Nilüfer Taşkın’ın “Bu Bir İsyan Şarkısı Değil - Lazlar, Kimlik, Müzik” kitabı İletişim Yayınları’ndan okuyucularla buluştu.

Kitapta, Lazların tarihi, kültürel ve demografik yapısı, Ulus - Devlet politikaların Lazları asimilasyonu, Lazona’da sol ve milliyetçi siyasetler, kentleşmenin Lazlar üzerinde etkisi, çay üretiminin Lazların devleti içselleştirme sürecindeki etkileri gibi birçok konuya yer verse de kitabın odaklandığı nokta müzik ve dansın Lazların kimlik algısı üzerindeki etkisi. Lazlarda müziğin adeta kutsandığını belirten Taşkın, Lazca yok olsa da müzik sayesinde Lazcanın sembolik anlamının yok olmayacağını belirtiyor.

Özellikle de müzikle büyük şehirlerde Lazca ve Lazlığın kendini kamusal alana taşıyabildiğini de ifade ediyor. Taşkın bütün bunların yanında ‘Bu Bir İsyan Şarkısı Değil’ başlığının da anlattığı gibi “Karadeniz Rock” denen ve “isyankar”, “asi”, “muhalif” olarak öne çıkarılan müzik türünün aslında müzik piyasası, kültür politikaları ve Lazların kimlikle ilgili algı ve beklentilerinin bir sonucu olarak sanılanın aksine çok da öyle olmadığını vurguluyor.

Nilüfer Taşkın, Özgür Gündem’den Önder Elaldı’nın sorularını yanıtladı.

Öncelikle son dönemde Laz kimliğinin oluşumuna yönelik hatırı sayılır kaynaklar oluşmaya başladı. Göreceli bir aydınlanma sürecinin yaşandığını söyleyebiliriz. Lazlar, kimlik ve müzik ekseninde yazdığınız kitabınız bu farkındalık yaratma sürecinde nerede duruyor?

Haklısınız, Lazlarla ilgili özellikle 90’ların başından itibaren pek çok yayın ortaya çıktı. Ama malesef kimlik konusuna dair sosyolojik perspektiften yazılmış çok az kaynak var. Ben de kitabımla kendimden yola çıkarak Lazların kimlik algılarının özellikle müzik ve dans gibi kültürel performanslar üzerinden nasıl dönüştüğünü anlatmaya çalıştım.

Kitabınız kimliğin oluşmasında kültür, dil, müzik üzerinden ilerliyor. Kimliğin değişkenliğini esas aldığımızda etnisite ve müzik arasındaki bağı nasıl tanımlıyorsunuz?

Her kültürde olduğu gibi Lazlar için de dil ve müzik kimliği ifade etmede ayırıcı bir unsur olarak öne çıkıyor. Lazcanın her geçen gün daha az konuşulduğunu ve gelecek kuşaklara aktarılmadığını düşünürsek önemli bir kırılma yaşanıyor diyebiliriz. Oysa Lazca yok olsa da Lazcanın sembolik anlamı yok olmuyor ve müzik ile adeta kutsanıyor. Müzik sayesinde Lazca ve Lazlık kendini kamusal alana taşıyabilir hale geliyor özellikle büyük şehirlerde.



Cumhuriyetin uluslaşma sürecinde bu coğrafyada Türk olmayan bütün halklar aynı asimilasyon sürecine tabi tutuldu. Lazlar da asimilasyondan en çok etkilenen halklardan biriydi. Bugüne geldiğimizde kimlik ve etnisite anlamında Lazlar üzerinde yarattığı tahribat ne düzeyde?

Her ne kadar Lazlar çok fazla fiziksel devlet şiddetine maruz kalmamışlarsa da asimilasyon politikalarından nasiplerini aldılar. Türkçe’yi dahi İstanbul ağzıyla konuşmamanın aşağılandığı bir coğrafyada Lazlar da dillerini kullanmaktan imtina ettiler, özel alanla sınırladılar, çocuklarına öğretmemeyi tercih ettiler. Aksi halde toplumda kabul görmeyeceklerine, dışlanacaklarına ve (açık ya da gizli) şiddete maruz kalacaklarını düşünüyorlardı, haksız da sayılmazdılar.

