Günümüzde iktidar görsel medyayı ve basını mümkün olan en etkin bir biçimde kullanmaya çalışıyor. Gerileyiş-çöküş-yıkılış dönemlerini unutturan ve bunun yerine kuruluş-kurtuluş-diriliş temalarının işlendiği, Kurtuluş Savaşı ve kahramanlarına yer verilmezken, Alpaslan’dan Orhan Gazi ve Fatih Sultan Mehmet’e kadar Osmanlı’nın emperyal mefkûrelerini şahlandıran ulusal liderlerin vurgulandığı videolar, filmler, görseller ve diziler adeta ortalığı kasıp kavuruyor. Şimdi, burada ve bugün bunları izleyen, gören ve etkilenen Türkiye vatandaşları ise tümüyle edilgen konumda oldukları halde, ister istemez coşuyor, haykırıyor ve içi boş bir heyecan, tuhaf bir hamaset ile dolup taşıyorlar. “Boş vermişlik, çay koymuşluk, tam salmışlık sendromu” veya “çokomel yaklaşım, vizyon ve perspektifi” koyabiliriz bu rahatsızlığın adına. İşte en zevkli zevzekliğimiz de bu: pasif ve çıkarcı milliyetçilik helecan ve hezeyanları...

Cumhurbaşkanlık İletişim Başkanlığının sosyal medyada büyük yankı uyandıran “Kızıl Elma” videosunda, iktidar döneminde 1 milyon kilometrekareden fazla vatan toprağı kaybettiği bilinen, en yakınlarından bile kuşkulanan, saklanan, kaçınan ve fakat yine de nihayetinde gerici bir ayaklanma ile devrilmekten kendini kurtaramayan, diplomasi ve sanata düşkünlüğü ile de bilinen (Kızıl Sultan veya Ulu Hakan) 2. Abdülhamit’e de yer verilmemiş. Zafer kazanan, fetih yapan sultanlarımızın altı çizilmiş. Acaba bu yüzyılda fethedeceğimiz yepyeni coğrafyalar mı keşfedildi? Hâlbuki modern dünyada örneğin bir ABD Başkanının çıkıp İngilizlere karşı nasıl isyan edip, direnerek kazandıklarını anlatan, Yunan başbakanının binlerce yıl önce Perslere yönelik zaferlerini tasvir eden, hatta Arapların İspanya’yı nasıl ele geçirip yüzlerce yıl idare ettiklerini ballandıra ballandıra ifade eden söylemlerine pek rastlayamazsınız. ABD Başkanı Trump’ın Demokrat başkan adayı Joe Biden'ı 'en tehlikeli aday' ve 'sosyalizmin Truva Atı' olarak nitelendirmesi ve "Demokratlar kazanırsa, biz de bir diğer Venezüella olabiliriz" gibi demeçleri bu durumun bariz bir istisnası olarak kabul edilebilir ve ancak bu minvalde benimsenebilir. Zira modern dünyada güç sembolleri ekonomi, demokrasi, diplomasi, teknoloji gibi alanlardaki ilerlemeler ve gelişmelerdir. Gerçek dünyanın gerçek zaferleri bunlardır. Bu hayati unsurlar ele geçirilemediği ve ulaşılamadığı noktalarda ise, geriye yüzlerce, binlerce yıl önce kazanılan zaferler, kanlı savaş meydanlarındaki nutuklar, din adamlarına istedikleri fetvaları verdirterek kardeşlerini, çocuklarını öldürmekte herhangi bir beis görmeden, bu tür durumların haklılığı ve meşruluğunu tebaasına yutturan görkemli kahramanlarımızın hatıraları özellikle de görsel dünyamızı, evrenimizi süsler durur.

Ak Parti ilk döneminde devraldığı enkazın üzerine inşa ettiği reformlar ve icraatlar ile kendini gösterir ve kanıtlarken, ikinci döneminde herhangi bir etkinlik ve kalkınma ortaya koyamadığından olacak, daha çok propaganda alet ve araçlarının yoğun bir şekilde kullanılmasına ağırlık verdi. Kendi kemikleşmiş kesim ve kitlesini bu yöntemle sağlamlaştırıp pekiştirdi, toplumda tam bir İkinci Cumhuriyet algısı yaratmayı başardı. Gelin bir de Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın 31 Ağustos 2007 tarihli bir söylemini anımsayalım; “Avrupa Birliği hedefi, ülkemizin demokrasi, temel hak ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü gibi konularda evrensel standartlara yaklaşmasına yardımcı olmaktadır. Ayrıca, kurumsal yapılanmalar ve sektörel politikalar gibi pek çok konuda, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde neler yapacağını da şekillendirecektir.”

Türkiye’nin mevcut yönetimi demokrasi kavanozunu dışından yalayıp tadını beğenmeyen bir karakter taşımakta. O balı henüz tatmış değil, bu gidişle tatmayacak da. Bunun yerine ve yakın zamanda getirdiği aflara bakmadan ve umursamadan, ikide bir idam meselesini küçük ortağına ısıttırıp gündem sofrasına sürdürmekle meşgul. Biraz ironik bir yaklaşım olacak ama aslına bakılırsa, idam da aflar da aynı amaca hizmet etmekte; dolup taşan ve yenileri yapılması gereken cezaevlerini mümkün olduğunca hızlı boşaltmak. Kadın ve eşcinsel haklarını öne çıkaran ve bir zamanlar yine bu iktidarın önderliğini ve savunuculuğunu yaptığı İstanbul Sözleşmesinden çıkıp çıkmayacağımız tartışılır ve Ak Partinin akıl hocalarından ve duayen abilerinden biri olan Dilipak tarafından yine Ak Parti kadın kolları için “fahişeler” tanımı kullanılırken, Ayasofya gibi idam tartışması da gerçeğe dönüşecek olursa, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinden de çekilmiş, kendimizi uygar dünyadan tamamen soyutlamış olacağız. Belki de Erdoğan’ın “gelecek nesillere miras bırakacağız” dediği 2053 ve 2073 hedeflerinden biri budur. Arada da gaz çıkarır, âlemi kendimize hayran bırakırız...

(Nihai hedefimiz)