KONDA Araştırma Şirketi Genel Müdürü Bekir Ağırdır, Türkiye’deki siyasi seçmen hakkında açıklamalarda bulundu.

Bekir Ağırdır, seçmenin parti fark etmeksizin verdiği oydan rahatsız olduğunu ancak yine de aynı partiye destek vermeye devam ettiğini savundu.

"Olmasını arzuladığımızı değil, sayıların bize ne söylediğini kamuoyuna söylüyoruz. Zerre kadar çekincemiz yok" diyen Ağırdır, insanların kanaatlerinin değişip değişmeyeceğine " Türkiye insanı, bir marka ya da kişi hakkında güvenini, kişisel “temas”la üretiyor, duyduklarıyla değil... Samimi ve sahici misiniz? Adil misiniz? Vizyoner misiniz? Yani insanlarla yan yana ve onların içinden biri gibi olabiliyor musunuz? İşte o güven ve temas oluştuysa, siz nereye isterseniz, oraya geliyorlar…" diye konuştu.

Gazeteci Ayşe Arman’a konuşan Ağırdır, şu ifadeleri kullandı:

“Türkiye’deki seçmenin davranışı aşkla kime bağlı olduğu değil, nefretle kime karşı olduğunda şekilleniyor!” diyorsunuz…

Evet, şu anda öyle. Ama başta böyle değildi. 2010 ve 2012’den söz ediyorum. Fakat bugünkü geldiğimiz noktada, AK Parti çuvalladığı için, dağın öbür tarafındaki vaatleri konusunda, artık başka niyetleri olduğuna dair toplumda bir tereddüt oluştuğu için ve kutuplaşma arttığı için giderek işler bu noktaya döndü…

Ben 2008’de, “Politizasyon, Türkiye’de kutuplaşmaya dönüşüyor” diye Radikal’de yazdığımda, bazı yayın yönetmenlerini arayıp, bizzat, “Ya bu toplum kutuplaştırılıyor, medyada bu tür yayınlar yapmayın!” dediğimde, bana, “Kardeşim, ben de kutbun bir tarafıyım, niye vazgeçeyim bundan?” dediler. Dolayısıyla öyle bir şey yaşandı ki Türkiye’de, sosyolojik olarak direkt birbirimizden koptuk.

Muhafazakarlar, sekülerler ya da Kürtler diye. Siyasi olarak da “AK Parti yandaşları” ve “karşıtları” diye kutuplaştık. 2014’ten beri, 5 yılda, 8 kez sandığa gittik. 3 genel seçim, 2 yerel seçim, Cumhurbaşkanlığı Referandumu vs. Aynı kutuplaşma sürdüğü için de sonuçta şöyle bir noktaya geldik: Hem bir yandan bulunduğumuz pozisyondan rahatsızız, siz de oy verdiğiniz partiye, aslında “Lanet olsun!” diyorsunuz, ben de. Hepimiz bu durumdayız. AK Parti’ye oy verenler de öyle, CHP’ye oy verenler de öyle. Giderek, karşı tarafa olan nefretimizden dolayı, burada huzursuz da olsak, sürdürmeye devam ediyoruz pozisyonumuzu…

‘TABANCA DA DAYASANIZ OY VERMEM’

“Erdoğan’ı desteklemeyenler de var ama CHP’den haz etmedikleri için, yine de ona oy veriyorlar!” demeye mi çalışıyorsunuz?

Aynen öyle! ‘Tabanca dayasanız, CHP’ye oy vermem!’ diyen bir küme var. Oldukça da büyük. ‘Tabanca dayasanız, dinci bir partiye oy vermem!’ diyen bir başka küme de var. ‘Tabanca dayasanız Kürt partisine oy vermem!’ diyen de… Siyaset, Türkiye’de sahiciliğini yitirdi. Son 2 yılın en önemli değişimi budur. Duygular değişti. 5 sene önce 2011 seçiminde, AK Parti’ye oy verenler, aşkla oy verdiler. Ama şimdi, bir kısmı, aşkla değil, ‘Lanet olsun!’ dedikleri için ve öbür tarafa da gidemedikleri için AK Parti’ye oy veriyorlar.” 

Bir başka deyişle, Erdoğan’ın siyasi gücünü besleyen karşı tarafa duyulan nefret mi?

-Kesinlikle öyle! Ama bütün siyasi liderler için geçerli bizim ülkemizde… Dolayısıyla bizim, geri dönüp, yeni baştan bir arada yaşamayı inşa etmemiz, bir arada yaşamanın ortak kurallarını tartışmamız gerekiyor. Ama siyaset bu noktadan çok uzakta. Çünkü herkes kendi pozisyonunu korumaya çalışıyor. Dolayısıyla şöyle bir durumla karşı karşıyayız: Bu toplumun üçte biri, siyaset marifetiyle sorunları çözebileceğimizden giderek umudunu kesmiş durumda. Geçlerin yüzde 49’u, siyasi aktörlerin Türkiye’nin sorunlarını çözebileceğine dair umutlarını kaybetmiş durumda. Bu umutsuzluk hali, Türkiye’deki kaygıyı besleyen şey. Dolayısıyla 2011’den çok başka bir yerde şu an Türkiye toplumu. 2008 veya 2011’deki o heyecan ve umut yerine, şimdi tam tersi bir durum var. Şimdi artık kaygılarımızdan besleniyoruz…

Peki siz nasıl öngörüyorsunuz? Endişe ve kaygı tavan! Sadece Türkiye’de değil, tüm Batı’da huzursuzluk söz konusu… Bir taraftan da “gelecek parlak” diyorsunuz. Nasıl olacak?

-Şöyle olacak, bizim sanayi toplumu tanımları içinde, “Sol yükseldi”, “Sağ yükseldi” falan gibi hareketlerden değil, tam tersine “Bir arada yaşamı savunan” reel gündelik hayatın sorunlarından beslenen, “Onurlu yaşam hakkı” diyen yeni bir hareketlenme olacak. Dünya bunu taşıyamaz çünkü… Bu içinde bulunduğumuz döneme, “küresel ara buzul dönem” diyorum ben. Biz, yeni karşılaştığımız problemlere, yeni yollar üretemediğimiz için, eski devlet yöntemine geri döndük.

Söyleşinin tamamı burada.