Sevil Tarla / Yurt Kitap

 

Amerika’da işçi sınıfı yoktur! Öyle derler... Gitmesek de görmesek de Amerika’yı biliriz. Filmlerden, dizilerden, hatta haberlerden. Bu yüzden tanığızdır da söylenene.

 

AMERİKA GÖSTERİDİR

Her şeyden önce başına kötü adamların musallat olduğu bir ülkedir Amerika: Dünyayı ele geçirmek isteyen kötü karakterlerin tümü öncelikle Amerika’ya gider ya da oradan çıkar. Ama Kaptan Amerika, Süperman, Örümcek Adam gibi müthiş iyi kahramanlar da Amerika’dadır. Dünyanın en önemli ve en kalabalık seri katiller ülkesidir, üstelik her filmde en az bir tanesi kahraman polis tarafından öldürülür. Ama bu arada seri katiller de o kadar çok insan öldürürler ki şimdiye kadar Amerika nüfusunun tükenmiş olması gerekirdi. En akıllı banka soyguncuları da oradadır, en iyi ve en zeki polisler de. Gösteri toplumunun en cilalısıdır orası: Basketbolda müthişlerdir, Viktorya Secret gönüllere taht kurmuştur. En güzel şehir aşkları orada yaşanır, özellikle de New York’da. Zombiler, Vampirler ve türlü türlü yaratıklar da Amerika’da yaşar. Uzaylıların başedemediği ülkedir, bir işgal edebilseler dünyalar onların olacaktır.

 

HER ŞEYİN ÜLKESİNDEKİ EKSİK?

Filmlerde, dizilerde bir tane işçi göremezsiniz ama. Eğer borsacıları, avukatları, reklamcıları saymazsak sık rastlanılan “çalışan” garsonlardır, zaten onların genç kız olanı da zengin bir genç işadamıyla evlenir ve aslında her filmde bir –işçi bile olmayan– “garson-çalışan” eksilir Amerika’dan. Bir de tesisatçı vardır, ama bunlar da aslında ya soyguncudur, ya polistir ya da CIA (bilemedin FBI) ajanı. (Eminim bu kısaltmaların açılımını ve anlamını biliyorsunuzdur.) Ayrıca, elbet bütün teröristler bir gün Amerika’ya saldıracaktır.

 

Haberlerde de en popüler olandır: Dünyanın en zenginidir, falanca malın üretim ve tüketiminde birincidir, olimpiyatlarda en çok madalya ve altın madalya alan ülkedir, Hollywood’u, Oscar’ı konuş konuş bitmez, uzaya mekik dokur, iki yılda bir ulusötesi askeri operasyon ya da darbe tezgahlar... Başkan’ın çalışma odası Oval Ofis’e, kendi evimizin salonundan daha aşinayızdır, Başkan’ın elinde tuttuğu beyzbol sopasıyla ne demek istediğine de. First Leydi ne giyse yakışır biliriz, Beyaz Ev’in otlarını olduğu kadar hayvanlarını da yakından tanırız.

 

SOL KATKI

En solcu olanlarımız bile Amerika’da işçi olmadığını bilir: Emperyalizmin kalesidir orası, en emperyalisttir, işgalcidir, tekelcidir, tefecidir, komplocudur, tezgahçıdır... Yahu yok mudur bu işgalci komutanların yanında bir tane aşçı, boyacı, marangoz ya da er? Yoktur! Amerika’da işçi yoktur, en hızlı komünistler için dahi. Amerika’yı dünyanın herhangi bir yerinde bir milim olsun geri adım attıracak her şeyin tarafında durulabilir ama Amerika işçi sınıfının değil, çünkü onlar ya yokturlar ya da en iyi ihtimalle emperyalist sömürüden pay almaktadırlar.

 

Velhasıl yaygın olan kanı yaygınlaştırılmış olandır: Elveda işçi sınıfı, merhaba orta sınıf.

