Sosyal medyada gezinirken bir habere rastladım. İlk defa ülkemizde çocuk hakları sempozyumu yapılacağından bahsediyordu: “Ben Çocuğum Haklarım Var”.

1. Çocuk Hakları Sempozyumu Beyoğlu Cezayir Salonu’nda düzenleniyor ilk günü Cumartesi gerçekleştirildi.

Sempozyumu, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesinde kurulan Çocuk Komisyonu düzenlemiş.

Bu ülkede havadaki oksijenden çok kadın ve çocuk hakkında sorun var. Ben de ne tür araştırmalar yapılmış, iyileştirme yolunda ne kadar yol almışız öğrenmek için katıldım sempozyuma. Anladığım kadarıyla saha çalışmaları yapılmış, raporlar tutulmuş, ailelerin hikayelerine şahitlik edilmiş ancak devletin yaptırım gücünü harekete geçirecek bir eylem henüz yok ortada. Tarım işçileriyle ilgili bakanlık bir genelde yayımlamış. Bu olumlu bir gelişmeymiş. Devletin adının geçtiği olumlu tek şey buydu. Ne kadar iyileştirici, detaylarını bilmiyorum.

Orada konuşulan her şey kırılgan bir alanı kapsıyordu ve şahit olanın bile onurunu zedeleyen bilgilerdi.

İlk konu mevsimlik işçiler ve ev işçiliğiydi.

Çok sık tekrarlanan şey insanın çocuk olduğu dönemin yaş aralığının açıklanmasıydı. Bunu hepimiz biliyoruz. Ya da ben iyi biliyorum o yüzden tuhafıma gitti. Çocuk 0-18 yaş aralığındaki insanı kapsıyor. Ancak gün ilerledikçe çocukların kanunlar karşısındaki haklarını açıklayan avukat Meriç Eyüpoğlu, kanun maddelerinde çocuk yaşının sürekli değişiklik gösterdiğini, güya onları koruyan yasa maddeleriyle açıklayınca, neden her dakika çocuk yaş sınırından bahsedildiğini anladım. Kanun bu konuda tutarsız. Kafası karışık. Bazı durumlarda 15 yaşına kadar insanı, çocuk kabul ediyor. 17 yaş, çocukla ilgili bahsedilen maddelerde son sınır.

Oysa pedagojik olarak çocuk, 18 yaşına kadar olan insana deniyor.

Yasanın hüküm maddelerini, pedagojik bilgileri kulak arkası edip toplumun meşrebine göre düzenlenmiş olmasına rağmen, avukat Meriç Eyipoğlu’nun bir örnekte bahsettiği gibi canı istediğinde psikolojiden pekala haberdar.

Lisede okuyan öğrenciyi, öğretmeninin taciz ettiği bir davayı takip etmişler. Çocuk ancak üç sene sonra başka bir öğretmenin yakın takibi sonucu kendisine yapılan şiddeti anlatmış. Diğer çocuklar öğretmenden yana tanıklık etmişler. Mahkeme demiş ki, bu çocuğun anne babası ayrılmış erken yaşta. Çocuk bunalımda olabilir. O yüzden öğretmeni hakkında böyle iftirada bulunuyor olabilir. Ve dava düşmüş. Tecavüzcü öğretmen aklanmış.

Oysa ne karşı taraf ne de çocuğun ailesi bu boşanma olayından hiç bahsetmemişler bile. Ama duyarlı hakim şıppadanak olayı çözmüş.

ANLATMAK BİLE KABAHAT

Dedesi tarafından taciz edilen bir başka çocuktan bahsetti, Bir İz Derneği’nden psikolog Özlem Mumcuoğlu. Terapi sonunda çocuk kendisini taciz eden dedesini affetmiş ama durumu haber verdiğinde anneannesinin söyledikleri yüzünden onu hiç affetmemiş. Dedenin karısı, kızmış torununa, tacizi ifşa edip aileyi herkese rezil ettiği için. Utanmıyor musun demiş, bunları anlatmaya.

Taciz olayını hallettik terapiyle dedi Özlem Mumcuoğlu ama bu anneannenin çocuktaki travmasını ne kadar sürede çözeriz henüz belli değil.

ÇİŞİM VAR DEYİP KAÇSAYDIN

Mesela hukukçular, mağdura mahkemede soruyormuş, kızım kaçamadın mı? Kaçsaydın. Bir avukat annesinin sevgilisinin tecavüzüne uğrayan kıza şey demişti. Ormanda tecavüz etmişti adam, kızım çişim var deyip kaçsaydın. Adam tecavüz ederken senin çişini dinleyecek sanki. Ve bu adam bu işten para kazanıyor. Örnek çok, hepsi baş ağrısı.

