17 Aralık’ta başlayan yolsuzluk soruşturması hükümeti, kamunun çıkarlarını kollamakla sorumlu savcıların yetkilerini tırpanlamaya yöneltti. Hem de kendi döneminde meclisten geçirdiği yasal bir normu idari bir işlemle kaldırarak.

Hükümetin bu davranışı, devletin geleneksel refleksini sergilemekten başka bir şey değildi.

Bugüne kadar devlet, eğer yasa veya anayasa ile kişiler ve kamu lehine düzenlemeler getirilmişse yaptığı ilk iş tez elden bir yönetmelikle o hakkı kısıtlamak.

21 Aralık 2013 tarihinde de aynen böyle oldu. CMK 160, 161, Anayasanın 36, 107. maddesi ile AİHS’in 6 ve 13. maddelerine tümden aykırılık oluşturan değişikliklerle Adli Kolluk Yönetmeliği’ni değiştirdi.

Aslına bakarsanız bu değişikliğin hukuk dünyasının normlar hiyerarşisinde hiçbir hukuksal değeri yok. Yani herhangi bir savcı yasa ve anayasaya aykırı bakanlığın bu düzenleyici işlemini hiç dikkate almayabilir.

Aynı şekilde adli kolluk görevlisi de. Çünkü yasaya aykırı görev icra etmek başlı başına suçtur. Fakat tahmin edeceğiniz üzere ülkemizde durum böyle gerçekleşmiyor. Suç oluşturan veya yasaya aykırılık oluşturan bir yönetmelik iptal edilene ya da değiştirilene kadar uygulamacıların biricik başvuru mevzuatı oluyor.

Trajik ama durum böyledir ve Türkiye bırakın bir anayasa devleti olmayı tam anlamıyla bir yasa devleti bile değildir. 90 yıldır da pozitif hukuku uygulamayan bir yönetmelik ve talimatlar ülkesidir.

Denilebilir ki kardeşim peki mevcut anayasası, taraf olunan uluslararası sözleşmeler ve onlara uygun çıkarılmış yasalar da neyin nesi oluyor? Maalesef bunların her biri ya da tümü bir modern devlet kostümü ya da makyajından öteye gidemiyor. Elbette ki bunun böyle olmasını sağlayan yalnızca idareciler değildir.

Aynı derecede uygulamadaki savcı ve yargıçlarda bu sonucun oluşmasında eşit sorumluktaki aktörlerdir. Belki de daha fazla. Çünkü onlar bu keyfi yönetmelik ve talimatlara uygulayıp onlara sürekli hayat öpücüğü vererek bir bakıma Mahmut Esat Bozkurt’un vasiyeti olan bu rejimin bekçiliğini muntazaman sürdürmüşlerdir.

Çünkü onların çoğu daha stajyerken kendilerini devletimizin o kutsal ideolojik kollarına bırakıverirler ve aralarından halk yararına inisiyatif alıp görev yapanlar pek azdır. O yüzdendir onların ihtiyaç duyacağını devlet bilir ve yasaların nasıl uygulanacağını yönetmeliklerle belirler. Yanlış yapmışsa tekrar düzeltir, değiştirir.

Türkiye’nin bir yönetmelikler devleti olmasının belki de en önemli dayanağı; Türk hukuk sistemine ruhuna ve pratiğine hayat veren belgenin de bir yönetmelik statüsünde oluşudur. O belgenin kendisi Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nden başkası değildir. MGK’nın halktan gizleyerek ve 5 yılda bir yenilediği bu belge gerçekte Türkiye’nin de gerçek anayasasıdır. Kırımızı Kitap olarak da adlandırılan bu anayasa yalnız başbakan ve kabinesini değil aynı zamanda tüm yasa uygulayıcılarına gerekli zamanda verilen seminerlerle yol gösteren bir rehberdir. Hani başbakanın sürekli atıf yaptığı o milli irade var ya işte o milli iradeyi her an ve mekanda çöpe atan güç ve irade işte bu belgededir. Ve ne yazık ki başbakan, milli iradeyi ve çıkarlarını gasp eden bu darbe talimatnamesi ve kurumundan hiç şikayetçi değildir.

