Arzu Demir -ANF

 

İstanbul - Son olarak “Deli Kadın Hikayeleri”ni okurla buluşturan yazar Mine Söğüt, kendi gücünün farkında olmayan insanlığın şuurunun açılabilmesi için ciddi bir yüzleşmeye ihtiyacı olduğunu belirtiyor, “Bu yüzleşme de sert olmalı. Yani canı yanmalı” diyor.

 

Yazar Mine Söğüt'ün son kitabı, “Deli Kadın Hikayeleri”, deliren, kendini yok eden 21 kadının ya da kadın çocuğun hikayelerinden oluşuyor. Yazdıkları için “Hem politik hem de felsefi bir sorgulama olarak tanımlanmasını isterim” diyen yazarın, Şahbaz'ın Harikulade Yılı 1979’da bir dönemin politik ve felsefi sorgulaması. Yazarlığa gazetecilik ile başlayan Mine Söğüt, edebiyattaki derdini “Hayatta neye dertleniyorsam yazarken de onun peşine düşüyorum” diye açıklıyor. Söğüt, kendi gücünün farkında olmayan insanlığın şuurunun açılabilmesi için ciddi bir yüzleşmeye ihtiyacı olduğunu belirtiyor, “Bu yüzleşme de sert olmalı. Yani canı yanmalı” diyor.

 

İnanç ve yaratıcılık üzerine yeni bir roman hazırlığında olan Mine Söğüt, ANF'nin sorularını yanıtladı.

 

*Deli Kadın Hikayeleri'nden başlayalım.. Deliren, kendini yok eden yirmi bir kadın ya da kadın çocuk. Bu kadınlara eşlik eden ağır bir yalnızlık. Neden Deli Kadın Hikayeleri?

-Onların yalnızlıklarında toplumsal şuursuzluğun büyük payı var. İnsanoğlu kendine kolaylıkla vahşeten bir hayat biçebiliyor. Ve kendi hayatının terzisi değilmiş gibi, sorumluluğu hiç üzerine almadan yaşayıp gidiyor. Hayali ya da gerçek bir iktidara boyun eğmeye her zaman meyyal. İktidar öncelikle acımasızlık demek. Bugün hükmü altında yaşadığımız hayali iktidar da gerçek iktidar da eril bir iktidar. Dolayısıyla bundan öncelikle kadınlar ve çocuklar zarar görüyor. O yüzden kadınların delirme halleri üzerine hikayeler yazdım. Ama o hikayelerde sadece kadınların acıları yok. Tüm insanlık hallerinin çıkmazları var...

 

*Bu hikayeler nasıl birikti?

-Bunlar bir solukta yazılmadı. Yaklaşık son beş yıldır zaman zaman çeşitli dergiler için kaleme aldığım hikayeler hepsi. Bir gün bir araya getirmeyi düşünerek belirli bir tema çerçevesinde yazdım hep. Bir kitap dosyası olabilecek hale gelmeleri epey zaman aldı.

 

OKURA REHBERLİK ETMEKTEN KAÇINIRIM

*Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey'deki tablo, bugünkü zamanın ve yerin hangi yönleriyle benzerlik gösteriyor?

- Son iki roman, "Şahbaz'ın Harikulade Yılı 1979" ve "Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey" son otuz yılın ideolojik hezeyanları üzerine yazdığım iki roman. Her ikisinde de okurun özellikle bulup çıkarmasını istediğim temel şey, bu benzerlikler ve çakışmalar olduğu için bu konuda okura rehberlik etmekten kaçınırım. Herkes kendi algısına ve ideolojisine göre okusun isterim.

 

*Madam Arthur Bey. Bir kadınadam... Bir dönemin muktediri.. Kimdir Madam Arthur Bey? Ve neden bir kadınadam olarak karşımızda?

-İnsanlığın her halinin iktidarla olan ilişkisini temsil ettiği için bir kadınadam. Kim olduğu sorusunun cevabı ise, az önce de söylediğim gibi okurun bulmasını isteğim şey. Her okur için başka biri olabilir Madam Arthur Bey.