Kadın ve çocuklar konusunun en kırılgan konu olduğundan bahsederek söze girdi konuşmacılardan biri. Gerçekten de kırılgan ve hassas olan bu konu çok derin ve diğerleri tarafından bu sebepten, çok kolay kırılmaya, derine nüfus etmeye müsait bir yapıya sahip.

Mesela mültecilerin çok fazla özürlü çocuğu varmış. Bunlar evin içine mahkum edilmiş. Ne okula gidebiliyorlar ne insan arasına karışabiliyorlar. Ailenin koşullarında durumlarını siz hayal edin.

Çocuk istismarlarından bahsetti Özlem Mumcuoğlu ve farkında olmadan ne çok istismara dahil davranışlarda bulunduğumuzu anladım.

Ekonomik istismar var mesela. Şeker yeme, sağlıksız deyip çocuğa yeterli harçlık vermemek. Oyun oynamasına izin vermemek üstü kirlenmesin diye. Bunların hepsi istismar.

Bu sabah okudum, anne iki kızını arabada bırakıp sevgilisiyle buluşmuş. 15 saat arabada kalan çocuklar havasızlıktan ölmüş. Teksas’ta olmuş bu olay. Bizde anneler 5 yaşındaki ablaya 2 yaşındaki kardeşi emanet edip, üzerlerine de kapıyı kitleyip pazara gidiyor. Evde yangın çıkıyor, çocuklar kaçamadıkları için yanıyorlar.

TEOG sınavı mesela devletin ve ailelerin ortak çocukları istismar ettikleri bir durum.

İntihar ediyorlar başarılı olamazlarsa. Ya da o kadar etkileniyorlar ki sınavın önemli olduğunun hissettirilmesinden, sınavda travmatik davranışlar sergiliyorlar. Kusuyorlar, bayılıyorlar.

Travmadan bahsetti Bilgi Üniversitesinden Elif Göçek. Öncelikle travmanın ne demek olduğunu anlattı. Kavramları buraya yeniden almayacağım, açar bir sözlükten bakarsınız. Ancak travma genlerle nesilden nesile geçen bir durummuş. Kimlerin ailesinde göç var dedi. Bir ben elimi kaldırdım. Ama yüzlerine baktığımda orada oturan herkesin atasının bir yerden göç ettiğini anlamak için sosyolog ya da antropolog olmama gerek yoktu.

Çocuk haklarını dört üst başlıkta açıkladı bize. Birincisi çocuklara yönelik her konuda ayrımcılık yapmadan onlara yaklaşmak gerekiyor, her durumda öncelik çocukların yararına düşünülmeli, tüm çocukların yaşama ve gelişme haklarını gözetmemiz gerekiyor. Ve son üst başlık, her çocuk kendi hakkında söz söyleme hakkına sahip ve biz büyükler onları dinlemek ve saygı duymakla yükümlüyüz.

Bu ülkede 1990’larda çocuk hakkı sözleşmesi kabul edilip, birkaç sene sonra uygulamaya geçirilmiş olmasına rağmen, duvarda gözaltında kaybedilmiş çocukların listesi vardı. Doğum tarihlerine baktım. 1992 ile 1997 arasında değişiyordu. Sizin de gazetelerden ya da bilfiil şahitliklerinizi düşünürseniz, hepsinin insan hakları gibi lafta kaldığını hatırlayacaksınız.

GÖSTERMELİK BİR GÜN DAHA

12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü’ymüş. Göstermelik bir gün daha yani. Tüm Dünya’da en büyük markalar çocuk işçi çalıştırıyor üretiminin bir yerinde. Onlar hem çocuk hem de işçi. Oysa yasalarda çocukların çalıştırılması yasak.

Bizim ülkemizde çocukların da dahil olduğu en kötü iş ortamına tarım işçileri sahip.

Çocuklardan biri saha çalışması yapan katılımcılara demiş ki “Ben büyüdüm demiyorum, bana büyüdün diyorlar”. Bu arada çocuk 15 yaşında.

