"- Eeee, nere gityonuz deyiverin bakam?

-Bayram’a gityoz.

-Pek güzel, pek güzel."

Bergama’nın 30 kilometre ötesinde, Türkiye’nin çam fıstığı havzası Kozak’ta birkaç yıl öncesine kadar, ramazan ve kurban bayramlarının hemen ardından gençler kendi aralarında ‘bayram’ yapardı. Bayrama giden kızlarla, bahçe duvarlarından sarkan teyzeler arasında geçen konuşmalardı yukarıdakiler.

Bu güzel geleneği, son demlerine tanıklık etmiş bir gurbetçi kızı olarak anlatmayı borç bilirim.

Kozak, 16 köyden oluşan bir topluluk. Nahiyesi de Yukarıbey Köyü. 9 yıl yaşadığımız köyden, belleğimde kalan en güzel hatıralardan biridir bayramlar.

MAVİ KAPILI EVİN DUVARLARI…

Bir nevi gençlerin alternatif bayramı da denebilir bu kutlamaya. Ama seçilecek yer son derece stratejiktir. Şöyle ki, kızlar duvarlı bir bahçe içerisinde olmalı, erkekler de, kızların duvardan çaktırmadan kendilerine bakabilecekleri bir yerde bulunmalı.

Üç mahalleli (Yeşiller Mahallesi, Yanık ve Koca Mahalle) köyde Koca Mahalle (Goca Melle)’deydi oturduğumuz ev ve şansıma evin önünde vuku bulurdu bu gelenek. Bu arada, her mahalle kendi bayramını icra ederdi. Bizim mahallenin bayramında erkekler evimizin önündeki çınar ağacının altında, kızlar da hemen karşısında bulunan, giriş kapısının renginden dolayı ‘mavi kapı’ diye kodlanan Fikriye Nine’nin evinin bahçesinde toplanırdı. Tahmin edileceği üzere duvarları yüksekti. Kızların toplanacağı evde yetişkin kız olmalıydı mutlaka, hatta mümkünse nişanlı olsa daha iyiydi.

BAKLAFU, NANE KOKULU SARMA…

Bayramda neler olurdu derseniz; yemek, içmek, oyun, dedikodu, bakışmak ve mektuplaşmak…

Arasına çam fıstığı ve ufalanmış simit ekmeği konulan yöreye has baklava (ki şive gereği ‘baklafu’ olmuştu), yine bayramdan önce hazırlanmış sarma, çay, oyundan sonrası için poşet poşet çekirdek, mevsime göre bahçede ne varsa meyve bayramların mönüsü idi. Ama o nefis sarmayı geçiştirmek olmaz, tarifine bir kısacık dokunmak lazım: Genellikle bulgurlusu tercih edilmekle birlikte pirinçlisi de yapılan yaprak sarmasının özelliği çömlek tencerelerde (mümkünse Menemen çömleği) pişmesi. Ama bu lezzeti daha özel kılan, iyice karta kaçmış nane saplarının yapraklarından sıyrılarak, tencerenin dibine ızgara biçiminde dizilmesi ve sarmaların onun üzerine yerleştirilmesi. Ondan sonra varın, o mis gibi nane kokusunu siz hayal edin. Yanına da kaymağı kaskatı köy yoğurdu… (Ağzımızın sularını silip yazıya devam edelim).

Erkek tarafının ikramları değil bunlar pek tabi ki, orası bol çerez ve Allah ne verdiyse alkolden ibaret mönüsü ve bir de yüreğindeki aşkı ile efelenir durur bayram süresince.

MUKU DEVRİLDİ EBE…

İkramlar yapıldıktan, yemekler yendikten sonra sıra oyun oynamaya gelir. Bayramların üç ana oyunu vardı: Yakar top, dokuz kiremit ve kozak mukusu. Yakar topu bilmeyen yoktur, onu es geçip yöresel oyunları anlatıyorum o yüzden. Kozak mukusu oyununda, bir adet içi fıstık dolu en ağırından çam kozalağı ‘muku’ olarak seçilir. Toprağa hafifçe eşilen çukurun içine muku yerleştirilir. Ama toprağa girecek geniş kısmı en fazla 2 bir parmak olmalıdır ki, devrilmeye olanak kalsın. Mukunun önüne uzun bir çizgi çekilir. Çizginin muku tarafında kalan kısmı ebeye aittir. Diğer tarafa da yaklaşık 3 metre öteye bir başka çizgi çekilir. Bu çizgi de diğer oyuncuların alanını belirler. Oyuncuların görevi kendi ellerindeki okkalı kozalak ile mukuyu vurup devirmek, sonra da ebe kendilerine değmeden, ebenin alanından kendi kozalaklarını almaktır. Ebenin görevi de devrilen mukuyu yerden kaldırmaktır. Ebe muku devrik vaziyetteyken asla kimseye dokunamaz. O nedenle bir oyuncu mukuyu devirip ebenin alanına geçtiğinde, diğer oyuncular onu ebeden kurtarmak için mukuyu sürekli devirmeye çalışır. Bu arada oyuncu ebenin alanında iken, kendi kozalağını yerden kaldırmadan tutar vaziyette ise ebe ona dokunamaz. Ebenin oyuncuya dokunup ebelikten çıkması için mukusunun devrik vaziyette olmaması ve oyuncunun koşar vaziyette olması gerekir, tabi bunlar ebenin alanı için geçerlidir. Ebe herhangi bir oyuncuya bu şartlar altında dokunamazsa oyun boyunca ebe kaldığı durumlar da yok değildir. Zaten bu durumda bir süre sonra herkes sıkılır ve diğer oyuna geçilir.