Bu yüzden Lazlar, Lazlıklarını kamusal alandan uzak tutarak yaşamayı seçtiler çok yakın bir zamana kadar. Ama artık bu izolasyonun mümkün olmadığı bir zamandayız dolayısıyla Lazlık da farklı bir form almak durumunda kaldı.

Laz aydınlarının kimlik sürecinde yetersizliği ve ikircikli tutumları kitapta ele aldığınız konulardan. Kendi olamayışından kaçış olarak da tarif ediyorsunuz. Laz kimliğinin içinde bulunulan koşullar ışığında gelişimine ilişkin ne gibi ön görülere sahipsiniz?

Ben kişisel olarak Laz aydınlarının kimlikle ilgili beklentilerinin sıradan Lazlarınkiyle çoğu zaman örtüşmediğini düşünüyorum. Bu da aydınlarda yer yer hayal kırıklığına neden oluyor. Ama enteresan bir biçimde müzik bu iki kesimi bir araya getirdi ve ortaya üzerinde uzlaşılan, Lazların aşağılanmadan özdeşleşebilecekleri ‘makul’ bir Lazlık çıktı. Bundan sonra Lazca, Laz kimliği ile ilgili sürecin merkezinde büyük ölçüde merkezi otoritenin olduğunu düşünüyorum.

Eğer kültür, kimlik politikaları Lazların kendilerini marjinalleşmekten korkmadan ifade edebilecekleri şekilde demoktratikleşirse farklı, otoriterleşirse farklı olacak kanısındayım.

Lazların kimlik mücadelesinde, Kürt siyasal hareketinin etkisi kitapta da verilen örneklerle ortaya konuluyor. Nasıl bir etkileşimden bahsediyoruz, etkileri ve sınırları nasıl oldu?

Lazların dil, kültür konuları üzerinde düşünmelerinin, üretmelerinin üzerinde elbette Kürt siyasal hareketinin etkisi muhakkak. Ama bu üretimlerin kitleselleşememesinin ardında da Kürt hareketinin etkisi olduğunu düşünüyorum. Lazların genel olarak merkezi otorite tarafından tarihsel olarak çeşitli şekillerde imtiyazlandırılmış bir topluluk olduklarını ve devletle pozitif bir biçimde özdeşleşmiş olduklarını düşünürsek marjinalleşmekten kaçınma kaygılarını anlamak kolaylaşır.

Bu yüzden Laz aydın hareketi adına üstüne basa basa ‘kültürel hareket’ demeyi tercih etti, Kürtlerin ‘siyasal’ hareketinden kendilerini ayrıştırmak ve hareketi meşrulaştırmak için. Bugün Lazlar çok yaygın olarak Lazlıklarını ifade ederken açıkça ya da üstü örtülü olarak Kürtlere referans veriyorlar. Kültürel taleplerde bulunmaktan imtina ediyorlar yine aynı kaygılardan dolayı. Kısacası Kürtler gibi marjinalleşmekten ve imtiyazlarından vazgeçmek durumunda olmaktan korkuyorlar.

Çay üretiminin Lazların devleti içselleştirme noktasında önemli bir işlev gördüğünden bahsediyorsunuz. Bu ilişkiyi biraz açmanızı isteyeceğiz?

Devlet, Doğu Karadeniz Bölgesi’nde çay tarımını çok ciddi desteklerle teşvik etti. İnsanlar devletin güvencesi altında önemli paralar, imtiyazlar elde ettiler. Sermaye sahibi oldular, büyük kentlere gidip yerleşme sürecinde avantajlı konumda oldular ülkenin geri kalanından gelenlere kıyasla. Dolayısıyla da devlete göbekten bağlanmış oldular. Böyle bir ilişki sonucunda da kendilerine devletin gözünden bakmaya ve dolayısıyla ‘uslu çocuk’ olmaya mecbur ya da razı oldular.