Adana’da saha çalışması yapmışlar. Aileler kötü şartlarda çadırlarda yaşıyorlar. Yaz, kış orada kalıyorlar. Çadırların olduğu alanda çocuklar için şartlar uygun değil, zaten ailenin ekonomik şartları da uygun olmadığı için anne baba çocuklarını da yanlarına katıp tarlaya çalışmaya gidiyor. Bu arada öyle çok çocuklu değiller. Genelde dört çocukları var. 13 çocuğu olan da var tabi. Altı yaşındaki çocuklar bile tarlaya gidiyor. Sabahtan akşama kadar orada çalışıyorlar. İki kere mola veriyorlar. Sabah kahvaltılarını ve öğle yemeklerini kendileri getiriyor. Tarla sahibi hiç de hijyenik olmayan, sağlıksız içme sularını veriyor sadece.

Bir de bizim haberlerde duyduğumuz işe giderken kaza geçirip ölen işçiler kayıtlara trafik kazası ölümü olarak geçiyor. Aslında onlar iş kazası geçiriyorlar. Genelde kullanılan araç traktör. Ve bilen bilir, normalden çok fazla, kuralsızca bindiriliyorlar o araçlara.

İşçiler işverenle muhatap olmuyorlar. Elci diye bir sistem var. Bu elciler haklarına bakılırsa tanrı gibi bir şey, o yerlerde. Çünkü işçiyi Elci buluyor, işverenle o anlaşıyor. Çocuk, büyük ayrımı yapmadan, kafa hesabı, günlük yevmiye alıyor işçiler. Ve bunu Elci ödüyor. %10 kişi başına komisyon alıyor.

Aileler hep Elciye borçlular. Çünkü yaz kış o yetmeyen yevmiyelerini, gündelik ihtiyaçları için önceden çekiyorlar. Elcilerden borç alıyorlar. O hesap defteri hiç kapanmıyor ama Elcilerin kasası hep doluyor. İşte tam da bu yüzden bu çocukların o tarlalardan çekilmesi, sistemin bozulması çok zor. Ailelerin bu saçma sistemden çıkabilmesi için ekonomik durumların başka türlü düzeltilmesi gerek.

Bu konu ilk konuydu. Ben burada pes ettim. Devletin seyirci kaldığı, sistemin kendi kıyıcı çarklarını işlettiği yerde, saha çalışması yapıp, öyküler toparlamak, istatistikler yapmak ne işe yarar ki. Bunları toparlayıp gideceğiniz bir kapı var mı? Hangi kapıyı çaldınız da bir muhatap buldunuz. Yaptırım gücünüz nedir? Bu soruları sormadım.

AY BİR YÜRÜ GİT

Soru sorma vakti geldiğinde, bir adam tüm konuşmalar sırasında uykudaymış da uyanmış gibi bir soru sordu, dedi ki devlet neden bu mültecilere kendi halkından üstünmüş gibi davranıyor? Yüksek okula girmelerine müsaade ediyor. Okullarına alıyor. Onların yüzünden yevmiyeler de geçen sene 50- 60 TL iken 40 TL’ye düşmüş bir de.

Ay bir yürü git diyerek, salonu terk ettim. Karnımı doyurdum güzel bir kafede. Geri geldiğimde, soruyu soran şaşkın, soruyu kucaklarından birbirine atan araştırmacılarla konuşuyordu. Ya ben böyle sivri sorular soruyorum, adım da çıktı galiba, siyasi diyorlar benim için, diyordu. Karşısındaki kadın, sesimizi biraz yükselttik karşılıklı hakkınızı helal edin, diyordu siyasi genç adama. Ben oturduğum yerden konuşmaları izleyip, bu adam deli galiba diye düşündüm. Beden dili, psikolojik rahatsızlığı olanların belirtilerini veriyordu. Ama helalleştiklerine göre benim deliliğim baki sanırım, diye düşündüm.

EVLER DE İSTİSMAR ALANI

Ev içinde de çocuklar istismar ediliyor ve çalıştırıyorlarmış. Böyle bir başlık olması da tuhafıma gitti. Meğer aileler eve iş alıyormuş, o yüzden çocuklar zor durumda kalıyormuş. Hem ev içinde şartları kötüleşiyor ve hem de bu işlerde çalıştırılıyorlarmış. Mesela mutfakta tütün sarıyormuş evin bireyleri. Sigara yapıyorlarmış yani. Evinin salonunda boncuk dizen aileler varmış. Kardeşlerine bakanlar, evin tüm işini yapan çocuklar var.

Bunların hepsinin sebebi ekonomik güçlükler elbet. Kimse çocuğuna bilerek isteyerek kötü muamele yapmak istemez. Ancak elinden insani şartlarını alırsanız onlardan insani davranışlar bekleyemezsiniz.

