Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Günay Kubilay, bugün karar duruşmaları görülen 5 Haziran 2015 tarihinde HDP’nin Diyarbakır mitingine bombalı saldırının ve Ankara Jitem davalarına ilişkin açıklamalarda bulundu.

Tutak’ta yaşananları gündeme getiren Kubilay, “6 Aralık günü Ağrı’nın Tutak ilçesine bağlı Soğukpınar köyünde yaşanmış, sabaha karşı yapılan operasyonda 4 kişi yaşamını yitirmiştir. Yaşamını yitirenler arasında, Antalya’da çalışan ve izin için geldiği köyde, kendi evinde yüzlerce kurşun ile infaz edilen, 3 çocuk babası Murat Kaya da bulunmaktaydı. Murat Kaya’nın cenazesi ise 3’üncü günün sonunda ailesine verilmiş. Gece geç saatlerde asker ablukası altında defnedilmiştir. Yaşanan vahşeti yerinde görmek için köye gitmek isteyen HDP heyetine ise izin verilmemiş, köye sokulmamıştır. Neden? Halktan gizleyecek, saklayacak bir şeyiniz yoksa, söyledikleriniz yalan ve iftira değilse neden Ağrı ilinin milletvekillerini köye sokmadınız?” diye sordu.

 “Karanlık IŞİD zihniyetinin desteklenmesi sonucu gerçekleşen bu katliamın sorumluları mutlaka açığa çıkmalıdır. Aksi halde, IŞİD’in Türkiye’deki karanlık ilişkileri devam ediyor iddiamızın gerçek olduğu ortaya çıkar” ifadelerini kullanan Kubilay, “ Bir diğer önemli dava da JİTEM Davası. Türkiye’nin karanlık tarihinin özeti niteliğinde olan bu davada bugün karar çıkması bekleniyor. (Kubilay’ın açıklama yaptığı saatte davada tüm sanıklara beraat verildi) 1993-1996 yılları arasında Ankara’da zorla kaybedilen 19 kişinin faillerinin yargılandığı bu davada sorumlular yıllarca korundu. Bugün çıkacak kararda da aksini beklemiyoruz. Çünkü zaten bu katliamın ve benzer katliamların failleri belli. Gerçek failler ceza almadığı sürece adalet yerini bulmaz” dedi.

ERDAL EREN’İ ANDI

Bugün idam edilişinin yıl dönümü olan Erdal Eren’i anan Kubilay, “Bu darbeci zihniyetin katlettiği gençlerden biri. Erdal’ı ve 12 Eylül zihniyetinin katlettiği tüm isimleri saygıyla anıyoruz. 12 Eylül’ün ilk idamı olan Necdet Adalı başta olmak üzere 12 Eylül’ün darağaçlarında, mapushanelerinde yaşamını yitiren bütün devrimcileri saygıyla, minnetle anıyoruz” diye konuştu.

VAHŞET TABLOSU TARİHE GEÇMİŞTİR’

Kubilay, bölge illerinde 16 Ağustos 2019 tarihinden 11 il ve 49 ilçede uygulanan sokağa çıkma yasaklarına ilişkin konuştu.

Yarın kent ablukalarının yıl dönümü olduğunu belirten Kubilay, “Bundan 4 yıl önce AKP iktidarı tarafından ‘Sokağa çıkma yasağı’ adı altında Şırnak, Cizre, Silopi, Sur, Nusaybin, Yüksekova, Silvan, İdil ve Dargeçit ilçelerindeki ablukalar sonucunda bu coğrafyadaki en büyük insanlık trajedisi yaşanmış ve bir vahşet tablosu olarak tarihe geçmiştir. Birleşmiş Milletler başta olmak üzere Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi-Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve birçok uluslararası kurum ve kuruluşun raporları yaşanmış olan insanlık trajedisini, hukuksuzluğu, insan hakları ihlallerini tek tek tescil etmiştir. Adı anılan il ve ilçelerde TOKİ vasıtasıyla yıkılan bölgeler büyük inşaat şantiyelerine ve rant alanlarına dönüştürülmüştür. Etnik ve sosyal mühendislik stratejileriyle sadece Sur ilçesinde üç yüzden fazla tarihsel yapı yerle bir edilmiş ve kentin tarihsel hafızası silinmiştir” diye konuştu.

