Bir bedene sıkıştırılmış/sıkıştırılmak istenen hayata karşı verilen mücadelede çoğu zaman kişi tek başınadır. Birinci, bu çatışma halini üreten karşı güçler oldukça örgütlüdürler ve oldukça organize çalışırlar. Bu güçlerin başını geçmişten beri devletin ürettiği çeşitli kurumlar kendi aralarında çekerler. Kişinin yaşama daha ilk adımını atması ile bu süreç başlar. Birileri senin bedenine bakarak sana bir cinsiyet belirler. Basit bir teşhise dayanan bu belirlenim hayatın boyunca yaşayacaklarının yol haritasını da sana çıkarır. Artık sen bütün hayatına dair önceliklerini, tercihlerini bu doğrultuya göre düzenlemek zorundasın.

Bu zorunluluklardan kurulu hayatına dair sana sunulan çerçevenin dışına çıkma uğraşın hep engellerle karşılaşılacaktır. Birey kendisini hangi süreçler içinde anlamaya başlar; hani ‘erkek’ olmana karar verilmiştir ve bu duruma göre de odanın duvarları maviye boyanmış, oysa sen odanın duvarlarının turuncu olmasını, hatta mümkünse pembe olmasını istersin. Ama senden önce onun kararını başkaları vermiştir. Sen erkeksin ve odanın duvarları da mavi olacak. Ne giyeceğin, nasıl giyineceğin, kimlere nasıl davranman gerektiği de sana öğretilecektir.

Sokağa karışmaya başlarsın, başka insanlar bu defa sürece katılır; “kırıtmasana oğlim, erkek değil misen sen”.

Belki daha farkında değildin nasıl yürüdüğünün, ama onlar bilir, erkek nasıl yürür kaldırımda, kadın nasıl yürür, nereden yürür. Aile duvarlarının ötesinde bu defa da sokakta kurulan başka duvarlar bekliyordur seni. Okula adımını atarsın, sabahın ayazında ‘yarım kol iza’ ile varlığını armağan etmeye başlarsın başka hayatlara.

Sana sormadılar, seni dinlemediler, “varlığım Türk varlığına armağan olsun”. Artık çocuk olmaktan “erkek” olmaya adımlarını atmaya başlamışsındır. Malum bu ülkede “erkek” olmak asker olmaktan geçer. Zaman geçirmeden başlarlar eğitmeye. Okul koridorları, derslikler, bahçe, derslik sıraları her şey buna uygun düzenlenmiştir.

Ne yaşadığına, işinde esen fırtınalara kimse kulak vermez. Öğretmenlerin yüklendikleri “kutsal” görev aşkı ile seni vatana, millete hayırlı bir evlat yapmak için büyük çaba ve de emek sarf ederler. Bu ara artık yüreğinden tenini dövmeye başlar kimi duygular. Ancak “karmaşa” gene devam ediyordur. Sana bu defa arkadaşların birilerini uygun bulur. Bir şekilde bir bakışma hali, anlama arayışı. Sana “uygun” olana değil de başka şekilde bir kalp çırpıntısı içindesin. Anlamaya çalışıyorsun, bu defa karşında “ama”lar. Bir süre sen de “doğru” olana kendini bırakıyorsun, bu şekilde yürümek, hayata tutunmak istiyorsun. Ancak set çekemiyorsun içindeki dalgalara. Sen susmayı düşünüp görmezden de gelsen o dövmeye devam ediyor tenini.

Bir başına olma hallerinin en ağır sürecini yaşıyorsun. “Dünyada bir ben” olmanın getirdiği acılı ve de zor bir süreç. Artık itirazlarını ortaya koymaya başlarsın. Kimse senden beklemez bunu, sen bir başına, karşında aile, okul, sokaklar, toplum. Kocaman kocaman iktidar adacıkları karşında duruyor. Soluksuz kaldığın çok anların olur. Ancak kendini gerçekleştirmen gerektiğine de ikna olmuşsundur artık. Senin de kendinden daha öncesinde hiç de görmediğin gücünün farkına varırsın. İtiraz etmekten, kendini bulmaktan, özgürleşmekten gelen bir güçtür. Bu itirazın bütün iktidar adacıklarını/otoriteleri rahatsız etmeye başlar. Okuldan öğretmenin, evde baban/annen, ağabeyin, sokakta başkaları…

İşte R.Ç. de bütün bu süreçleri yaşadı. İtiraz etti. Bütün bu baskı şiddet biçimlerine karşı kendisini gerçekleştirme mücadelesinde yenildi. Diyarbakır’da eşcinsel olduğu için 17 yaşında öldürülen R.Ç.’nin babası ve iki amcasının yargılandığı davanın altıncı duruşması yarın görülecek. Dava sürecini başından bu yana LGBT Hareketleri ve çeşitli parti, sivil toplum örgütleri ve gruplar yakından izlediler. Yarınki davada sonuç bekleniyor. Hayatlarımızın kod’lardan çıkıp özgürleşmesi için birbirimize dokunmaya/tutunmaya ihtiyacımız var. Yarın bir kez daha bu yapalım.