 

PALAVRANIN TİRANLIĞINA KARŞI

Amerikanın En İyi Saklanan Sırrı: İşçi Sınıfı Çoğunluktur kitabıyla Michael Zweig tüm bu ideolojik kaleleri tek tek yerle bir ediyor. Sadece “Amerika’da işçi sınıfı yoktur, orta sınıf vardır,” kutsalına dair putları kırmakla kalmıyor, işçi sınıfına “elvada” diyen sahte peygamberlere olduğu kadar işçi sınıfının varlığından şüpheye kapılan şaşkın müritlere de sesleniyor: Korkunun ecele faydası yok, İşçi Sınıfı Çoğunluktur.

 

KİMLER İŞÇİDİR?

Kimlerin işçi olduğu sorusunu sadece çarpıcı bir örnekle yanıtlamak mümkün:

1998’de New York’da 40 bin limuzin sürücüsü (taksi değil) çalışmaktadır. Çoğu limuzin sahibiydi ve hem arabalarını hem de (sürücü hizmetini gerçekleştiren) emeklerini limuzin hizmeti sağlayan şirkete kiralıyorlardı. Sendikalı olmak istediler, ama şirket kabul etmedi; işçi değil yüklenici olduklarını savunuyordu –ki pek çok kaba-komünist de benzer bir yorumda bulunmakta tereddüt etmeyecektir.

 

Oysa bir sendika örgütleyip örgütleyemeyecekleri ve şirketi bir toplu sözleşme görüşmesine zorlayıp zorlayamayacakları onların sınıfını belirler diyor Zweig. Nitekim federal bir kurum olan Ulusal Çalışma İlişkileri Kurulu şirketin iddiasını geçersiz buldu ve bir sendika seçimi yapılmasını emretti. Malasıyla işe gelip sıva yapan ile limuziniyle, işi olan, şoförlüğü yapan arasındaki fark asla sınıfsal değildir.

 

Fakat şirket sahipleri ile sıvacı ve şoförler arasındaki fark sınıfsaldır. Michael Zweig bu noktada farkı belirleyenin, gücü elinde tutanın iktidarı da elinde bulundurması olgusundan kaynaklandığını öne çıkarıyor. Fakat bu, örneğin, arazileri komşu olmasına rağmen kapitalistin gösterişli bir malikanede işçinin ise yıkık dökük bir kulübede yaşaması bağlamında bir güç eşitsizliğinden kaynaklanan bir fark değildir. Sınıfsal farkın belirlendiği yer, mal ve hizmetlerin üretildiği, dağıtıldığı üretim alanı ve sürecidir. Bu da, doğrudan doğruya üretimdeki konum ve üretim ilişkileri tarafından belirlenim demektir. Ancak sınıfsal fark bir makina işçisiyle onun amiri arasındaki ilişkiden kaynaklanmaz. Amirin gücü değil kapitalistin gücüdür belirleyici olan; amir sadece güç/yetki devri ile işçi üzerinde baskı kurar, egemen olur. Amirin sınıfsal konumunu belirleyen işçi üzerinde sahip olduğu iktidar değil, onun da üretimdeki konumunu belirleyen kapitalistin/patronun güç ve iktidarıdır. Amir de kararları alan değildir, amir de işçi sınıfındandır.

 

TEK FABRİKADA İŞÇİ DENETİMİ

İktidarın karar almayı sağladığına kuşku yok. Ancak bu kararların kapsamı ve niteliğinin de önemli olduğunu çarpıcı bir örnekle veriyor Zweig: Bir fabrikanın tamamı ya da büyük bir kısmı işçilerin olabilir. 2001’deki ekonomik kriz akabinde Arjantin’de pek çok fabrikada işçiler fabrikaya el koymuştu. Bazen küçük işletmeler işçi ücretini ödeyemediğinde işçileri fabrikaya ortak ederler, (bu öyle aldatmaya yönelik bir ortaklık değil sahici bir hisse dağıtımıdır ve işçiler işletmenin ana hissedarı haline gelir). Ancak bu işletmeler genelde küçük ve pazarda etkileri yok denecek kadardır. Dolayısıyla işçiler fabrika sahibi olarak o işletmeye ait kararların alınmasında  dahi belirleyen değildir, çoğu kez piyasanın koşullarını kabul etmek zorunda kalırlar.

