ANF’den Arzu Demir Nedim Gürsel’le son romanı üzerine söyleşti:

İSTANBUL - Edebiyatçı Nedim Gürsel, son romanı “Şeytan, Melek, Komünist”in antikomünist bir roman olarak adlandırılmasının haksızlık olduğunu düşünüyor. Komünizmin yanlış uygulamalarının sorgulamasını yaptığının altını çizen yazar, “Komünizmi karalayıp, kapitalizmi yüceltmek gibi bir amacım yoktu” diyor. Gürsel ayrıca romanın edebi açıdan da tartışılmadığına dikkat çekiyor.

Allah’ın Kızları romanıyla Türkiye’de mahkemelik olan edebiyatçı Nedim Gürsel, son romanı Şeytan, Melek, Komünist ile de sorgulamaya devam ediyor. Yazarın ifadesiyle söylersek, “bu kez komünizmin yanlış uygulamalarını edebiyatın diliyle anlatıyor.” Roman karakterlerinden biri, komünist şair Nazım Hikmet. Öne çıkan ana karakter ise, TKP üyesi ve aynı zaman Doğu Almanya Cumhuriyeti’nin istihbarat örgütüne çalışan bir komünist militan. Yaygın medyada da yer bulan roman, sol platformlarda olumsuz eleştiriler aldı, “antikomünist roman” olarak adlandırıldı. Bu değerlendirmeyi doğru bulmayan Nedim Gürsel, romanın edebi ve siyasi yönüne ilişkin sorularımıza yanıt verdi.

* Kitabın yazılma sürecinden başlayalım… Yazılma sürecini bizimle paylaşabilir misiniz? Sürece yayılmış bir roman mı oldu?

- İlk kez sürece yayılmadı bu romanın yazılışı. Çok yoğun bir çalışma sonunda aşağı yukarı bir yılda bitirdim. Fransız yayıncım “Allah'ın Kızları”nın başarısından sonra bir roman daha istedi. Aynı dönemde Berlin'deki Yazarlar Evi'nde kalmak için 3 aylık bir davet aldım. Paris'ten uzaklaştım ve Berlin'de yazmaya başladım. Bazı araştırmalar yapmam gerekti; Nazım konusundan çok, Berlin kentinin hem 20. yüzyıl başında hem de savaş sonrasında soğuk savaş dönemindeki macerasını da anlatıya koymak istiyordum. Sonra Paris'te devam ettim ve bir yıl içinde bitirdim. Oysa Boğazkesen'i 5 yılda yazmıştım. Resimli Dünya romanı uzun sürede yazıldı.

EDEBİYAT SORULAR SORMALI

* “Şeytan, Melek, Komünist”te tarihsel bir kimlik üzerinden bir dönemin sorgulanması var. Bir önceki kitabınız Allah'ın Kızları'nda ise inancın sorgulanması. Yazma eğiliminizi ne belirliyor?

- Çok somut kesin bir şey söylemem güç. Verdiğiniz her iki roman da, sorgulayan romanlar. Allah'ın Kızları'nda inancı sorguladım. İslam’ın doğuşunu tarihsel bağlamıyla birlikte anlatmaya çalışan bir roman. Sorgulama işi Muhammed üzerinden yapılıyor. Şeytan, Melek, Komünist'te ise komünist ideoloji sorgulanıyor. Tarihsel bir kişilik olan komünist şair Nazım Hikmet'in kişiliği üzerinden yapılıyor. Benim için edebiyat yapıtı, hazır cevaplar sunmaz, sorular sorar. Bu anlamda çözüm getiren anlatılar yazmaktan çok, sorgulayan anlatılar yazmayı tercih ediyorum. Az önce adı geçen Boğazkesen'de de Osmanlı tarihi yani bir mitin sorgulanması vardı. Bu sorgulama yöntem olarak romanlarımın birçoğunda var.

ALİ ALBAYRAK OLUMLU KAHRAMAN TİPİNE REDDİYE

* Romandaki Nazım'la birlikte 4 karakterden en dikkatimi çeken Ali Albayrak karakteri oldu. Çocukken şiddet görmüş. Sonradan babasının, kendisine söylendiği gibi bahçıvan değil bir Fransız subayı olduğunu öğrenmiş. Ordudan atılmış. Son olarak da eşcinsel. Toplumsal algıda olumsuz sıfatlardan oluşmuş bir karakter. Bu kadar olumsuz bir karakter oluşturmak zorunda mıydınız?