Ekonomik güçlük çeken ailelerde başarılı olan çocuğun okumasına izin veriliyor, diğer çocuklar işe gönderiliyor. Kız çocukları evde iş yaparken, erkekler dışarıda çalıştırılıyor. Bu konuda İstanbul’da Üsküdar ve Şişli’de saha çalışması yapılmış. Öyle uzağa gitmeyin, şehirlerde çok fazla ev işçisi çocuk varmış. Bunlar bakkala ekmek almaya gitmiyor, resmen işlerde çalıştırılıyorlar. Çoğu zaman da paraları ellerinden alınıyor elbet.

Mültecilerin durumu bizden farklı değil. Onlar kendi ülkelerinden ayrılmak zorunda kaldıkları için daha zor durumdalar.

Pakistanlı bir anne, çocuklarının beslenme çantasına okula giderken bir gün bile elma, süt koyamadığı için kendisini çok kötü hissediyor. Çocuklarım bu durumdan çok etkileniyor. Keşke ölseydim, bu durumları görmeseydim diyormuş.

Milli Eğitim, mültecilerin kendi müfredatlarında eğitim almalarına göz yumuyormuş. Bunlar merdiven altı durumlarmış. Müfredat eski Suriye’deki gibi devam ediyormuş oysa Dünya’da hiçbir geçerliliği yokmuş bu eğitimin.

Suriyeli doktorlar burada mesleklerini yapamadıkları için onlar da yeraltına inmiş. İlkel şartlarda mesleklerini yapıyorlarmış.

Bir de zengin Suriyeli çocuklarının gittiği Kanada- Suriye sistemi gibi programların uygulandığı özel okullar varmış ama geçerlilikleri şaibeliymiş.

Mülteciler bu ülkede yaşamak istemiyor başka ülkelere gitmek istiyorlarmış, o yüzden birkaç sene okula gitmese, bir şey olmaz diye, çocuklarını okula göndermiyormuş.

İranlı bir genç liseye gitmesi gerekirken, şartlar yüzünden gidemediğini söyleyip, “hayal etmiyorum çünkü gerçek olmayacak”, demiş.

Geleceği, hayallerini elinden alıp yok ediyoruz. Bu konuda henüz yeterli kelimem yok.

İnsanlar kötülüklerinin, cahilliklerinin doruklarında yaşıyorlar. Bu bir bitişin göstergesi olsa gerek. O yüzden, geleceğin taşları olan çocuklar ve onlarla en yakın bağı olan kadınların üzerine, bildikleri tüm kötülükleri boca ediyorlar.

Elbetteki bitiş yeni bir başlangıcı doğuracak, bizim dahil olmadığımız.

Ve bu ülke, gelişim sürecinden dolayı geldiği yerde, bu kırılgan halleri, bir nebze dahi olsa toparlayamadan bitişi tamamlayacak.

Pazartesi günü, çocuk işçilerin sorunlarına değinecek birileri herhalde, bayram yapıcak halleri yok. Ama aklınızda olsun Şanlıurfa’da tespih işçileri varmış. En ağır taş işçiliğiymiş. Çok zor şartlarda çalışıp, sağlıklarını yitiriyormuş insanlar. Ve bu işte çocuklar çalıştırılıyormuş.

Mülteciler geldikten sonra bu çocuk profili değişmiş. O ağır ve sağlıksız çalışma ortamında şimdi mülteci çocuklar, tüm gün taş yontuyorlarmış.

İyi bir para verip, rahatlamak için aldığınız kehribar tesbihinizi çevirirken, torununuz ya da çocuğunuzun başını okşuyorsanız, bu bilgiyi de hatırlayın lütfen.

İnsan olmanın sorumlulukları arasında öğrendiklerimizi başkalarına aktarmak var.

Elif Göçek bu konuda dedi ki, insanlara en etkin ulaşım, videolar hazırlamak. Bunların aracılığı ile insanları bilgilendirmek. Siz de buradan çıkınca öğrendiklerinizi etrafınızdakilere anlatın.

Uzun oldu, uzun yazıları hiç sevmem. Ama bütün günün özetinin özetini ancak yaptım işte.

Ve geç olmadan kalkıp Cezayir Salonu’na giderseniz bugün, gözaltında kaybolan çocuklar, gözaltı koşulları, çocuk odaklı habercilik, anadil gibi çok önemli konular konuşulacak.

Güzel günlerde görüşelim ve görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.