 

Zweig kitabı boyunca kapitalist sınıfı, orta sınıf ve işçi sınıfı kavramlarını ele alır ve tanımlamaları gözden geçirir, doğrusu yerli yerine oturtur. Nüfusun (aileler de dahil ediliyor) yüzde 63’ünün işçi, yüzde 36’ısının “orta sınıf” ve sadece yüzde birini kapitalist sınıf olduğunu uzun ve ayrıntılı açıklamalarla gösterir ve kararları alanın nüfusun yüzde 1’i olduğunu vurgular.

 

“BİZ %99’UZ” YA DA “ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ!”

Zweig’ın kitabının ilk baskısını 2000 yılında yaptığı (Türkçesi 2012 yılına ait ikinci baskıdan yapılmış) göz önünde bulundurulursa Zweig’in Wall Street ile başlayan işgal hareketlerinin gözdesi “Biz yüzde 99’uz!” sloganının yaratıcısı olduğunu söyleyebiliriz. Zweig’ın getirdiği kanıtları ve ulaştığı sonucu dikkate aldığımızda bu sloganın Türkiye’de on yıllardır kullanılan “Üreten Biziz, Yöneten de Biz Olacağız!” sloganıyla örtüştüğünü vurgulamak gerekli.

 

Aslında kitapta işçi sınıfını varlığı ve dönüştürücü potansiyeli hakkında Amerika bağlamında söylenen her şeyin Türkiye ya da bir başka ülke için de geçerli olduğu özellekle belirtilmelidir. Örneğin, kitapta, havayolları sektöründen verilen örneklerin Türk Hava Yolları direnişi sırasında başta pilotlar olmak üzere tüm çalışanların (özellikle de fazla çalışma süreleri dolayısıyla) dile getirdikleri taleplerle aynı olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla kitabın salt İşçi Sınıfının Çoğunluk olması olgusu bağlamında da değerlendirileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

 

İŞÇİ SINIFI HER YERDE ÇOĞUNLUKTUR

Dünyanın en büyük 16 ekonomisi olmakla övünülen, başbakanı tarafından “take off” durumunda olduğu söylenen bir ülkenin Amerika’daki işçi sınıfına benzer bir durum ve nitelikte olduğunu düşünmemek mümkün mü? Artık işçi sınıfının çoğunluk olması olgusundan uzak durulmaya çalışılan, tıpkı Amerika’daki gibi sanal ve tanımsız bir orta sınıf kavramının (ki bir on yıl önce “orta direk” idi) tüm sınıflar yerine dillendirildiği Türkiye’de de Kurtlar Vadisi, Sakarya-Fırat dizilerindeki gibi “vatanı kurtaran sanal kahramanlar” üretilmedi mi?

 

h2o kitap tarafından yayınlanan Amerikanın En İyi Saklanan Sırrı: İşçi Sınıfı Çoğunluktur kitabını Amerika ile Türkiye arasında benzerlikler kurmadan okumak olanaklı değil. Ancak kitabın esas önemli yanı proletaryaya “Elveda” diyerek sınıftan kaçanların tüm tez ve savlarını çürütmesi ve onların kendi iddialarından müteşekkil sahte Marksizm tezgahını dağıtarak utangaç liberalizmlerini gözler önüne sermesidir. Ancak bunu doğrudan şu ya da bu Marksizm kisvesi ardına saklanmış sahte peygamberlerin iddialarını ele alarak yapmıyor, aksine ister makina başında bulunsun isterse reklam metni yazarı olsun tüm proleterlere hitaben ve onları ikna ederek yapmaya çalışıyor. Micheal Zweig’in kitabını değerli kılan da tüm metne sinmiş olan bu sadeliği ve ikna yeteneğidir.

 

**

 

Bu hayattan geçen kişilerin romandaki kişilerle benzerliği tamamen yalnızlıktandır.