- Güzel bir soru. Ali Albayrak, roman karakteri olarak neredeyse tüm ‘olumsuzlukları’ ve ‘marjinal durumları’ kendi kişiliğinde topluyor. Belki fazla olmuş olabilir ama böyle bir olumsuz karakter yaratmaya yeltenmemin başlıca nedeni şu; Stalin döneminde Jidanov'dan yola çıkarak yazarlara dayatılan olumlu kahraman tipolojisidir. Onun tam tersini yapmak istedim. 1930'larda yazarlardan komünizmin kurulma sürecinde o dönemin yöneticileri çok şey beklediler. Hem yazarları özgür bırakmadılar hem de onlara bir takım sorumluluklar yüklediler. Sadece romanlarını yazmak durumunda değillerdi, aynı zamanda geleceğin toplumuna ışık tutmak, sınıfsız toplumun kuruluş sürecinde rol almak, hatta bunun öncüsü olmak durumundaydılar. Bugünden bakıldığında bunun yanlışlığı ortada. Bu bakımdan Ali Albayrak'ı tümüyle olumsuz bir roman kahramanı olarak tasarladım. Bir başka gerekçem de; Ali Albayrak'ın eşcinselliği sert bir anne tarafından yetiştirilmiş olmasından kaynaklanıyor. Babasını bahçıvan olarak biliyor, annesi ölüm döşeğinde ona gerçek babasının bir Fransız subayı olduğunu itiraf ediyor. Hırpalanmış, sert bir anne tarafından yetiştirilmiş ve aslında var oluşu bir yalan üzerine kurulu. Bu nedenle karakterinde belirsizlik var. Sonradan kendini siyasi anlamda da bir yalanın içinde görüyor. Yani onun var oluşuyla örtüşen bir başka yalan daha ortaya çıkıyor. Ali Albayrak aslında alıştığımız anlamda siyasi bir militan değil; bir davaya baş koymuş, onun uğruna hayatını ortaya koymuş bir kişi değil. Komünist olmasının iki temel nedeni var. Birincisi aile arayışı. Kuleli’de yatılı okulda yaşamış. Sonradan Nazım Hikmet'in şiiri ve kendisiyle karşılaşması en büyük şok hayatında. Nazım'a gizlice bir platonik aşk ve hayranlık duyuyor. Yoksun kaldığı aileyi Komünist Parti'de buluyor. Çünkü komünist partilerde bir dayanışma ve aile ortamı vardı.

* Soruma geçmeden önce iki noktada fikrimi söylemek istiyorum. Birincisi; bir dönem eleştirisi gerekiyor. Sovyetler Birliği dağılıncaya kadar, kimse toz kondurmadı bu sisteme. TKP de bunu yaptı. Dağıldıktan sonra da yerden yere vuruldu. İkincisi; bence de edebiyatın derdi olumsuz olanla olmalı. Soruma gelince, komünizmi hiç ideali olmayan bir karakter üzerinden sorgulattığınızda, idealleri uğruna savaşanlara, ölenlere haksızlık yapmıyor musunuz?

- Haklısınız. Şimdi her roman karakterinin kendine özgü belirleyici nitelikleri var. Mayro'nun romanlarını ele alalım. İspanya iç savaşında geçen Umut romanında ya da Çin Devrimi'ni anlattığı İnsanlığın Durumu adlı romanındaki komünist militanlar gerçekten bir idealin peşinde olan ve o ideal için hayatlarını hiçe sayan insanlardı. Dünya edebiyatında bu tür komünist militanlar ve romana yansıdıkları biçimiyle karakterler zaten var. Bunların dışında bir komünist militan karakteri yaratmak istedim. Öbürlerine haksızlık olduğunu düşünmüyorum.

* Romandaki karakterlerden biri de yazar. Adsız bir yazar. Yazarın ve Ali Albayrak'ın anlatımıyla kadın karakter olarak da İpek var. İpek, iki erkeğin algısı olarak romanda yer alıyor, kendisi olarak değil. İpek neyin simgesiydi?

