklardı.

 

Aradan yıllar geçti.

Bir başka çocuk geldi gündeme.

Adı Yağmur Balbay.

Gazeteci Mustafa Balbay’ın kızı.

 

Ergenekon Davası’nda 4 yıldır tutuklu bulunan, hakkında müebbet hapsi istenen babası için isyan etti küçük Yağmur.

 

Terörist diye damgalanmaya,

Haksız uygulamalara,

Uzun tutukluluk sürelerine,

Toplumsal baskılara tepki koydu küçük kız.

Aynı yaşıtları gibi.

 

Farkı,

İsyan ettiği yerin doğunun kanla yoğrulmuş toprakları yerine Norveç olması,

Diğer yaşıtları gibi eline taş almak yerine Fransızca sunum yapması,

Sokaklara dökülmek yerine konferansa kabul edilmesi,

Polisi hedef almak yerine hukuk sistemini eleştirmesiydi.

 

Bugün onun için hükümet de düğmeye hızla bastı, ne de olsa arkasında büyük bir kamuoyu desteği oluşmuştu kısa zaman içinde. Şimdi müfettişler küçük kızın şikayetleriyle ilgileniyorlar.

 

Peki ya taş atan çocuklar? Sahi onların günahı neydi?