Tarihimiz katliamlarla dolu. 

Maraş, Çorum, Madımak, 16 Mart, 1 Mayıs…

O günlerin gazetelerine açıp bakarsınız bugünküyle neredeyse aynı manşetleri, ‘devlet büyüklerinin’ aynı hamasi ve içi boş açıklamalarını görürsünüz.

Sanki zaman donmuş gibi.

Bir avuç saf vatandaş ve yandaş dışında geniş bir kesim bu katliamları devletin işlediğini bilir ama bu bilgi işe yaramazdı.

Yıllar sonra ortaya çıkan itiraflar, kanıtlar, tanıklar da zaman aşımına uğradı ve ortada sanık kalmadı.

Halkın hafızası bu katliamları silmediği gibi devlet de bu cezasızlık hafızasını iktidardan iktidara devretti.

Katliamların, infazların, suikastların devreye sokulduğu her dönem toplumsal muhalefetin yükseldiği dönemler oldu. Devlet hedefini gerçekleştirmede engel olarak gördüğü muhalifleri katletmekte hiç sakınca görmedi. Bunu ya taşeron örgütler ya da bizzat kendi tetikçileriyle yaptı.

Hiç istisnasız tüm katliamların mağduru da eşitlik, özgürlük  ve demokrasi isteyen kesimlerdi.  Cumhuriyet tarihinde, iktidar ya da devlet etrafında toplanmış kitlelerin kırıma uğradığı tek bir istisna yoktur.

Aradan neredeyse yarım asır geçti, çok şey değişti.  Halkların farkındalık düzeyi değişti en başta. Devlet de değişti, bugünkü devlet eski devlet değil.  Ama halkların tersine devletin değişimi demokrasi ve hukuk yolunda olmadı maalesef.

Hele ki; 13 yıllık AKP iktidarında tam bir dönüşüm yaşadı. Bu yeni devlete isim vermekte güçlük çekiyoruz.  Eski kavramlar hükmünü yitirdi. Artık ‘derin devlet’  yok. Derinlere saklanmaya, infaz ve katliamlarını gizlemeye, hukuk kılıfına uydurmaya bile gerek duymayan yeni bir yapıyla karşı karşıyayız. Eski kurumlar aynen duruyor ama işlevleri, hiyerarşik yapıları, teamülleri ve kadrolaşma gelenekleri alt üst edildi.

***

Devlet en azından, eskiden bir çok kurumu içinde barındıran bir hiyerarşik yapılanmanın adıydı. Artık devlet, tek kişi ve onun etrafında kümelenmiş birkaç kişiden oluşmuş yapının adı. Diğer tüm mekanizmalar, onların doğrudan emri ya da işaretiyle harekete geçiyor ya da üç maymunu oynuyor.

Dolmabahçe’deki masanın devrilmesinden itibaren, Ankara’daki katliama kadar bütün olup bitenleri yorumlamaya çalışırken; bütünlüğü kaybetmemek için, hafızalarımızdaki bilgileri eklemez ve resmi mekanizmaların nasıl çalıştığına bakmazsak eksik analizler yaparız.

Ankara katliamına bu çerçevede bakılırsa doğru yeri işaret edecek, önemli ipuçları ve soru işaretleri var.

Şu ana kadar yapılan açıklamalar katliam sorumlusunun IŞİD olduğunu söylüyor.  HDP'ye yönelik Suruç ve Diyarbakır bombalarının bilinen faillerinin Adıyaman’da örgütlendikleri ortaya çıkmıştı. Aslında IŞİD’in örgütlendiği noktalar, özellikle de Adıyaman defalarca haber konusu oldu, CHP’li vekiller tarafından meclise taşındı. Ama tek bir operasyon yapılmadı.

Ne zaman ki  iktidar savaş konseptine döndü, IŞİD de PKK, DHKP gibi örgütlerin yanında anılarak, kamuoyunda ‘tarafsızlık’ mesajı verilmek için adı geçirildi.

Adıyaman’da IŞİD’e yönelik bir operasyon yapıldı ama hepsi bırakıldı.

Sonrası malum. Kürt coğrafyası cehenneme döndü, PKK’ye operasyonlar yapıldı ama IŞİD’in adı bile anılmadı.  CHP’li vekillerin nokta nokta belirledikleri IŞİD üslerine dokunulmadı ve tek kişi tutuklanmadı. Cihatçıların ‘doğal müttefik’ muamelesi gördüğüne hepimiz tanık olduk.