Kitabın ana eksenlerinden biri de kimlik - müzik arasındaki bağı ortaya koyması. Lazlarda kimlik ve müzik arasında oluşan bağı nasıl gelişti?

Laz müziği 2000’lerin başına kadar Lazcanın yasaklı diller arasında olmasından dolayı ‘yerel’ olarak tüketilen ve kamusal alana Türkçe’nin Trabzon ağzıyla ve müzikal tarzıyla temsile çıkıyordu. Bu müzik gençlerin benimsedikleri bir müzik türü olmaktan uzaktı. Sonra dünyada ve ülkedeki kimlik kültür politikalarındaki değişim de dahil olmak üzere bir dizi tarihsel toplumsal değişmeyle birlikte Laz müziği Lazca ile farklı bir formda gün yüzüne çıktı.

Kentli, genç insanlar tarafından üretilen bu müzik Laz kimliğinin algısını da sarstı ve ikinci kuşak Laz göçmenlerin Lazlıklarını özgüvenle ifade edebilecekleri bir alan sağladı.

Kazım Koyuncu’nun da içinde olduğu Zuğaşi Berebe, Lazca söyleyen ilk grup. Şarkı sözlerinde işgal, özgürlük, devrim gibi kavramlara yer verdiler. Zuğaşi Berebe Laz kimliğinin oluşma sürecinde etkisi nasıl oldu?

Zuğaşi Berepe bana kalırsa Lazca ile ilgili en radikal üretim yapan grup oldu Türkiye’de. Çünkü Lazlığı köy bağlamından çıkartıp kent bağlamına oturttular. Bu ciddi bir sarsılma yarattı hem Lazlar hem Laz olmayanlar arasında. Lazcanın geçmişe dönük yüzünü geleceğe çevirdi Zuğaşi Berepe, bu çok çok önemli bir kırılmaydı bana kalırsa. Nostaljisi yapılan bir dille bugüne, kentli kaygılarla müzikal üretim yapmak muazzam bir etki yaptı. Bu dilin yaşayacağına dair heyecana sebep oldu.

Bir yandan müziğin kimlik oluşumu sürecindeki olumlu etkilerini görürken diğer yandan da kitaba adını da veren ‘Bu Bir İsyan Şarkısı Değil’ başlığı müziğin kimlik oluşumundaki ‘yetersizliğinden’ bahsediyorsunuz. Bu paradoksu nasıl açımlarsınız?

‘Bu Bir İsyan Şarkısı Değil’ başlığıyla adına “Karadeniz Rock” denen ve “isyankar”, “asi”, “muhalif” olarak öne çıkarılan müzik türünün aslında müzik piyasası, kültür politikaları ve Lazların kimlikle ilgili algı ve beklentilerinin bir sonucu olarak sanılanın aksine çok da öyle olmadığını vurgulamak istedim. Elbette bunu söylerken bu kültürel performansların sistemle uzlaşmayan yanlarının da bulunduğunu göz önünde bulundurmak gerekiyor.

LAZ KİMLİĞİ ŞEHİRLE UYUMLU KALDI

Kazım Koyuncu’nun Laz müziği ve kimliği üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Lazların, özellikle de ikinci kuşak Laz göçmenlerin kendilerini Laz olarak utanıp sıkılmadan, aşağılanmadan ifade etmelerine inanılmaz bir katkısı oldu Kazım Koyuncu’nun.

Trabzon aksanıyla Türkçe konuşan, titreyerek kemençeyle horon oynayan Laz stereotipi o kadar baskındı ki Lazca diye bir dil var mı yok mu onu bile anlatmak çok zordu daha önce. Şimdi bunu tartışmak gerekli değil artık. Koyuncu’nun kimlikle ilgili başka bir katkısı da Laz kimliğinin köylülükle özdeşleşmiş algısını kırması ve Laz kimliğinin şehirde modern hayat tarzıyla da uyumlu olabileceği fikrini yerleştirmiş olması.