Rojava devrimi, 19 Temmuz 2012 tarihinde Kobani’de başladı. Etnik köken, inanç, mezhep, aşiret eksenlerindeki ayrımlardan dolayı hemen hemen her gün onlarca insanın öldüğü bir coğrafyada, bütün etnik ve inançsal aidiyetleri kapsayarak başka bir hayatın mümkün olduğunu gösterdi bu devrim. İki yılı aşan bir zaman süresinde “başka bir dünya mümkündür” söylemini slogan ve ütopya olmaktan çıkaran bir gerçekliği açığa çıkardı. Bütün bunları önemli bir şekilde kadın gücüne dayanarak gerçekleştirdi. Bu nedenden dolayı Rojava devrimi bir kadın devrimi olarak hayatlarımızda yerini aldı.

Katıldığı bir konferansta PYD Eşbaşkanı Asya Abddullah; “Rojava'da kurulan modeli, Ortadoğu için örnek bir model olarak görüyoruz. Burada bütün kimlikler, kültürler, inançlar ve halklar büyük bir ısrarla saldırılara karşı birlikte yaşıyoruz. Bu mücadele bugün sadece Kürt halkı için değil. Demokratik Ulus projemiz bütün halklar içindir” diyerek devrimin hem kadınlar, hem de bütün halklar için ne anlama geldiğini ifade ediyordu. 22 Temmuz devriminden bu yana muazzam bir emekle bu coğrafyanın pek de tanığı olmadığı bir örgütlenme modeli ile hayatlar yeniden inşa edilmeye başladı.

Cizre, Kobani ve Efrin demokratik özerk bölgelerinden oluşan Rojava Ortadoğu için yeni bir model. Bu nedenden dolayı da bölge gerici güçleri açısından ciddi bir tehlike olarak görülmekte. Bugün IŞİD şahsında bölgenin bütün ırkçı, milliyetçi, fundamendalist yapıları bir arada Kobani’ye saldırıyor. Çünkü bu yapılar kendilerini bütün halkları ve inançları/farklılıkları kapsayan bir yaşam kurmak yerine tamamen teklik üzerine kuruyorlar. Ya bir halk için, ya bir inanç ya da tamamen bir mezhep için bir yaşam kurma çabası içindeler. Bütün şiddet iklimini de bu teklik üzerinden kuruyorlar. “Benden olmayan başkadır, başka olan tehlikelidir, tehlikeli olan düşmanımdır, düşmanıma kurşun sıkma hakkına sahibim” gibi bir düz mantık ile bütün coğrafyayı savaş alanına çevirdiler.

Türkiye de siyaseten bu yaklaşımdan uzak değil. Benzer bir siyasi atmosferi buradan da görmemiz mümkün. Özellikle Kürt Hareketi ve birlikte oluşturduğu muhalif yapıların etkin varlığı Türkiye’nin bu ırkçı/militer/tekçi sistemini değişime zorlasa da AKP hükümetinin bölgedeki bu tekçi ve de ırkçı/militer yapının bir parçası olduğu gerçeğini değiştirmiyor. IŞİD’in insanlık katliamları çıplak bir şekilde ortaya çıkmadan önce her türlü desteği AKP hükümeti sundu. Bugün bile başka şekillerde bu gerici koalisyonun bir parçası olduğunu düşünmek için elde çok veri var.

Suriye’deki savaşın başlamasında, iki yılı aşkın bir zaman içinde yüz binlerce insanın korkunç şekillerde ölmesinden, milyonlarcasının yaşadıkları kentleri terk etmeleri ve korkunç sefaletler içinde bir yaşama mahkûm olmalarında bu ülkenin zirvesindeki iki insanın –Tayip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu- büyük bir etkisi var. Suriye’deki savaş uluslararası bir yargılanmaya tabi tutulsa, hem Tayip Erdoğan hem Ahmet Davutoğlu’nun yargılanmaları gerekir. Çünkü bu savaşın başlaması ve gelişmesi için bütün süreçlerde en etkin güç oldular. Bugün de kendi hayallerini IŞİD üzerinden hayata geçirmeye çalışıyorlar.

İşte bütün bu korkunç hayatlar karşısında 19 Temmuz 2012 tarihinde Kobani’de başlayan süreç bambaşka bir gerçeği ortaya koydu. Varlıklarını düşmanlık, kan, şiddet üzerinden kuranlar, farklılıkların bir arada özgürce yaşamasını gerekçesi kılmış bir devrimi bastırmaya çalışıyorlar. Bugün Türkiye ve Kürdistan’da yaşayan bütün halklar ve de inançlar şunu çok iyi bilmeliler ki, Kobani bu coğrafyada özgür yaşamın tek adresidir. Bunun büyümesi, çoğalması haliyle ancak özgür yaşamlar mümkün olacaktır. Aksi taktirde kadının eve, erkeğe, şiddete, emeğin baskı ve zora, inancın inkar ve asimilasyona tabi tutulduğu bu sistemde daha çok yaşamlar son bulacaktır. Daha fazla kaybetmeden, Kobani için elimizden ne geliyorsa yapmanın zamanıdır.