Şimdi Ankara katliamından sonra IŞİD’e yönelik operasyonlar yapıldığını duyuyoruz. Doğal olarak, Ortadoğu’nun en kanlı, en barbar örgütüyle PYD ya da PKK’yi eşitleyen, hatta IŞİD’i  ‘az tehlikeli’  gören bir siyasi zihniyetin samimiyetini sorgulayacağız.

***

Kaldı ki;  PKK’nin ateşkes ilan edeceği haberleri duyulduğunda Saray beşlisinden gelen “Kökünü kazıyana kadar devam. Ateşkes falan tanımayız” açıklamaları, seçimlere kadar gerilim ve çatışmanın sürdürüleceği mesajını veriyordu.

8 Haziran öncesi başlatılan HDP ve kitlesine yönelik saldırıların, Suruç, Diyarbakır katliamlarının HDP’yi baraj altında bırakmak hedefiyle olduğu nasıl yaygın kanaatse, 1 Kasım seçimlerine de aynı koşullarda ve AKP’nin her ne olursa olsun iktidarda kalma hedefiyle gidildiği yaygın kanı.

Ankara katliamının ayrıntılarına girmeye gerek yok zaten henüz netleşmiş bilgiler de yok. 

Bilinenler; IŞİD’in bombalı saldırılar yapacağı istihbaratının iktidarda olduğu, buna rağmen alanda ve toplanma noktalarında bu ihbarın önemine uygun önlem alınmadığı, canlı bomba olarak adı geçenlerden birinin Suruç katliamındaki canlı bombanın kayıp ağabeyi olduğu ve istihbaratın bu kişiyi izlemediği ya da izleyemediği…    

Bu bilgiler bizi yeniden ister istemez hafızalarımızın derinliklerine sürüklüyor.

Çünkü o hep bildiğimiz devlet katliamları serisinin bütün klişeleri bu özet bilgide kendine yer buluyor.

***

Toparlarsak; 

Katliam muhalif bir kitleye karşı yapıldı.

Bu kitle, 80’den bu yana ilk kez sol, sosyal demokratların, Kürtlerin, Çerkeslerin, Türklerin, Lazların, Hristiyanların, Müslümanların  omuz omuza olduğu ve aynı taleplerde birleştiği, birlikte alana çıktığı,  yeni bir demokrasi kanalı açan çok büyük bir kitleydi.

Zamanlama bir kez daha seçim öncesine geldi. Tıpkı, Suruç, Diyarbakır gibi…

Bir kez daha katledilenler, özgürlük, eşitlik ve adalet talep edenlerdi.

O zaman soralım:

Katliamın sorumlusu eğer IŞİD ise, her vahşetini propaganda malzemesi yapan bir örgüt bu kadar yankı uyandıran bir eylemi niye üstlenmedi?

Bombacıların IŞİD’ci olması, Suruç ya da Diyarbakır katliamını aydınlatmaya yetti mi?

IŞİD olsa bile kim tarafından ve hangi amaçla eyleme yönlendirildiği açığa kavuşmuş olur mu?

Kaos yaratarak seçmeni yıldırıp, korkutarak tek parti iktidarına yöneltme amacıyla katliam, hatta suikastlar yapılabileceği iddiaları sadece spekülasyon mu?

AKP’nin sürekli oy kaybettiği için Kürt seçmenin katılımını azaltmak üzere bölgeye operasyonlar yaptığı ve sandıkları birleştirmek istediği kanaati yanlış mı?

1 Kasım’a giderken yapılan anketlerde de AKP’nin oy kaybetmeye devam ettiği, bu nedenle çatışmaları yayıp, seçimleri erteleterek zaman kazanmak isteyebileceği tartışması önemsiz mi? 

Bu soruların yanıtlarının; 

Cumhurbaşkanının “400 vekil verin bu iş huzur içinde çözülsün”,  Danışmanı Burhan Kuzu’nun 8 Haziran seçimlerinden sonra “Millet kaosu seçti”,  Yalçın Akdoğan’ın Haziran seçimleri sonrası ilk sözünün “ Çözüm Süreci'nin tek teminatının güven ve istikrar olduğunu” söylemesi, bir mafya liderinin devletin üst katında ağırlanması, AKP adına oy istemek için miting yapması, o da yetmezmiş gibi “oluk oluk kan akacak” diyebilmesiyle alakası yok mu?

Bütün bunları üst üste koyduğumuzda  HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş “Bu saldırı devlete değil halka yapılmıştır” derken haksız mı?

Yorum sizin.