- Biyografi yazarının adının olmaması hem romanın içinde hem de dışında olmasından kaynaklı. Romanın içinde. Çünkü roman kahramanlarından biri ve Ali Albayrak'la Berlin'de buluşuyor. Kadın roman kahramanı İpek ile zaten bir aşk ilişkisi yaşamış. Öte yandan bütün bir de bunların yorumunu yapıyor. Bu anlamda da anlatının biraz dışında. Bir ad verebilirdim ama romanın Berlin bölümü –biyografi yazarının söz aldığı bölüm- 20. yüzyıl ve komünizm sorgulaması biyografi yazarının ağzından yapan bir bölüm. Orada 'ben' diyor. Birinci tekil şahıs olarak konuştuğu için roman tekniği açısından kendine bir ad vermesi zor.

İpek'e gelince. Sorunuz ilginç gerçekten. ‘İki erkeğin bakışıyla İpek ortaya çıkıyor. Kendi özerk alanı yok’ demek istediniz. Doğru bir gözlem. Biyografi yazarının geçmişe dönük olarak anlatımıyla var. Bir de Ali Albayrak'la karşılaşması ve sonunda da onunla kurduğu dostluk ilişkisi olarak var.

* Nasıl bir misyon yüklediniz İpek'e? İki erkeğin hayatında teşkil ettiği yer kadar var çünkü.

- İpek'in varlığı iki nedenle açıklanabilir burada. Birisi, tamamen Berlin kentiyle ilgili. Şarkı söyleyişi, Berlin'de yaşayışı. Berlin ile bütünleşen bir karakter. Bir de biyografi yazarıyla yaşadığı aşk ilişkisi. Erkeği ezen güçlü bir kadın karakterini ortaya koyuyor. Romanın siyasi içeriği açısından bir rolü olduğunu söyleyemem. Ali Albayrak'la karşılaşması da...

* Bu karşılaşma bana biraz zorlama gibi geldi. Koskoca Berlin. İlle de karşılaşmak zorundalar mıydı?

- Bu bir kurgu. Ama, biyografi yazarıyla da karşılaşabilirdi. Onunla karşılaşması tam tesadüf olurdu.

* Bir okur olarak böyle bir karşılaşma olmamasına sevindim açıkçası.

- Yan yana getirdim ama karşılaştırmadım. Doğal bir akış görmemiş olabilirsiniz. Sonuçta Ali Albayrak'ın simgesel bir ölümü de var. O'nun ölümü ve ölümün Berlin Tarih Müzesi'nin içinde gerçekleşmesi, bir dönemin ölümünü ve bir çağın bitişini simgeliyor. O sonu hazırlamak için bir takım şeyler yapmak lazım. Yani o kadar kolay değil roman yazmak. Uzun yıllar hikâye yazdım. Hikâyenin başka zorlukları var ama hikâyede karakterlerin bir bakıma evrim geçirme şartı yok.

BİR ÇÖZÜLMENİN HİKÂYESİNİ ANLATMAK İSTEDİM

* Ali Albayrak'ın öldürülüşüne böyle bir anlam yüklediğinizi fark ettim. Karakterin ölümüne ilişkin edebiyat kapsamında bir sorum olacak. Ancak ondan önce şunu sorayım: Siz de bir dönemin kapandığını mı düşünüyorsunuz? Ya da komünizmin, sosyalizmin dönüşünün olmayacağını mı düşünüyorsunuz?

- Romanda bir diyalog var. Bunu ironik bir biçimde yazdım. Godot'u beklemek gibi. ‘Komünizm belki gittiği gibi gelebilir’ diyor. Godot’nun hiçbir zaman gelmeyeceğini kimse iddia edemez. Bu bir bekleyiş ve uzun sürebilir. Belki bütün bir hayat böyle geçebilir. Ben bir çözülmenin, bir düşüşün hikâyesini anlatmak istedim. Duvarın yıkılışı var romanda mesela. Ali Albayrak da bir çözülüşü, bir yok oluşu simgeliyor, bu nedenle çok olumsuz bir karakter. Sonunda ölmesi gerekiyordu. Yeğeni Çelik’i ihbar ettiği için örgüt ondan intikam alıyor. Öyle bir son hazırladım.

* Okurken de, Ali Albayrak'ın başına bir şey gelecek diye düşündüm. Tehdit telefonları da vardı. Öldürülünce, “Kim öldürdü acaba” diye sordum ama ipuçlarını romanda bulamadım. Belki de ben gözden kaçırdım.

