Rosida Koyuncu / Demokrat Haber

Aşk, cinsellik, cinsel şiddet, kadına yönelik şiddet, aile içi şiddet, toplumsal şiddet, gelenek, göçmenlik, aldatılma gibi olguları öyküleriyle anlatan yazar Zehra Aylin’in “Gerdek Suskun”u kitabını okuduktan sonra kendisiyle söyleştik.

Kitap Kanguru yayınlarından çıkan Gerdek Susukunu kitabında yazar, göçmen hikayelerindeki kültür çatışması ve bireyin arayış halini okuyucuya yansıtırken kendi deyimiyle ithal damat ve gelin kavramını kullanıyor. Almanya’ya gelen Diyarbakırlı bir gencin yaşadığı ruh hali okuyucunun beklemediği bir son ile biter.

Almanya’da yaşayan bir kadının çocuğuna bakmak için sosyalkurumdan destek alırken, iflasını bildirdikten sonra çocuğa bakamazsın gerekçesiyle çocuğa devletin el koyması, başka bir deyimle çocuğun korunmak için koruyucu aileye verilmek istenmesi, annesinin çocuğunu Türkiye’ye kaçırması ve devamında yaşanan tramvayı görebiliyoruz.

Devletin şiddetiyle beraber hikayenin devamında erkek şiddetini de şöyle görebiliyoruz. Yaklaşık 17 sene çocuğunu göremeyen kadının boşandığı eşine verdiği çocuğun sürekli ondan kaçırılması ve çocuğunun sesini duymasına izin verilmemesi gibi acı bir hikaye ile karşılaşabiliyoruz. Aynı zamanda erkek şiddeti evdeki babanın uyguladığı şiddet ile çocukken yarattığı travma baba zoruyla evlendirilen kadınların hikayelerini görebiliyoruz.

Hikayelerde bazen şaraba yapılan bir güzelleme ile insanların derdini kusmasına yardımcı olduğunu aktarırken, bazen de Alkolik Deli Yusuf’un içmesinden sonra uyguladığı şiddetin etkisini öykülerde görebiliyoruz. Deli Yusuf karakterinin kendi çocuklarına, eşine uyguladığı şiddet biçiminin sıradan bir biçimiyle görmüyoruz. Ağaca asma, depoya kapatma vb yöntemleri görmemiz şiddetin betimlemediğini aynı zamanda kurgulanmadığını bu olayı yaşayanların içinde olduğu için birebir ne yaşandıysa onu yazdığını yazardan öğrendik.

 “Aykırı“ hikayesinde topluma aykırı duran Sultan’ın kendi olma çabasını görebiliyoruz. Horoz adlı bir hikayede iki tane eşini katleden birini okudukça irkilebiliyorsunuz. Aşk acısının ve kavuşmazlık duygusunu anlatan hikayelerle karşılaşabiliyoruz.

Yazar 24 ayrı hikaye ile karşımıza çıkıyor. Ardıç Sandığı hikayesini okurken bu dünya ve farklı coğrafyalarda o kadar çok hikaye var ki anlattıkça bitmez diyorsunuz. Ardıç Sandığı beni en çok şaşırtan hikaye oldu. Sandıklar açtıkça dökülecek hikaye dolu hayatlar yakınımızda…

***

Kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

Yaşamda ayakta kalmaya çalışan biriyim. Akdeniz’in güzel ve nemli bir kentinde doğdum. Yolum bir dönem Almanya ‘ya düştü. Daha sonra İsviçre’ ye. Yıllar süren, sürgün hayatında çok şey yaşadım biriktirdim yüreğimde...

Gözümü aile şiddetinin içinde açtım. Çocukluğum çalındı. Ergenliğim ve hayallerim. Hala da bitmedi. Sıradan bir hayatım var, kendimi var etmeye çabaladığım. Kim olmaktan çok, birey olmaya çalışıyorum. Üretmek, var olmanın öteki adı, dileğim tüm kadınların kimliklerini, birey olduklarını hak ve taleplerini yaşadıkları topluma kabul ettirmeleri...

Kitap yazmaya nasıl karar verdiniz...

Hayat hep tesadüftür belki de. Bir yazar arkadaşım yönlendirdi. Önceleri korktum tabi ki, kimseye göstermedim yazdıklarımı, zamanla cesaretim yükseldi ve ilk kitap çıktı... Cesaret ve istekle oluyor. Öz güven ve birikim varsa gerisi kendiliğinden geliyor. Aslında bir dertleşme oldu benim için. Yaşadıklarımı ve tanıklık ettiğim olayları paylaştım sadece. Birileri de, Zehra Aylin diye biri geçti bu dünyadan desin. Tüm mesele kendimi var etmek... Eril topluma inat!!!