‘SORUŞTURMALARDA BİR ARPA BOY YOL ALINMADI’

Kubilay, sözlerini şöyle sürdürdü:

 “Aylarca süren ablukaların üzerinden 4 yıl geçmesine rağmen işlenen ağır insanlık suçlarıyla ilgili açılan davaların hiçbirinde bir ilerleme olmadığı gibi, çoğu dava takipsizlikle sonuçlanmış ve birçok aile cenazesine dahi ulaşamamıştır. Bu kentlerde aralarında çocuk ve kadınların bulunduğu 292 insan yaşamını yitirmiştir. Cizre’de 4 yıl önce sokağa çıkma yasakları döneminde hayatını kaybeden 14 kişinin cenazelerine hala ulaşılamamıştır. Ailelerin tek isteği var: çocuklarına ait mezar taşlarının olması. Yüzlerce delil, ses, fotoğraf ve görüntüye rağmen Cizre bodrumlarına dair soruşturmalarda bir arpa boy yol alınmamıştır. Yargı, adeta yıkım emrini verenler ve bu emri gerçekleştiren kolluk kuvvetleri hakkında tek bir dava dahi açmazken, mağduru daha da mağdur eden hukuk dışı kararların altına imza atmakta bir beis görmemiştir.

‘İNSANLIK ONURU TAYBET ANA’YI UNUTMAYACAK ‘

İnsanlık onuru ve vicdanı olan hiç kimse cansız bedeni çocuklarının gözleri önünde çürütülen Taybet Ana’yı, kokmasın diye cenazesi annesi tarafından buzdolabına konulan Cemile Çağırga’yı asla unutmayacaktır. Açıkça belirtiyoruz ki, bu böyle gitmez, bu zulüm ömür boyu devam etmez. Bu yıkımın ve zulmün emrini verenler, insanlık trajedisine yol açanlar bağımsız bir gerçek yargı önüne çıkacak ve halklarımıza hesabını vereceklerdir.

TÜRKİYE SİYASİ SİCİLİ

Ne yazık ki, Türkiye insan hakları ihlalleri bakımından siyasi sicili kabarık ülkelerin başında geliyor.  2019’un bazı hak ihlalleri tablosuna baktığımız zaman bu dramatik durumu rahatlıkla görebiliriz.  HDP’nin kazanmış olduğu; 3 büyükşehir başta olmak üzere, 1 il, 20 ilçe ve 2 belde belediyesi olmak üzere 28 belediyeye siyasi darbe yoluyla el koyulmuş ve kayyım atanmıştır.  20 Belediye Eşbaşkanı cezaevlerinde siyasi rehine olarak tutuluyor. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü’nün verilerine göre Türkiye’de toplam 286 bin 500 tutuklu ve hükümlü bulunuyor.

Cezaevlerinde 3 bin 100 çocuk hükümlü ve tutuklu var, 780 çocuk ise anneleri ile birlikte cezaevlerinde kalıyor. Cezaevlerinde hastalık, intihar, şiddet ve benzer gerekçelerle en az 38 kişi yaşamını yitirmiştir. 962 toplantı ve gösteriye müdahale edilmiştir. 2 bin 886 kişi bu müdahalelerde kaba dayak ve kötü muameleye maruz kaldıklarını ifade etmiştir. 2019 yılının ilk 11 ayında 65 gazeteci gözaltına alınmış, 19’u tutuklanmıştır.

478 SİVİL YAŞAMINI YİTİRDİ

Kuzey ve Doğu Suriye’de AKP-MHP iktidarının askeri operasyonları sonucunda 300 binden fazla insan göç etmek zorunda kalmış, 478 sivil hayatını kaybetmiş, bin 70 sivil yaralanmıştır. 9 Ekim ile 11 Ekim 2019 tarihleri arasında geçen 2 günlük sürede, bu gerçekleri sosyal medyada dile getiren 500’e yakın kişi hakkında İçişleri Bakanlığı’nca işlem başlatılmış, 121’i gözaltına alınmıştır.

 AĞRI TUTAK’TA BİR VAHŞET YAŞANDI

Bir başka vahşet de 6 Aralık günü Ağrı’nın Tutak ilçesine bağlı Soğukpınar köyünde yaşanmış, sabaha karşı yapılan operasyonda 4 kişi yaşamını yitirmiştir.

Yaşamını yitirenler arasında, Antalya’da çalışan ve izin için geldiği köyde, kendi evinde yüzlerce kurşun ile infaz edilen, 3 çocuk babası Murat Kaya da bulunmaktaydı. Kardeşinin anlatımına ve ajanslara düşen görüntülere göre, Murat Kaya’ya yüzlerce mermi sıkılmış. Murat Kaya’nın cenazesi ise 3’üncü günün sonunda ailesine verilmiş. Gece geç saatlerde asker ablukası altında defnedilmiştir. Murat Kaya’nın kardeşleri de aynı gün gözaltına alınmış, bırakıldıktan sonra kardeşlerinin öldürüldüğünü öğrenebilmişlerdir.