- Tehdit telefonları geliyor, birkaç gün sonra da öldürülüyor. Bunu inandırıcı bulmamış olabilirsiniz, daha uzun süre tehditlerin mi gelmesi gerekliydi? Gelen telefonlar size böyle bir olasılığı düşündürmedi mi?

* Ali Albayrak’ın başına bir iş gelecekti. Ama cinayet olasılığını düşünmedim. Cinayetin nedenine ilişkin ipucu yetersiz.

- Orada bir ayrıntı var. Tehdit eden diyor ki; ‘bir kurşun kafana, bir kurşun kıçına sıkacağız’. Onu öldüren de o cümleyi söylüyor. Orada bir bağ ve tutarlılık var. Ama belki de yeterince işlenmemiş izlenimi verebilir. Belki de tehdit telefonlarında Çelik’in de ismini bir yerde kullanmam gerekirdi. Hak veriyorum size, bana yeterli gibi göründü ama yeterli değilmiş.

UYDURDUĞUM GERÇEĞE DÖNÜŞTÜ

* Nazım Hikmet ile ilgili belgelere gelmek istiyorum. Ali Albayrak’ın bir ajan olarak Nazım’la ilgili aktardığı bilgilerin ne kadarını doğru kabul edeceğiz?

- İnternette yayınlanan sert birkaç eleştiri yazısında da bu konu konuşuluyor. Hepsi yüzde 100 doğrudur. Kendi üslubumla onları anlattım. Raporlarda Nazım Hikmet üzerine yazılan her şey onun başına gelmiştir. Nazım Hikmet’in sevgilisi Vera’ya turşu göndermesinden tutun da – Bu Vera’nın kitabında vardır- Lenin’in evini ziyareti sırasında oradaki görevlilere yönelttiği Troçki ile ilgili soruları, bütün seyahatleri, Leipzig’de toplanan TKP kongresinde ‘ne sağcıyız, ne solcu, futbolcuyuz’ diye bir not yazması, eski TKP’lilerin anılarından alınmış bilgiler. Bu belgelerde kurgu yok. Orada benim onları işleyişim var sadece. Kimilerinin de yanlış anladığını düşünüyorum. Bir tanesi demiş ki, ‘Bu kadar da uydurulmaz, Nedim Gürsel, Nazım Hikmet’i kerhaneleri dolaştırmış Azerbaycan’da.’ Bu arkadaş biraz dikkatli okusaydı görürdü ki, “kerhane” Azerbaycan’da fabrika anlamına geliyor.

Ali Albayrak’ı bir muhbir olarak da tasarladım. Çünkü Nazım Hikmet’in sürgün yıllarını, siyasi mücadelesini anlatmak istiyordum. Böyle bir yöntem aklıma geldi. Biliyoruz Nazım Hikmet’i herkes sevmiyor, çünkü yönetimle bazen uzlaşmıyor. Sonuna kadar parti üyesi olarak kalıyor, komünizmden dönmüyor ama muhalefetini de sürdürüyor. Ben bütün bunları bir muhbirin raporları biçiminde anlatmak istedim. Burada roman var. Macaristan’a gitmişse, yanında bir muhbir var, bunu biliyoruz. Gerçekten de öyle olmuştur. Daha ilginç bir şey, kurmaca realiteyi yakaladı. Romanı bitirmek üzereyken TÜSTAV arşivine bakıyordum. Orada gördüm ki, Nazım’ın Bulgaristan seyahatinde TKP’den yanında bir adam var ve bu adam 4,5 sayfalık bir raporu Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi’ne göndermiş. Bu belge Komintern arşivinde var. Onu da son anda ekledim zaten. Benim uydurduğum şey gerçeğe dönüştü.

* Tarihsel bir kişiliğin de roman karakteri olduğu durumda kurgu ile gerçeğin sınırı nedir?