Dokuz kiremit oyununda ise, dokuz tane kiremit üst üste dizilir. Kiremitlerin başında yine bir ebe vardır. Oyuncular sırası ile topu kiremitlere doğru atar. Kiremitler devrilince ebe topu kapar ve kaçışan oyuncular kiremitleri dizene kadar birini topla vurmaya çalışır. Yeni ebe vurduğu oyuncu olacaktır.

SEN DİZ VURDUKÇA YERE, BENİM YÜREĞİM YERİNDEN OYNARDI…

Tabi ki, bunlar dışında bir de zeybek oyunları var. Erkek tarafında da yakar top dışında, oyunlar benzerdir, farklı olarak çelik çomak ve zeybeğin erkek tavırlı olanı oynanır. Kafalar çakır olunca Bergama Zeybeği’ni izlemeye doyum olmaz. Efeler vurdukça dizleri toprağa, duvardan ince ince bakan sevdiceğinin yüreği hoplar. Efe her dönüşünde ince bakışlara karşılık verir, elleri kartal pençesi misal havada iken… Hayda bre efem…

Bayramlar köyün erkekleri ve kızları için sosyalleşme alanıdır, bir de bakışma, aşk tazeleme mekanları… Ne de olsa buluşmak için kafe yoktur köy yerinde, en iyi ihtimalle ev telefonundan ‘telefon çekilir’. Geleneklerden dolayı ne dışarıda ne de bayram seyran dışında evde aile arasında görüşemeyen nişanlılar bu bakışmalarda buluşur uzun uzun… Yeni aşklar burada doğar… Yabancı gözler boş durmaz tabi, dedikodu mezesi arar iştahlı iştahlı… Henüz genç kız olmayanların kaderi de, ablalarının ve ağabeylerinin mektuplarını taşımaktır gizlice. Ve de ağabeylerini ve ablalarını izlemektir hayranlıkla. Genç kız olunmasa da, baktığı biri vardır içten içe.

MİS KOKULU KARANFİLİM…

Şanslıyım ki, her ikisini de yaşadım. Mektubunu taşıdığım kişi, her ne kadar kendini erken yaşta kaybetsek de, mavi kapılı evin erkek torununun idi. Nur içinde yatsın, iyi ki o mektupları taşımışım da, kısacık ömründe mektup yazdığı ile mutlu bir evlilik yaşadı rahmetli…

Hava çok sıcak ise bakışmalar komediye dönüşebilir. Bir duvarın üstünde ellerinde şemsiyeleri ile dizili vaziyette bir grup kız hayal ederseniz, tahmin edersiniz komik görüntüyü…

Bu arada en önemli ikramı unutmak olmaz: karanfil. Karanfilden de ikram olur mu demeyin, bal gibi olur. Bayramın yapılacağı evin sahibi kızlar ya da o bayram nişanlı olan kızlar bir gün öncesinden buluşur, karanfilleri sapları 5 ya da 6 santim olacak şekilde kesip, yanlarına yaprak koyarak iple bağlar. Hazırlanan karanfiller, bir gün sonraya kadar ölmesin diye içi su dolu bakır kaplara konur. Nişanlı kızlar hazırlamış ise erkek tarafı başta olmak üzere misafirlere dağıtılır karanfiller. Erkeklere karanfil dağıtmak da küçük erkeklerin işidir. Kızlar mis kokulu karanfilleri kulaklarının arkasına sıkıştırıp hizmet görür, eğlenir, oynar tüm gün.

KÖR OLASICA MADEN, FISTIĞIMIZI BIRAK GARİ…

En az üç gün süren bu eğlence bir dahaki bayrama kadar tebessümle anılır...

Nasıl ki, kör olası altın madeninden dolayı Kozak’ın yer üstündeki altını tarihe karışmaya yüz tutmuşsa, güzelim ‘Bayram geleneği’ de tarihin tozlu raflarında bir nostalji olarak yerini aldı ne yazık ki. Kim bilir, belki ‘bayram geleneği’ tekrar yaşatılır, altın madenine geçit verilmez, kozalaklar yine fıstık verir, Kozak’ın kızları ile erkekleri mutlu bakışlarda buluşur… Hayda bre…