Varlık dergisi editörü Mehmet Erte, dün (2 Ocak 20120) bir etkinlik kapsamında Sultanahmet’teki Türk Edebiyatı Vakfı’nda öğretmenler ve Türk Edebiyatı okurlarıyla buluştu.

17.00’de başlayacak konferansa, alışık olmadığımız şekilde, tam vaktinde gelen Erte, “Dergiciliğin püf noktalarını mı merak ediyorsunuz?” diyerek sözlerine başladı.

Bu arada moderatörlük görevini üstlenen bir vakıf çalışanı Erte’den söz isteyerek bir takdim konuşması yaptı. Konuşmasında Erte’nin İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğünün yürüttüğü bir proje olan İstanbul Öğretmen Akademileri Projesi kapsamında düzenlenen Edebiyat Akademisi’nin 8. Hafta konuğu olarak etkinliklerine katıldıklarını söyleyen vakıf çalışanı, haftaya yapacakları 9. Hafta etkinliğiyle atölye çalışmalarını tamamlayacaklarını söyledi. Vakıf görevlisi yaptığı takdimin sonunda, Varlık dergisi genel yayın yönetmeni olmasının ötesinde şair ve yazar kimliğiyle de tanınan, Erte’nin kısa biyografisine de yer verdi.

Bu takdim konuşmasının ardından tekrar söze kaldığı yerden devam eden Erte, ilk şiirinin Varlık dergisinin Aralık 1999 sayısında yayımlandığı söyleyerek konuşmasını şöyle sürdürdü.

“Su istasyonu işletiyordum 2002 öncesinde. Pet şişeler çıkınca 2002’de iflas ettim. Bu arada YKY’den bir yayımlanacak bir şiirimle ilgili telif vermek için beni aradılar. İşte bir hesap numarası verebilir misiniz para yatıralım diye. Ben de, hesap numaram yok, gelip ödemeyi elden alayım, dedim. Tamam dediler. Meğer elden ödeme almak çok zormuş. Bu ödeme işiyle de bir tane kızcağız ilgileniyor. Aşağı yukarı derken kızla biraz samimi olduk. İşsiz olduğumu falan da söyleyince kız, bizde çalışır mısın, dedi. Meğer beni elektrikçi sanıyormuş. Şair olduğumu söyleyince, yukarı çıkın Murat Yalçın bey var onunla konuşun, dedi. Yayıncılık sektörüne girişim böyle enteresan bir hikâyeyle başladı. … Yayıncılık, kültür faaliyetlerinde dünyada birinci sırada ama Türkiye kadar ciddiye almayan bir ikinci ülke de yok maalesef. … Yayıncılıkta dağıtım başlı başına bir sorun. Bu yüzden Varlık olarak Genel Dağıtım’dan çıktık. … Dağıtım ve baskı maliyetleri gibi bazı maddi sıkıntılar yüzünden edebiyatın felsefik, ulvi, teknik yönü hep geri planda kalıyor maalesef. Sonra Hayvan, Öküz, Ot gibi popüler kültür dergileri öne geçiyor. Ot dergisi bir yerde, biz edebiyatı halkın geniş kesimlerine ulaştırıyoruz, demişler. Sanat, piyasa ekonomisinin vahşi çarklarına terkedilecek bir alan değildir. Oğuz Atay’ı, Sevgi Soysal’ ı kapağa basarak edebiyat yapılmaz. … Son zamanlarda kadınlar önemli bir okur kitlesi haline geldiler. Bu yüzden popüler kültür dergilerinin kapaklarına erkek resmi koyunca daha çok satıyormuş. … Popüler kültür, insan doğasının üstüne bir üst bağlam getiriyor. … Edebiyat tarihi, bir imajlar tarihi haline geldi. Emrah Serbes’in Erken Kaybedenler’i Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ının imajının üzerine oturdu...”

Katılımcıların çoğunluğunu; öğretmenlerin, Türk Edebiyatı okurlarının ve fanzin dergi çıkaran gençlerin oluşturduğu seminerde bu uzun sunumun ardından soru cevap kısmına geçildi.

“Varlık dergisinin popüler kültürle ilişkisi ne?”

Varlık dergisinin maliyeti Ot dergisinin maliyetinden daha az değil ama bu bir seçim meselesi. Edebiyat dergisine popüler kültürü sokarsanız orada edebiyatı öldürürsünüz. Varlık 1933’te kuruldu ve bu güne kadar da hiç ara vermedi.

“Bir derginin yaşaması için yayınevi kurması önemli mi?”