Şikayeçi olmaması gibi başbakanın her hükümet krizinde iç ve dış paralel devleti birden hatırlayıvermesi trajikomiktir. Halbuki o paralel devleti öyle esrarengiz bir hale sokup çıkarmaya gerek yok. Hükümet olarak bir parçası olduğu ve halkın iradesi üzerinde konuşlanmış anlı şanlı MGK’ya dönüp baksa, esas devleti de paralel devleti de tüm haşmetiyle orada görecektir.

Belki de başbakan zaman zaman kendi çevresi dahil herkesimden piyasaya sürülen propagandalardan fazlaca etkileniyor. Etkileniyor ki MİT’e, Ordu’ya, Jandarma’ya ve Emniyet’e ve bu kurumların istihbarat örgütlerine hükmettiğini sanıyor! Bu sanıyı en çok güçlendiren adımı da Hrant Dink cinayetinde sorumluluğu açık olan emniyet, asker ve MİT istihbarat görevlilerini kovuşturmayıp terfi ettirerek fazlasıyla göstermişti.

Başbakan benzer böyle bir sanıyı 4. yılını bu hafta dolduran kozmik oda soruşturmasında da gösterdiğini görmekteyiz. Çünkü Kozmik Oda soruşturması, kamuoyunun yeterlice bilgi sahibi olamadığından dolayı fazlaca ilgisizliğine maruz kalan ve Türkiye’nin belki de tarihi fırsatı olabilecek bir soruşturma iken şu anda adliye koridorlarının dehlizlerinde kaybolmak üzeredir. Kamuoyuna yansıyan en son bilgilerde (http://siyaset.milliyet.com.tr/-kozmik-silahlar-yeniden-dosyada/siyaset/detay/1763370/default.htm ) 24 Aralık 2009 tarihinde başlayan bu soruşturmanın bu ay sonu neticeleneceği idi.

Halbuki bu yönde hiçbir ses, belirti veya kıpırtının duyulmadığı ve görülmediği gibi son bir yıldır Zirve katliamı davasına bakan Malatya 3. ACM’nin bu soruşturma savcılığından istediği bilgilerin de her seferinde “soruşturmanın selametinin tehlikeye düşeceği” bahsi ile gönderilmemesinden de anlaşılmaktadır. Genelkurmay Başkanlığı’nın Ankara’daki Özel Harp Dairesi Bölge Başkanlığına ait 11 ve 16 nolu kozmik odalarda 25 gün boyunca ölüm tehditleri altında soruşturma yürütmüş hakim ve savcıların elde ettiği belge ve bilgilerin ne zaman bir iddianameye dönüşeceği hiç belli değil!

Şimdi sormazlar mı size paralel devlet deyip duruyorsunuz da bu çok önemli paralel devlet soruşturmasının akıbeti ne oldu diye? Yoksa soruşturmaya hükümetinizden bilmediğiniz kişiler ya da paralel devletten müdahaleler mi oluyor ki soruşturma bir türlü tamamlanamıyor?

Yoksa soruşturma yalnız Arınç’a yönelik suikast girişimi ile sınırlı tutulacak ve gerisi unutulmaya mı bırakılacak? Yoksa sizin o çok şikayet ettiğiniz paralel devletin gizli sırlarının ifşa edilmesi gerçekte istenmiyor mu? Veya bilmediğimiz üzere Mehmet Ağar’ın rehberliğine mi ihtiyaç görüldü de o ünlü tuğlayı yerinde bırakıyorsunuz?

Ya da diğer önemli soruşturmalardaki savcı ve hakimlerde gördüğümüz üzere soruşturmaya bakan savcı Mustafa Bilgili de usulüne uygun terfi ettirilip dosya elinden mi alınacak ve soruşturma küllendirilecek mi?

Sorular bitmiyor ve insan düşünmekten de kendini alıkoyamıyor. İnsanın aklına gelen bir başka soru da acaba soruşturmadan herkes etkilenecek diye paralel devlet oligarklarının uzlaşma veya ittifak çağrısı gerçekleşti de savcı bypass mı edildi? Bu “art niyetli” soruları da nerden buluyorsun diye sormayın. Asıl onca yıldan, olaydan ve son yolsuzluk soruşturmasında yapılan müdahalelerden sonra insan sormazsa merak edin?