Gökhan Gençay / Halk Bank Kültür Sanat

Ned Beauman, 'Işınlanma Kazası'nda da, tıpkı 'Boksör Böcek'te olduğu gibi bir dönemi, tarihsel olayları arka planına alıyor ama aynen başkahramanı Loeser gibi, söz konusu dönemin siyasal, sosyal gelişmelerine ilgi göstermiyor.

Ned Beauman, 1985 doğumlu genç bir yazar. Beauman’ın yazarlık kariyeri Guardian, Financial Times gibi saygın gazetelerde  kısa yazılar kaleme almakla başladı. Ardından onu uluslararası şöhrete kavuşturacak ilk romanı “Boksör Böcek”e sıra geldi. “Boksör Böcek”, yayımlanmasıyla birlikte özgün dili ve nefes kesici kurgusuyla büyük beğeni topladı. İlk romanıyla şaşırtıcı bir başarı hikâyesinin öznesi olan Beauman, İngiliz edebiyatının umut vadeden yazarları arasında ilk sıralara yerleşmeyi da başardı.

“Boksör Böcek”, Beauman’ın benimsediği sinematografik bakış açısını gözler önüne seren özel bir romandı. Romanın ilginç hikâyesini, yoğun araştırmalara dayanan tarihsel arka planını, Beauman’ın  kara mizaha meyleden, alışıldık anlatı kalıplarını zekice tersyüz ederek yol alışını, yarattığı muazzam karakter galerisini göz önüne aldığımızda, “Boksör Böcek” için çeşitli mecralarda sarf edilen övgülerin hiç de abartılı olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. 

Beauman’ın yeni romanı “Işınlanma Kazası” da, yazarın ilk günkü heyecanını kaybetmediğinin bir örneği olarak okurların karşısına çıkıyor. Beauman, yine okuyucusunu birbirinden tuhaf karakterlerle tanıştırıyor, onları farklı güzergâhlara savuran hikâyelerini birbiriyle iç içe geçirerek aktarıyor, tarihî gelişmeleri ve şahısları serin mizahi referanslar eşliğinde romanının arka planına yerleştiriyor. “Işınlanma Kazası”, kendine, metnine güvenen bir yazarın yetkin üslubunun işaretleriyle dolu . Beauman, metne olan hâkimiyetini hiç kaybetmiyor; genç bir yazar için şaşırtıcı derecede rahat ve serinkanlı dille, akıcı bir üslupla yazıyor.

“Işınlanma Kazası”, ışınlama makinesi icat etmeyi amaçlayan bir grup insanın maceralarını içeriyor. Romanın kahramanı Egon Loeser da ışınlanma makinesine kafayı takanlardan biri. Nazilerin adım adım iktidara yaklaştığı bir zaman diliminde Almanya’da yaşayan genç bir sahne tasarımcısı Loeser (soyadının “loser”ı çağrıştırması da Beuman’ın mizahi göndermelerinden). Loeser ve bağımsız, dışavurumcu tiyatroya gönül vermiş arkadaşları 17. yüzyılda yaşamış, sahne tasarımında çığır açmak için bir ışınlanma makinesi icat ettiği söylenen Lavicini adındaki bir İtalyan mucit hakkında bir oyunu sahneleme telaşı içindeler. Loeser ve arkadaşları, Lavicini’nin meşhur ışınlanma makinesinin ilk çalıştırıldığı oyunda tiyatro binasının tamamını yıkıntıya çevirdiği ve Lavicini de dâhil seyircilerin birçoğunun bu olay sonucu öldüğü bilgisine de sahipler.

Loeser ve diğer genç arkadaşları da 1930’lu yılların sonlarında Berlin’de yaşanan bohem eğlence hayatının özneleri arasında yer alıyorlar. Her gece, yazarların, şairlerin, çeşit çeşit eksarntrik karakterin davetli olduğu, şehrin başka bir köşesinde düzenlenen partilere koşturuyorlar. Sevgilisinden ayrılmış olan Loeser, güzel kadınlarla tanışmak, cinsel hayatına kaldığı yerden devam edebilmek için bu partilerde boy gösteriyor. Coşku dolu gençler, şehrin dört bir yanında kendi özgürlükçü yönelimleri doğrultusunda birbirleriyle kolayca yakınlaşırken, şanssız Loeser bir türlü kendisine uygun bir partnerle karşılaşamıyor.