Kitabın adı neden Gerdek Suskunu ? ... Okuyucuya ne tür bir mesaj vermek istiyorsunuz?

Gerdek her genç kızın, önce korkusu/ sonra en büyük merakıdır. Toplumun büyük bir bölümünde bizleri hep erkekten ayrı tutarlar. Korkuturlar, yasaktır erkek bedeni ve onu merak etmesi. Ergenlikte, vücudumuzu fark ederiz, bir şeyler olur, çevremizde soru soracak kimse olmaz genelde. Ve bir gün, gelin oluverirsin, görücü usulü veya değil. Ama bekaretin çok önemlidir. Ailenin tüm namusu senden sorulur. Bu korkular içinde gerdeğe sokuverirler seni. Belki sadece küçük erkek kardeşin çükünü görmüşsündür o kadar. Bedenini ve namusunu teslim edersin o gece... korkular içinde. Ve kapıda bekleyen çarşafçılar !!! Travmadır çoğu gerdek kadın için, ve hep susarsın. En kötüsü de ertesi sabah ailenin önüne çıkmaktır. Herkes bilir o gece seviştiğini... hal mesele böyleyken yazmamak olmazdı... kadının her gerdekte tecavüze uğradığını. İstisnalar hariç.

Öyküler gerçek mi? Kurgu mu?

Bütün öykülerim bire bir yaşanmışlıktan alıntıdır. İsimler ve yerler değiştirilmiştir. Benim yorumumla tatlandırılmışlardır... her öyküde gerçek bir hayat ve yaşanmışlık vardır . Sadece Yunan Memet adlı öykümde isimler dahi gerçektir, çünkü hayatta olan yok.

Öyküler kendi iç dünyanızı yansıtıyor mu?

Tabi ki yansıtıyor. Daha önce de belirttiğim gibi, bazı öykülerim de bana ait. Hangileri dersen ona da okuyucu karar versin. Herkesin bir öyküsü var bu kitapta, kendini bulduğu. Biraz da erkek dünyasına girdim.

Kadınlara yönelik , toplumsal, cinsel, bireysel, şiddet sarmalından nasıl kurtarabiliriz. Sizin bu konudaki fikirleriniz neler, bir kadın ve yazar olarak.

Bu çok yönlü bir soru, toplumsal şiddetin altında yatan sosyolojik tanımlarla konuya girmek benim alanım değil. Siyasi ve dinsel fazlaca motifleri var. Maddi ve kültürel boyuta kadar uzanan geniş bir tartışma konusu bu. Benim toplumsal şiddet adına söyleyeceğim ( el alem ne der ) adına yapılan baskılar, dayatmalar, birey olamadığımızın en büyük kanıtıdır. Bir babanın yada eşin İTİBARIM söz konusu dediği an ... ne kadar edilgen bir kişiliği olduğunun ispatıdır bu. Toplumsal yönlendirmenin baskısıyla , kızını öldüren, karısını döven, erkekler aslında toplum adına işledikleri suçlardan bire bir kendileri sorumludurlar. Lakin işledikleri suç toplumda rağbet görünce , şişirilen erkek egosu suç makinası haline geliyor.

Cinsel şiddet, her alanda gördüğümüz ve kanıksadığımız bir olay haline geldi. Gece dışarda gezen kadına tecavüz edenler, şort giydi diye, dayak yiyenler, (Özgecan, Roşin Çiçek ve yüzlercesini unutmayacağız). Cinsiyetçi toplum yapısının dayatmasından kurtulmak ve kadının birey olmasını sağlamak, sadece kadının sorunu değildir. Tüm toplum olarak kültürel, töresel, baskılardan kurtulmak erkeklerin değişimiyle mümkün olacaktır. Tecavüz , taciz kadınların değil, erkeklerin sorunudur. Eğitim kurumlarının daha fazla çalışması, ve derneklerin bu konuda özel programlar hazırlaması, ilk yapılacaklar arasındadır bence. Kadınsız devrim olmaz: özgür olacaksak önce evdeki anneyi özgür kılmak gerekir ki çocuklarını özgür yetiştirebilsin.

Son olarak ne söylemek istersiniz?

Dünyayı kadınların kurtaracağına inancım sosuz. Daha yaşanılır bir dünya özlemim çok büyük. Kendi olmayan kadın ne ailede nede toplumda verimli olamaz... tüm kimlik, cinsiyet, din , milliyet ve dil özgürleşince dünya daha güzel olacaktır.