11 Nisan 1980 yılında katledilen Ümit Kaftancıoğlu anısına...

"Romantizmin en güçlü beyni" olarak nitelendirilen Fransız şair-yazar Victor Hugo "İnsanlığın kurtuluş çağı" olarak gördüğü yirminci yüzyılda “Cezanın yerini eğitim, cezaevinin yerini okul alacak. Okuma bilmeyenler kör doğmuş insanlar kadar azalacak. Yasaya karşı hak anlaşılacak, bilim politikayı yutacak.” sözleriyle dünyanın daha uygar, daha insancıl olacağını öngörmüş.

Cezaevinin yerini okullar alamadı. İkisi de çoğaldı elbette. Cezaevi olmayan şehir yok neredeyse.

Okullar da çoğaldı, her şehrimizde “üniversite” var. Dünyanın birçok ülkesinde “laik, demokratik ve bilimsel” okullar belli bir niteliğe ulaştı elbette.

Biz de neler oldu peki? Yirminci yüzyılın ilk yarısında aralarında Cilavuz'un da bulunduğu Köy Enstitüleri açıldı ama “ömrü gödek” oldu.

Üretimmiş, köylüymüş, kalkınmaymış bize ne; bize her alanda olduğu gibi eğitimde de “plan değil pilav lazım”dı. Plan elden gitti “Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan da olduk.” Haliyle plan da pilav da sizlere ömür. Victor Hugo 1867 yılında hayal etmiş. Bizde hayali bile kurulamadı, bir tek Köy Enstitüleri vardı. Yaşar Kemal'in deyimiyle ”Köy Enstitülerini halk kör, sağır kalsın diye kapattılar.”

Bugün her şehrimizde devlet üniversiteleri olduğu gibi küçük büyük her ilçede imam hatip okulları var artık.(TBMM'ye sunulan 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi’ne göre, Türkiye'de din öğretimi yapan okul sayısı 5 bin 138’e çıktı.) Devletinden özeline okul çeşitliliği ve sayısına bereket.(Her nedense özel imam hatip okulu ve İlahiyat fakültelerinin varlığını duymadım.)

Üniversitelerden ilkokula kadar özel okullaşma çok yaygın. Ama neredeyse toplumun büyük bir kesimi “kör doğmuş insanlar” gibi. Zaten kanatları kırık kuşa benzeyen eğitim sisteminin üzerine pandemi süreci de tuz biber ekti. Okulları açtık mı açmadık mı? Niteliği bir yana ilkokuldan üniversiteye uzaktan eğitim verdik mi vermedik mi? "Evet" diyen beri gelsin.

Düşünen, sorgulayan, akılcı, deneysel düşünceyi ilke edinen, çağdaş demokratlar yetiştirmek yerine “kindar ve dindar nesiller” yetişsin isteniyor. 4+4+4 modeliyle ilk ve orta öğretimde ağır aksak yürüyen eğitim öğretimin köküne kibrit suyu çekildi.

Sayılarının çokluğuyla övünç propagandası yapılan, mezunlarının işsiz dolaştığı yüksek öğretim nitelik erozyonuyla geçmişteki ortaöğretim düzeyinin altında. Toplum nerdeyse okuma yazma bilmeyen kör doğmuş insanlar topluluğuna döndü.

Dünyada ilk 500 içerisinde sadece bir özel üniversitenin olması da ayrıca manidar değil mi? Şöyle hiç değilse düzgün bir eğitim almanın ölçütü de ne yazık ki sadece “para”.

Ömrü gödek olsa da Köy Enstitülerinin hala hatırlanması, ülkede gerçek bir eğitime olan özlemi ifade ediyor olsa gerek. Bugün var olan gereksiz, kuru, ölü, dinsel, tek yönlü bilgi aktarımına ve boyun eğen, sorgulamayan, ezberci eğitime karşı; işe yarar, düşünceyi, sanatı geliştiren, bilimsel ve üretken bir eğitim sistemine olan ihtiyacın devam ettiğinin göstergesidir sanırım.

Köy Enstitülerinin kapatılmasının ardından bu okulların yerine geçirilen gittikçe pratikten koparılan öğretmen okulunun son dönemine denk gelen birisi olarak, kısmen de olsa şimdiki öğrencilerden daha şanslı olduğumuzu söyleyebilirim.

Cilavuz Köy Enstitüsünden kalma sınıflar, işlikler, büyük ve küçükbaş hayvanların, arıcılığın, meyve ve sebze yetiştiriciliğinin devam ettiği, parasız yatılı öğrencinin iaşe ihtiyacının bir kısmının buralardan karşılandığı; kayak takımları dahil çeşitli spor dallarının sahalarının olduğu, müzik salonunda piyano dahil birçok enstrümanın olduğu; fizik, kimya ve biyoloji laboratuvarlarının bulunduğu, çağdaş dünya edebiyatına ait kitapların okunduğu kütüphanesinin, sinemasının bir kampüs içerisinde olduğu bir okulun (uygulama ilkokulu dahil) öğrencisi olmak şans değilse nedir?

Artık kendi elektriğini üreten su santrali yok, kayak takımları yok, sineması yok, piyanosu yok, marangozhanesi, demirci atölyesi yok. Spor sahalarını ot, çalı bürümüş. Birçok binası yıkılmaya terk edilmiş. Tercih ve gönülden uzak hale gelmiş/getirilmiş ve bir avuç öğrencisiyle artık öğretmen yetiştiremiyor.

Ancak kaderine terk edilen, en az kırk yıldır hiç budanmayan elma, armut, vişne, erik ve ceviz ağaçları hala meyve vermeye devam ediyor Cilavuz'da. İnatla ayakta kalarak sanki Victor Hugo'ya, Yaşar Kemal'e göz kırpıyor.

Eğitimsizlikten “kör doğmuş insanlara” döndük. "Halkın kör ve sağır" olması için ezberci, cinsiyetçi, ırkçı, itaatkar, sık sık değişen modelleriyle yapboz tahtasına dönen, plansız ve paralı eğitim yerine; parasız, laik, bilimsel, özerk ve demokratik eğitim hedefi belki de Cilavuz Köy Enstitüsünün meyve ağaçlarının inadında saklıdır. Neden olmasın?