Söz konusu partilerin birinde gördüğü Adele Hitler adındaki alımlı ve çekici genç kıza körkütük âşık olan Loeser, bu kızla birlikte olabilmeyi hayatının en önemli gayesi olarak benimsiyor. Ama bütün kur yapma girişimleri sonuçsuz kalıyor ve Adele onun kıskandığı, nefret ettiği pek çok  farklı erkekle birlikte olurken, Loeser’ın arzu dolu ataklarına karşılık vermiyor. Adele öylesine serüven meraklısı ve cesur bir kız ki, dönemin önemli şahsiyetleriyle kısa zamanda samimiyet kurabiliyor; Berlin gecelerinin şöhretli siması Bertholt Brecht’le de flört ediyor, ileride varoluşçuluk akımının temellerini atacak olan genç Jean-Paul Sartre’a da âşık oluyor. Hatta Berlin’i terk edip Sarte’la birlikte Paris’e bile gidiyor. Adele’e sahip olmayı takıntı hâline getiren Loeser da onun arkasından soluğu Paris’te alıyor ama genç kızı burada yakalayamıyor. Loeser, yeryüzünün dört bir köşesinden dünyanın sanat başkenti olarak kabul edilen Paris’e akın etmiş ressamlarla, yazarlarla, şairlerle, mirasyedilerle, dolandırıcılarla karşılaşıyor, çeşit çeşit macera yaşıyor ama Adele’i bulamıyor.

Bir süre sonra Adele’in Los Angeles’ta olduğunu duyuyor ve bu sefer de ABD’ye doğru yola çıkıyor umutsuz âşığımız. Dönemin Los Angeles’ı Almanya’da iktidara gelen Nazilerin zulmünden kaçan pek çok yazara, bilim insanına kapılarını açmış durumda. Bunlara ek olarak, şehrin entelektüel camiasının bünyesinde, Sovyet ve Nazi casusları arasında hegemonya savaşı da yaşanmakta. Genç sahne tasarımcımız dünyayı sarsan politik gelişmelerin hiçbiriyle ilgilenmiyor, onun yegâne amacı Adele’i bulmak ve onunla beraber olmayı başararak yıllardır sürdürdüğü cinsel perhize son vermek. Öyle ki, herkes Almanya’dan kaçarken Loeser, Adele’i bulduktan sonra Almanya’ya dönmeye niyetli. Los Angeles’ta yaşadıkları, onu gizli deneylerin yapıldığı bir üniversite kampüsünün yakınına sürüklüyor. Bu kampüste yapılan en önemli deneylerden birinin, kendisinin ilk göz ağrısı konumunda olan Lavicini’nin ışınlanma makinesi üzerine olduğunu öğrenince Adele’in dışında ilgileneceği bir meşgale de keşfetmiş oluyor Loeser. Böylelikle absürt olaylar birbiri ardına yaşanmaya başlıyor; Loeser, Los Angeles’ın kültürel yapısına vâkıf oluyor, farklı sosyal gruplar arasında geziniyor, Adele’le bile karşılaşıyor, ki bu karşılaşma onu beklediği kadar etkilemiyor, Lavicini’nin ışınlanma makinesini çalıştırma deneylerine iştirak ediyor, seri katiller ve casusların arasında kalıyor...

Ned Beauman, “Işınlanma Kazası”nda da, tıpkı “Boksör Böcek”te olduğu gibi bir dönemi, tarihsel olayları arka planına alıyor ama, aynen başkahramanı Loeser gibi, söz konusu dönemin siyasal, sosyal gelişmelerine ilgi göstermiyor. Kahramanı vasıtasıyla Berlin sanat çevresine, bohemlerin mesken bellediği Paris kafelerine, ABD’nin kültürel sembollerinden biri olarak sıfırdan inşa edilen Los Angeles şehrine uzanıyor uzanmasına, ancak bütün bu coğrafyaların dinamiklerini Loeser’ın ufkundan yansıtıyor. Eski dünyanın taşları yerinden oynayıp yeni bir dünya kurulurken Loeser’ın sadece ve sadece kendi bahtsız aşk yaşamıyla ilgilenmesi nedeniyle de, romanın asıl ilgi alanı bu oluyor.

“Işınlanma Kazası”, Beauman’ın kendine has yaratıcı mizah anlayışının birçok örneğini içinde barındırıyor. Çılgın karakterler, dağınık olay örgüsü çerçevesinde absürt olayların içine sürükleniyorlar. Romana tuhaf karşılaşmalar, akıl almaz tesadüfler damgasını vuruyor.  “Işınlanma Kazası”, kitabın arka sayfasında belirtildiği gibi, “içinde olduğu dönemin farkında olmayan bir tarihsel roman”. Aynı zamanda hızlı, kaotik ve eğlenceli... 

Işınlanma Kazası

Yazar

:

Ned Beauman

Çeviren

:

Sabri Gürses

Yayınevi

:

Domingo Yayınları