Önceki yazıda borcun fonksiyonunu ve AB ülkelerinin karşılıklı borç durumunu kabaca sergilemeye çalışmıştık.

 

Geçen yazıdaki tabloda özel dış borcun, GSYİH’ye katkısı rakamlarını gösteren kısım sitemizin sayfasına sığmadığından görünmemişti. Aşağıda o kısmı tekrar paylaşalım:

 

 

Özel dış borcun GSYİH'ye katkısı*

İngiltere

1.377

Almanya

1.2

Fransa

1.134

Yunanistan

0.034

İrlanda

0.174

İspanya

0.525

Portekiz

0.094

İtalya

0.324

 

*Bu sonuçlar, özel dış borcun toplam dış borca oranı ve GSYİH’nin çarpılması ile tarafımızca elde edilmiştir.

 

Bu rakamların, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın diğerlerine göre, özel sektör lokomotifli dış borçlanmanın GSYİH’ye- üretime daha çok olumlu katkısı olduğunu gösterdiğini söylemiştik.

 

Bu yazıda da, bu krizin AB’yi bir dağılmaya ve/ya bir savaşa sürükleyip sürüklemeyeceğini tartışacağız.

 

Krizin AB ülkelerinin yanı sıra AB’nin kendisini etkilemesinde başat faktör, para politikasının (Merkez Bankalarınca uygulanan kur, faiz, enflasyon politikaları) ortaklaştırılırken, maliye politikalarının (vergi, bütçe politikaları) ortaklaştırılmamış olması. Nihayetinde kamu harcamalarının ve bütçe açıklarının enflasyon ve faiz üzerinde direkt etkisi var.

 

AB’nin kuruluş mantığının arkasında entegrasyon ile daha etkin sonuçlar edinmek yattığından ve geçen süre zarfında tüm üye ülkeler bundan faydalanmış olduklarından dolayı, bu krizden dağılma değil; aksine daha fazla entegrasyon sonucu çıkacak. Üye ülkeler, şimdiye değin ortaklaştırmadıkları ve AB kurumlarına devretmedikleri yetkilerini şimdi devrederek daha etkin ortak sonuçlara beraber ulaşma arayışı içindeler. Bunların başında da şimdilerde maliye politikaları geliyor. Peşi sıra Eurobond çıkarma gibi, hazinenin daha fazla ortaklaşması da gerçekleşecek. Nitekim ortak para ve maliye politikası, ortak borçlanma enstrümanlarını beraberinde şart koşar.

 

Nasıl ki, rekabet politikasını ve kurumlarını ortaklaştırarak, koordinasyon ve işbirliği ile rekabeti bozan eylemleri engelleme ve cezalandırma hususlarında daha başarılı sonuçlar edindilerse, şimdi de maliye politikasında benzer bir sürecin eşiğindeler.

 

AB’nin yaşadığı bu deneyimden azade daha fazla network biçimini alan küresel kapitalizmin gündeminde rekabetin yanı sıra işbirliğinin de olumlu yapıcı etkisini görme eğilimi var. Bunun arkasında yatan dinamiklerden biri, küresel ölçekte yayılmış üretim süreçleri ve önceki yazıda değindiğimiz karşılıklı borçluluk durumu yatıyor. Bir diğer etki, Asya türü kapitalizmden edinilen deneyimdi.

 

Krizin bundan sonraki aşamasında, kendisini dünyanın atölyesi ve montaj ekonomileri olarak konumlandıran Asya ülkelerinde seyredeceği iddiasına hak veriyoruz. Afrika’dan hammadde, Ortadoğu ve Latin Amerika’dan enerji ve Batı’dan sermaye ve ara malları ithallerini ucuz işgücü ile işleyip Batı’ya ihraç eden Asya ülkeleri, gerek Batı’daki talep düşüşü nedeniyle iç pazara dönmek zorunda kaldıklarından, gerekse de emtia fiyatlarındaki arz kısıtı nedenli yükselişlerden bu zincirdeki konumları sarsılacak. Nitekim iç pazara dönmek, emek maliyetlerinde artışı ima edecek olduğundan ihracattaki rekabet üstünlüklerine ket vuracaktır. Ayrıca krizin Batı için etkisi kalkmaya, ekonomi canlanmaya ve dolayısıyla bir enflasyon etkisi hissedilmeye başladıktan sonra, gelecek olan faiz artırımları Asya ülkelerinin elindeki Batı devlet tahvillerinin değerlerinin düşecek olması, Asya için elindeki bir kozun etkisini düşüren bir diğer negatif unsur.

 

O noktada AB ve genel olarak Batı için çıkış olarak, tarım, hammadde ve enerji açısından zengin olan Afrika ve Ortadoğu’nun küresel üretim zincirlerine daha fazla entegrasyonu gündeme gelmektedir. Son dönemde bölgedeki siyasi çalkantılar bu süreçten azade değildir. (Çin ve ABD’nin bu bölgedeki çekişmesi 2000’lerin ortalarından beri sürüyor.) Bu bölgede önümüzdeki süreçte Batı destekli daha fazla sanayileşme, üretim tekniklerinin gelişimi gibi gelişmeler gözlemlenecek. Yani 1980’lerden sonra Asya’da gözlemlediğimiz yeni kapitalizm çeşitlerini, kalkınma modellerini bu sefer Afrika ve Ortadoğu için deneyimleyeceğiz.

 

Bu noktada savaş ve dağılma senaryoları anlamsızlaşıyor. Bu tür senaryoları öne sürenler ne yukarıda irdelediğimiz AB’nin kuruluş mantığını, ne NATO’nun kuruluş mantığını, ne de küresel kapitalizmin mevcut yapısını kavramış durumdalar. Nitekim AB, II. Dünya Savaşı’nın maliyetlerinden edinilen dersler üzerine inşa edilirken ve sonrasında savaşı kendi coğrafyasının dışına atmayı temel politikası edinmişken; mevcut krize karşı da savunma harcamalarında kesintiye gitmektedir. Bir an için diyelim ki, Batı’nın bu kurumları işlevsiz kaldı. Fakat Batı’nın kendi içinde bir savaşını, Çin ve Rusya da tercih etmeyecektir. Velhasıl kutuplaşmış olmayan network dünyasında çatışma, bu başat aktörler arasında direkt cereyan etmemekte; 3. alanlarda dolaylı olarak gerçekleşmektedir.

 

Ayrıca Avrupa Merkez Bankası’nın 3 yıl için piyasaya yarım trilyon Euro’dan fazla para sürdüğü bir ortamda Euro’nun dağılacağı iddiası da ciddiyet arz etmiyor. Dahası bu tür iddialar, temenniden ibaret aslında. Nitekim Euro’dan çıkışın maliyetleri, her ülke için Euro’da kalma maliyetlerinin üzerinde ve Euro’da kalmanın sunduğu imkanları sağlamıyor.