‘HDP MİLLETVEKİLLERİ KÖYE ALINMADI’

Yaşanan vahşeti yerinde görmek için köye gitmek isteyen HDP heyetine ise izin verilmemiş, köye sokulmamıştır. Neden? Halktan gizleyecek, saklayacak bir şeyiniz yoksa, söyledikleriniz yalan ve iftira değilse neden Ağrı ilinin milletvekillerini köye sokmadınız? Eğer, İçişleri Bakanı yasadışı işler yapmıyorsa, eğer bilinen suçları işlemiyorsa, neden Ağrı milletvekillerinin de içinde yer aldığı HDP heyetini zor kullanarak Soğukpınar Köyü’ne sokmadığını açıklamalıdır.

‘KAVALA DA DEMİRTAŞ DA SİYASİ KARARLARLA YARGILANMAKTADIR’

AİHM 2. Dairesi’nin 10 Aralık Salı günü açıkladığı kararıyla Osman Kavala dosyası yeni bir aşamaya girmiştir. Karar ironik olarak 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde açıklandı. Osman Kavala, 2 yıldan fazla bir süredir tutuklu. AİHM, Kavala’nın tutukluğunu 3 maddenin ihlali olarak değerlendirerek serbest bırakılmasını istemiştir.

AİHM’in ender olarak uyguladığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşme’nin 18. Maddesi’nin, Demirtaş kararından sonra Kavala davasında da uygulandığını görüyoruz. Her iki AİHM kararında da Türkiye’de yargılamaların hukuki gerekçelere göre değil siyasi kararlara göre yapıldığı bütün dünya kamuoyu tarafından görülmüştür. Büyük bir nefret duygusuyla bilenmiş düşmanlık hukukuna son vereniz ve Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve bütün seçilmişlerimizi derhal serbest bırakınız.

‘ERDOĞAN ŞİDDETİ MEŞRULAŞTIRMAYA ÇALIŞIYOR’

Söz konusu insani değerlere bağlılık ve duyarlılık olunca, bu konuda hiç konuşmayacak biri varsa, o da Erdoğan ve temsil ettiği iktidardır. Bu konuda herkesin kendi siyasi topoğrafyasına bakması çifte standardı görmesi için yeterlidir.  Erdoğan'ın aynı çifte standardı Fransa Polisinin göstericilere yönelik şiddetini eleştirmesinde de görmek mümkün.

Erdoğan’ın baskı ve şiddet politikasını meşrulaştırmak için, organik bir parçası olduğu kapitalist dünyadaki en kötü örnekleri bulmasında ne kadar mahir olduğunu biliyoruz. Aslında Fransa'daki polis şiddetini göstermesinin gerçek nedeni, polis şiddetine karşı olduğu için değil, Türkiye'de sürekli ve sistemli bir biçimde uyguladığı baskı ve şiddet politikasını meşrulaştırmaya, ‘dünyanın her tarafında bu işler oluyor’ diyerek normalleştirmeye çalışıyor.

‘RÜŞVET, YOLSUZLUK ÇARKI’

Diyarbakır'da AKP yanlısı siyasetçilerin bürolarının birer işe alım komisyonu gibi çalıştığı, her kadro için belirli bir ücret tarifesinin ortaya çıktığı ve işe usulsüz alımlarla ilgili kayyum ile AKP’li yetkililerin birbirlerine girdikleri yine basına yansıdı.

Memur ve işçi alımlarında güvenlik soruşturmaları ile mülakat sisteminin getirilmesi defalarca örneğini gördüğümüz üzere sınavlarda en üst sıradaki başarılı olan kişilerin torpil ve rüşvet çarkına ulaşamadıkları için atanmadığı, torpil, kayırma ve rüşvet çarklarından geçenlerin ise atandığı bir memur ve işçi alım rejimi oluşturuldu.

Abdurrahman Kurt’un ifade ettiği üzere Diyarbakır’da kayyım rejiminin oluşturduğu atmosferle hayat bulan rüşvet ve yolsuzluk çarkının devlet kurumlarında ne kadar yaygın bir uygulama olduğunu gözler önüne sermiştir.

‘ERKEN SEÇİM ÇAĞRISI YÜKSELTİLMELİDİR’

Bırakınız başka nedenleri, sırf kayyımların deşifre olan bu kirli işleri dahi, temiz bir siyasi oksijen almak isteyen, onurlu ve dürüst yurttaşları olarak yaşamak isteyen için bu iktidardan kurtulma nedeni olmalıdır.

Bu iktidardan ebediyen kurtulmak için bir erken seçim çağrısını yükseltmek yaşamsal düzeyde önemlidir. Bu iktidar, başta Kürt sorunu olmak üzere, toplumun birikmiş sorunlarına çözebilecek kapasiteden ve siyasi ufuk çizgisinden yoksundur. Bu iktidar gitmelidir. Bu gidişin en rasyonel yolu ise, geldiği gibi gitmesidir, bu gidişin en rasyonel yolu ise geldiği gibi gitmesidir, bir erken seçimdir.”