 

YÜZLEŞME SERT OLMALI

*Okuduğum üç kitabınız da -Şahbaz'ın Harikulâde Yılı 1979, Deli Kadın Hikayeleri ve Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey- İnsanın canını yakıyor. Okurken midemde bulantı da hissettim çoğu kez. Bir okur olarak canımı yaktı yazdıklarınız. Edebiyattaki derdiniz ne?

 

-Hayatta neye dertleniyorsam yazarken de onun peşine düşüyorum. Öncelikle insan neden kendine böyle bir hayat inşa etmeyi seçiyor. istese her şey bambaşka olabilir, ama istemiyor. Boyun eğiyor. Kendi gücünün farkında değil. Bu güçsüzlüğünün nelere mal olduğunu da umursamıyor. Sanırım şuurunun açılabilmesi için öncelikle ciddi bir yüzleşmeye ihtiyacı var. Bu yüzleşme de sert bir yüzleşme olmalı. Yani canı yanmalı...

 

GERÇEKLER ANLATTIĞIM KURGUDAN DAHA CAN YAKICI

*Şahbaz'ın Harikulade Yılı 1979 romanınızda elinde oğlunun kemikleri olan bir anne... Okurken en çok hissettiğim duygu olduğu için tekrarlamak istiyorum; can yakıyor. Siz nasıl yazıyorsunuz bunları?

-Benim de hem yaşarken hem de yazarken canım yanıyor. Şahbazı'ın Harikulade Yılı'nda kitabın sonunda bir almanak var. O yıl olan gerçek olayların bir dizini. Benim anlattığım kurgudan çok daha sert çok daha can yakıcı gerçekler var orada. Bu gerçeklerle yüzleşmek gerekir ki, bir şeyleri değiştirmek gerektiğini fark edebilelim.

 

*Yazdıklarınız politik bir sorgulama. Karakterleriniz de politik. Peki, sizin politikayla ilişkiniz nedir?

-Yazdıklarımın hem politik hem de felsefi bir sorgulama olarak tanımlanmasını isterim aslında. Politikalar farklı felsefi yaklaşımlar sonucu ortaya çıkarlar. Yani politika felsefenin neticesidir. İnsan neyi nasıl düşünür ve nereye nasıl varır ,bunun sorgulamasını yapmaya çalışıyorum yazarken. Politikadan ziyade felsefeyle ilgiliyim.

 

UMUTSUZ OLSAM HİÇ YAZMAZDIM

*Hiç umut yok yazdıklarınızda... Siz de umutsuz musunuz yazdıklarınız kadar?

- Umutsuz olsam hiç yazmazdım. Umutluyum ama bir şeylerin değişmesi için biraz canımızın yanması gerektiğini düşünüyorum. Acıyla, kötülükle yüzleşmek gerektiğini düşünüyorum ki reddedebilelim. En tehlikeli şey kanıksamak. Olağan bulmak. Oysa yaşadığımız dünyaya hükmeden vahşi iktidar halleri insanlığın varabileceği tek nokta değil. Eğer biz farklı bir şey istersek o farklıyı yaratabiliriz. Ama önce istememiz lazım. Biraz öfkelenmemiz lazım.Açıkçası yazarken ben öfkeleniyorum ve okurun da yüzleştiği ağır durumlarda bir umutsuzluğa düşmesinden ziyade öfkelenmesini umuyorum.

 

*Bildiğim kadarıyla gazetecilik de yaptınız... Gazeteciliğinizin yazarlığınıza etkisi nasıl oldu?

- Gazetecilik tecrübem sanırım öncelikle olaylara çok açılı bakma pratiğimi geliştirdi. Bir de yazarken cesur olma terbiyesi verdi.

 

* Şimdi ne yazıyorsunuz? Ya da ne yapıyorsunuz?

- "İnanç ve yaratıcılık" üzerine yeni bir roman yazıyorum...