İlhan Canan / Demokrat Haber

Türkiye’nin en uzun süre cezaevinde kalan ve halen Bandırma M tipi cezaevinde yatmakta olan mahkumu Tahir Canan 32 yıldır yatmadık hapishane bırakmadı.

Ben Tahir Canan’ın 4 oğlundan biri, İlhan Canan’ım.

Babası 32 yıldır cezaevinde yaşayan, 2 çocuk babası 34 yaşında biriyim.

32 yıllık mahpuslukta biz evlatlara düşen de kalın duvarlar, demir parmaklılar, gri ve soğuk resmi kıyafetli insan yüzleri, her biri ayrı bir yaşam öyküsü olan olaylar ve yaşanmışlıklardı…

Ve geçen zamanla birlikte büyüyen çocuklar, doğan torunlar…

Tahir Canan cezaevine girdiğinde çocukları vardı bugün 6 torunu var…

İşte bu yaşanmışlıklara ayna tutmaya çalışan bir kitap yayınlandı Adil Okay tarafından: “Ben Çıkana Kadar Büyüme e mi”

Ben de Adil Okay’la “Görüş günlerinde büyüyen çocuklar “ kitabı üzerine bir söyleşi yaptım.

Peki Adil Okay kimdir? Neden böyle bir esere imza attı? Bu röportaj nasıl ortaya çıktı?

Adil Okay’ın kızı Öykü'nün mahpus amca ve teyzelerine yolladığı balonlar, cezaevleri yönetimleri tarafından "sakıncalı" sayılınca Adalet Bakanı'na açık mektup yazdı. Mahpusların Okay'a ve kızı Öykü'ye yolladığı mektup ve resimler, "Görülmüştür- Mahpus Resimleri Sergisi"ne dönüştü. Bu çalışmalar sonucu İHD, Okay'ın kızı Öykü'ye insan hakları ödülü verdi. Okay, aynı zamanda hem kişisel, hem karma sergilerin organizasyonlarında yer aldı.

İşte tüm bu çalışmalar ile Adil OKAY cezaevlerindeki birçok mahpus ile iletişime geçti ve bu eser meydana geldi…

Adil Okay 1957’de Antakya’da doğdu. Politik nedenlerden, Adana ve Ankara cezaevlerinde yattı. 1978’de AİTİ Akademisinde, işgale karşı verilen mücadele sürecinde pusuya düşürüldü. Uğradığı bu silahlı saldırı sonucunda bir bacağında sakatlık kaldı. Hastanede yaralı yatarken tutuklanıp cezaevine konuldu. Daha sonra nefsi müdafaadan tahliye oldu.

1980’de yakalandı. İşkence sonucu bir kolu sakat kaldı. 146/1’den yargılanmaya başlandı. 12 Eylül darbesinden çok kısa bir süre önce, Adana cezaevinden bir grup arkadaşıyla birlikte firar etti. Kasım 1980’de illegal yollardan yurt dışına çıktı. Ancak kısa bir süre sonra, cuntanın çok ciddi olarak aradığı bir grup arkadaşının ülkeden çıkmasına destek olmak için, ülkeye gönüllü olarak geri döndü.

1981 başında cuntanın ev basma operasyonlarından kurtulup, bir grup aranan arkadaşıyla beraber, tekrar illegal yollardan yurtdışına çıktı. 1981-1982 arasında bir süre Lübnan’da, FHKC saflarında, Beyrut, Sur, Reşadiye ve Kana’da Filistin kamplarında kaldı. İsrail’e karşı savaşı kamplarda, Filistin halkı ve savaşçılarıyla beraber yaşadı.