Önemli. Yaşar Kemal’in ilk romanı Varlık’tan çıktı. Yaşar Nabi Nayır İkinci Yeni’yi sevmezdi, derler. Bu doğru değil. Varlık, Turgut Uyar’ın kitaplarını bastı. Ece Ayhan’ın ilk şiir dosyası keza Varlık’tan çıktı.

“Varlık’ın yayın çizgisinde bir değişme oldu mu?”

Varlık aslında pek değişmedi. Değişen yönleri varsa da okurlara bırakıp ben değişmeyen iki yönünden bahsedeyim. Bir: Genç şairler çıkarmak… İki: Sanatı bir bütün halinde düşünmek…

“Varlık’ın mizanpajı neden hiç değişmiyor?”

Modernizm görsel kültürle olmaz. Yayını yayın yapan editörün seçimidir. Dünyada görsel kültür sadece popüler kültür dergilerinde kaldı. Görsel dediniz şey çok da önemli bir şey değil ki. Girersiniz Google’a bulursunuz bir şeyler. ‘Çağın ruhuyla evlenen bir sonraki çağda dul kalır.’

“Genç şairlere fırsat vermek bir risk değil mi? Varlık’ın elinden tuttuğu şairler var mı?”

Risk tabii ki, hatta kumar… Varlık dergisinden ödül alıp sonradan piyasadan silinen yazarlar olduğu gibi Varlık’ı geride bırakıp ilk kitabını reddeden de oldu. Altay Öktem, Baki Ayhan T., Behçet Çelik, Birgül Oğuz, Deniz Durukan, Erendiz Atasü, Feyza Hepçilingirler, Gamze Arslan, Gülce Başer, Hüseyin Ferhad, İnci Aral, Mehmet Can Doğan, Metin Cengiz, Murat Gülsoy, Murat Yalçın, Nazlı Karabıyıkoğlu, Nilgün Tutal, Pelin Buzluk, Salih Bolat, Selçuk Altun, Seray Şahiner, Tuna Kiremetçi yolu bir şekilde Varlık’la kesişmiş dostlarımızdan bazıları… Varlık hiçbir yazarın siyasetine bakmaz ürününe yer verirken.

“Genel Yayın Yönetmeni unvanını neden reddediyorsunuz?”

Bu unvan Enver Abi’ye ait çünkü…

“Varlık’ın politik çizgisinde bir değişme oldu mu?”

Varlık, Türkiye’nin birinci, Avrupa’nın ikinci en uzun soluklu edebiyat dergisi. Dolayısıyla politik çizgisi dönem dönem değişmiştir. Bir dönem “memleketçi ve milliyetçi” olmuş, bir dönem “toplumcu gerçekçi” olmuş, bir dönem “garip akımını” savunmuş. Bu yönüyle Varlık Türkiye’nin sosyal hayatına doğrudan entegre olmuş diyebiliriz.

“Gelen öykülere kim bakıyor dergide?”

Jale Sancak bakıyor, ben bakıyorum. …

Bir anımı anlatayım: Attila İlhan’ın bir şiirini basacağız dergide… Ercan abi, dedim, bu şiir çok kötü. Ercan abi, bizim görevimiz sadece iyi ürün basmak değil Mehmetçiğim, dedi, yazarın ürününden de okuru haberdar etmek. … Edebiyat, gerçekliği idrak etme biçimine yönelik imajlar verir okura. … Katarsis/intikam imkânı verir okura. … Yabancılaştırma efekti etkisi yapar okur üzerinde…

“Varlık’ta altın dönem ya da dip dönem diyebileceğiniz dönemler var mı?”

Kemal Özer dönemi dediğimiz 80-90 döneminde kapanma noktasına geldiğimiz söylenir. Derginin yayın politikasını toplumcu gerçekçi yaptı diye. 40-50 dönemi de altın yılları derginin, garip akımıyla birlikte yakaladığı ivmeyle…

“Varlık’ın aylık tirajı ne kadar?”

Beş bin. Ama bu Varlık’ın düştüğü anlamına gelmiyor, bu seçimlerle alakalı bir şey. Dönem dönem yirmi bin sattığı da olmuş.

“Varlık’ta bir ürününün bekleme süresi ne kadar?”

Düşünün her ay dergiye dört yüz şiir geliyor ve siz hepsini okuyorsunuz. Tam bir zulüm… Şöyle bir formül geliştirdik: Daha önce Varlık’ta görünen birinin ürününe yer vermiyoruz dergide. … Bir şiirin illaki bizde yayımlanması gerekmiyor. Şiir yazılır, bekler ve adrese gider... Dergi sadece bir araçtır.

