Nüfus Mübadelesi’ni takip eden 1924-27 yılları arasında Atina’da Yunan harfli Türkçe (Karamanlıca) olarak yayımlanan “Muhacir Sedası” gazetesindeki şiirler “Μουχατζηρναμέ - Muhacirnâme” kitabında toplandı.

“Muhacirnâme”, Yunanistan’a gitmek zorunda bırakılan Türkiye sınırlarındaki Ortodoksların yaşadıklarını kendi kalemlerinden aktarıyor.

İstos Yayınları’ndan çıkan kitabı tarihçi Evangelia Balta ve Aytek Soner Alpan hazırladı.

Serdar Korucu’nun CNN Türk’teki haberine göre, kitabın içindeki çizimler ise Semih Poroy’a ait.

Bak gel sen şu feleğin yaptığı marifete

şaşar mısın şaşmaz mısın düşmez misin hayrete.

Bir kaç sene zarfında Anatol hep mahvoldu

bunca sene ehaliler gül gibi soldu.

(…)

Sevgilimiz Anatol kısmet olup kavuşur muyuz havasını arzuladık

Gözümüz daima sendedir sularına susadık.

Sensin bize can veren yine seni görelim.

Kucağında yaşayıp kucağında ölelim.”

Bu satırlar yaklaşık 90 yıl öncesinin muhacirlerine ait. Türkiye’de daha yaygın kullanımı ile mübadillere. Yüzlerce hatta binlerce yıllık topraklarından koparılmışlardı. Kaderleri bugün dünyanın dört bir yanında yeni hayatlar kurmaya çalışan Suriyelilere benziyordu. Tek fark, gittikleri ülkede yasal olarak kabul edilmeleriydi. Fakat bu durum yaşam savaşının daha az zorlu olacağı anlamına gelmiyordu.

 “Merhamet çanı yok mu çalalım

Biraz insaflı adam olsun satın alalım

Kabil mi ki böylesi hayattan lezzet alalım

Artık böylesi cefaya takat kalmadı.”

İstos Yayınları’ndan çıkan, tarihçi Evangelia Balta ve Aytek Soner Alpan tarafından hazırlanan “Muhacirnâme”, Yunanistan’a gitmek zorunda bırakılan Türkiye sınırlarındaki Ortodoksların yaşadıklarını kendi kalemlerinden aktarıyor. Ancak bu şiirlerin önemli bir özelliği de Karamanlıca konuşan muhacirlere ait olması. Yani aslında Yunanca bilmemeleri, Yunan alfabesi ile Türkçe yazıp, Türkçe konuşmaları…



“Ey muhacir durma ağla imdat yoktır kimseden

Türkiya’den biz kovulduk hiç kabahat itmeden

Yurdumuzdan, Yunan deyü Türkler bizi kovdılar

Burdakinlar Türkten beter cümlemiz[i] üzdiler

Hem boğdılar, hem soydılar, çok perüşan ittiler,

Canımızı ovalara aç meskânsiz attılar.”

Yunanca bilmeden Yunanistan’a gönderilen Türkiye sınırında yaşayan Ortodoksların bu yeni ülkeleri ile tek bağları dinlerinin ortak olmasıydı. Zaten 1923 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında Lozan Barış Anlaşması’na ek olarak yapılan mübadele sözleşmesinin de temeli dine dayanıyordu. Bu süreçten sadece İstanbul, Gökçeada, Bozcaada ve Batı Trakya’da yaşayanlar muaf tutuluyordu.

“Keldi burda süründü, yüzüne hiç bakan yoktu

Muhacirsin, defol git deyenler de çoktu.

Lakin biçare seslenmedi bu lafları hep yuttu

Eziyete katlandı yağmura da soğuğa da alıştı

Ümidini yine kesmedi var kuvvetle çalıştı.

“Muhacirnâme”de sadece zorlu mübadil hayatı da anlatılmıyor. “Şimdiki Turkiya” şiiri, Cumhuriyet devrimlerine, Türkiye’deki gelişmelere atıfta bulunuyor. Yani mübadillerin anavatanlarından sadece fiziken kopartıldıklarını gösteriyor.

“Atsak bir göz Türklere hayrete kalırız

Hallerine bakarak belki ibret alırız

On beş arşın sarıklar ortadan gayb oldu

Tekkeler ve hocalar tar-u-mar oldu.

(…)

Hocası da müftüsü de hepsi şapkalı

Göremezsin bir tarafta bir tanecik sakallı

Sigara kağıtları bulamazsın bir yerde

Bir paket tütün alırsın bulacaksın içinde.”