- Bu işte romancı olarak temel sorunlarımdan biri. Boğazkesen’de anlatının odak noktasında Osmanlı tarihinin en önemli figürü var. Fatih Sultan Mehmed’in yaşadığını biliyoruz. Vakanivuslar anlatıyor. Ama nedir? Orada romancı, bir padişahın içine nüfuz edebilir mi? Tarihin bize söylemediği yerlerde romancı, hayal gücüyle bir karakter yaratma çabasına girebiliyor. Allahın Kızları’nda bu çok daha zordu. Çünkü ruhuna nüfuz etmeye çalıştığın peygamberdi. Her üç romanda da fazla bir şey eklemedim. Ne anlatılmışsa onlar hakkında romancı üslubumla anlatmaya çalıştım bir ölçüde. Ama bunun tabi bir sınırı olmalı…

AMACIM KAPİTALİZMİ YÜCELTMEK DEĞİLDİ

* Kitabın 55. sayfasında, ‘komünizm özgürlükler düşmanı’ sonucu çıkaracak bir karşılaştırma yaptırıyorsunuz biyografi yazarına. Yazar, Doğu Almanya için; ‘Orada gözetleme kuleleri, tel örgüler, parlak çizmeli, kurt köpekli nöbetçiler vardı.’ Batı Almanya’yı kastederek devam ediyor: ‘buradaysa özgürlük. Tartışma, yaratma ve sevişme özgürlüğü.’ Komünizm algınız ne?

- 20’li yaşlarımda Türkiye’de 12 Mart muhtırası öncesinde aşırı sol bir örgütün militanı olmasam bile sempatizanıydım. Maocu görüşlere yakın, Beyaz Aydınlık taraftarıydım ve Marksist olduğumu söylüyordum. Siyasi anlamda artık o konumda değilim ama sol düşüncedeyim. Marksizmin toplumu birçok açıdan doğru çözümlediğini düşünüyorum hala. Fakat uygulamada komünizmin büyük yanlışlar yaptığını söyleyebilirim. Bu roman da, antikomünist gibi görünen yazarın tavrıyla, komünizmin uygulamasının yanlış olduğu, özgürlük ve demokrasiyi geliştireceğine kısıtlayan bir rejime dönüştüğünü anlatmak istedim. Az önce romandan yaptığınız alıntıya gelince, romanda kapitalizmi eleştiren cümleler de var. Romandan bahsettiğiniz izlenim doğuyor. Bunun farkındayım ama amacım burada komünizmi karalayıp kapitalizmi yüceltmek değil, komünizmin yanlışlarını sorgulamak. Aşırı bir biçimde kimi zaman sorguladığımın farkındayım. Bunun için bu romanı okuyanlar tarafından antikomünist bir izlenim ediniliyor galiba. Bunun için üzgünüm. Çünkü benim hayatta en sevmediğim şeylerden biri ilkel antikomünistliktir. Çünkü bunu ben hayatımda gördüm. Romanda bir iki tane ‘o güzel insanlar, komünistler, aydınlar’ gibi ifadeler de var ama onlar pek görünmüyor.

* Kitaba tepkiler nasıl oldu?

- Fransa’da yayınlanacak, o da benim için ölçü olacak. Çünkü Türkiye’deki tepkileri aşağı yukarı öngörmüştüm. Türkiye’de basında epey bir yankı uyandırdı, fakat temelli bir tartışma olmadı. Temelli tartışma olabilecek yerlerde de iş sadece ideolojik tartışmayla sınırlı kaldı. Bir sürü olumlu tepki geldi, olumsuzlardan bahsetmek istiyorum. Mesela Sennur Sezer’in yazısı vardı. Kolayca komünizmi harcadığımı söylüyordu - ki haksız değildi. Başka bir yazı ‘Nedim Gürsel’in antikomünist histerisi’ diyordu. Ama ben başlıktaki gibi biri olamam. Çünkü eski bir komünistim en azından. Benim için önemli olan romanın ideolojik açıdan değil, romanın tutarlılığı ve yetkinliği açısından tartışılmasıydı.

* Son sorum; şimdi ne yazıyorsunuz?

- Elimde “Uzağın Çağrısı” diye bir seyahat kitabı var. Orada da siyasi anlamda biraz bu konular var. Kısa bir süre önce Moskova’daydım. “Ölü Şairler Kenti” diye bir bölüm yazıyorum. Mayakovski’nin evine gittim. Şimdi bir müze. Mayakovski intihar ediyor. Ama Yesenin’in intiharını da kınayan bir şiiri var. Puşkin zaten bir düelloda öldürülmüş. ‘Vah vah Puşkin düelloda öldürüldü artık ozan yok’ diyen Lermantof da düelloda öldürüldü. Mandelstam toplama kampında ölmüş. Rus Edebiyatına baktığınızda başka isimler de var, bir şair ve yazar kıyımı ile karşı karşıyayız. Bunları da düşünüyorum.