“Dikkatinizi çeken bir okul dergisi var mı?”

Net aklımda kalan olmadı ama bu konuda devlet okulları özellerden daha iyi diyebilirim. Hatta bir gün Eyüp’te bir kız imam hatip lisesine davet edilmiştim. Öğrencilerin merakları, derslerine çalışıp gelmeleri… Beni o kadar şaşırttı ki… Bu biraz da öğretmenle alakalı bir şey sanırım. … Sağlam kafalar hep yoksullardan çıkıyor. Kültüre ihtiyaç duyan, ben bir şeyler yapacağım diyenler hep yoksul çocukları.

“Konuşmanızın bir yerinde teknolojiyi/e-dergileri eleştirdiniz. Baskı ücretlerinin bu kadar yüksek olduğu günümüzde bu biraz haksız bir eleştiri olmuyor mu?”

Bakın, teknolojiyi kullanmış olmanız kafa yapınızı değiştirmiyor. Benim kastettiğim bu. … Varlık iyi ki var. Sağlam bir merkez olmazsa uydular gelişmez çünkü.

“Başınızdan geçen ilginç bir olay var mı?”

Bir gün Bertrand Russell’la görüşebilir miyim, diye telefon etti biri, ciddi ciddi…

Bir gün İlhan abiye telefon etim: ‘İlhan abi ben Mehmet…’ Tak kapattı. Allah Allah dedim daha sonra tekrar aradım: ‘İlhan abi ben Mehmet…’ Tak yine kapattı. Ne zaman arasam tak kapatıyor. En son yine aradım: ‘İlhan abi ben Mehmet Erte’ dedim. ‘Ya Mehmetçiğim’ dedi ‘telefonuma Mehmet diye bir sapık dadandı, bir aydır beni rahatsız ediyor…’

Yine bir gün bir okur aradı. Şartnamede ‘nüsha’ diyor nüsha ne demek diye…

“Varlık’ın birinci sayısını şu anada çıkarıyor olsaydınız nasıl bir dergi çıkarırdınız?”

Varlık kendi geleneğiyle yönlenen bir dergi… Şu anda ilk sayıyı basıyor olsaydım her halde sanatın bütün türlerini gündeme taşırdım.

“Varlık bir dönem, elit bir anlayışla, Türk edebiyatından çok çeviri edebiyatını öne çıkarmış, benzer şekilde şimdi de çağdaş Arap edebiyatını gündemine alabilir mi?”

Alabilir ama bu yönde herhangi bir ürün akışı yok. Çağdaş Arap edebiyatını günümüzde garip bir şekilde sol kesim gündemine almış durumda. Örneğin Ayrıntı Yayınları’nın bu yönde yoğun bir çabası var. Ben şahsen İran edebiyatını çok beğeniyorum. İran’da bir molla ile rahatlıkla ateizmi tartışabilirsiniz. Ama bizde öyle değil. Tam bir yarılma ve katı bir ayrışma hali söz konusu maalesef.

Soru-cevap kısmını bitiren Erte, konuşmasının son bölümünü dergi editörlüğünün püf noktalarına ayırdı. İşte Erte’nin dergi editörü olmaya hevesli gençlere tavsiyeleri:

“Eskisinden çok daha fazla düzeltme yapıyoruz. Beyin kâğıt ve kalem kullanırken daha az hata yapıyormuş.”

“Yazarıyla konuşarak metinlere müdahale ediyoruz. Tabi yazarın yaşı da burada bizim için belirleyici oluyor. Yazar bilinçli olarak kuralları bozuyorsa müdahale etmiyoruz.”

“Editör ilk okur olduğunu unutmamalıdır.”

“Hatasız kul olmaz, editör kendini affetmeyi bilmelidir.”

“Kendimizi yazardan daha akıllı sanmamalıyız ama ondan aşağı da olmadığımızın bilincinde olmalıyız.”

“En büyük hatalar kapakta yapılır. ‘Başak Doğa’ yerine ‘Başak Boğa’ yazarsınız-benim gibi- mesela.  Başak boğa burcu…”

“Edebiyat akıp giden bir tarihtir.”

“Sosyal medya dili sokak dili oldu. Doğulusu batılısı aynı sokak diliyle konuşuyoruz... Bence çağın ruhu kelimeler etrafında ortaklaşıyor…”

“Bizde edebiyat alanında tarih bilinci eksik… Jane Austen’ın bir köy papazının yedinci çocuğu olduğunu bilmezseniz romanındaki imgeleri anlayamazsınız…”

Haber: Osman Akyol/3 Aralık 2020, İstanbul