1983’te Fransa’ya yerleşti. 1983’te, (sonraları adı Yazın olarak değişen ve 26 yıldır Almanya’da çıkmaya devam eden) ‘Direniş’ adlı derginin yayınlanmasına katkı sundu. 1985’de Moskova’da yapılan, ‘Dünya Öğrenci ve Gençlik Festivali’ne Şiwan Perver, Nurşani, Şanar Yurdatapan, Melike Demirağ, Nihat Behram, Yaşar Miraç, Engin Erkiner, Ömer Polat gibi isimlerle birlikte delege olarak katıldı. Sürgünde yaşadığı süre içinde, ‘Mültecinin Bunalımı’ adlı öykü ve ‘Yeşillerini Giyin de Gel’ başlıklı şiir kitapları yayınlandı.

Fransa’da, İbrahim ve Sinan adlı iki arkadaşıyla beraber, ‘Fransa Postası’ adlı aylık bir dergi yayınladı. Fransa Postası yanı sıra Avrupa’da yayınlanmaya devam eden ‘Emek’ ve ‘Yazın’ adlı dergilerde yazıları, uzun yıllar boyunca yayınlandı. Fransa’da FKP bünyesinde ve Türkiyeli mülteci derneklerinde uzun yıllar aktif görev aldı. Yüzlerce politik mülteciye, yıllarca ücretsiz tercümanlık ve danışmanlık yaptı. Fransa, Almanya ve İsviçre’de düzenlenen çeşitli dayanışma ve kültürel faaliyetlere katkı sundu. Türkiye’de cuntanın idam ve işkencelerini Avrupa kamuoyu nezdinde teşhir etmek için yapılan hemen tüm eylemlerde yer aldı.

Yirmi yıl sürgünden sonra, dosyalardaki zaman aşımından yararlanıp Türkiye’ye dönebildi.

TÜRKİYE’YE DÖNDÜKTEN SONRA

1999’dan 2009’a kadar 9 yeni kitap çalışması oldu. Özgür Üniversite’nin ‘Kavram Sözlüğü’ çalışmasına iki madde (Barış ve Burjuvazi) yazarak katkı sundu.

Çalışmalarıyla 15. Ömer Seyfettin Öykü Yarışması ile 6. Hasan Bayrı şiir yarışmasında ödüle layık görüldü. Birçok etkinliğe katıldı. Yerel ve ulusal gazete ve dergilere yazmaya devam etti. Çeşitli panellerde değişik konularda tebliğler sundu.

“GÖRÜŞ GÜNLERİNDE BÜYÜYEN ÇOCUKLAR”

İLHAN CANAN: Adil hocam, “Ben çıkana kadar büyüme e mi” adlı kitabınız öncelikle hem biz hem diğer mahpus çocukları tarafından heyecanla karşılandı. Öncelikle itiraf etmeliyim ki ben, babam Tahir Canan için ne yazdığınızı merak ederek kitabı aldım. Ve yeniden gördüm ki kitapta babam gibi birçok trajik yaşam öyküsü var. Bu kitabı oluşturma fikri nasıl ortaya çıktı?

ADİL OKAY: Bu konu bana yabancı değildi. 12 Eylül döneminde ben de hapishaneyle ve sürgünle tanışmıştım. Bu çalışmamda da doğrudan göremediğimiz, dönem dönem basına yansıyan “Hapishane kapılarında büyüyen çocuklar”ın ve mahpus anne ve babaların yaşadıkları travma konusunu, onların mesafesiz, doğal sözlerinden alıntılarla işlemek için yola çıktım. Biliyordum ki dışarıda, senin gibi annesinin babasının yolunu gözleyen on binlerce çocuk vardı. Görüş günlerinde büyüyen çocukların yaşadığı travma, tenlerinde değilse bile tinlerinde açılan çentik bir ömür boyu kalacaktı. Hiçbir psikiyatr, hiçbir rehabilitasyon merkezi onların karabasanlarını sağaltamayacak, kaybedilen zamanı geri getirmeyecekti.

İ.C: Kitap kaç yıllık bir çalışmanın ürünü?

A.O: Bu kitabı hazırlarken elimde üç yıllık mektuplaşma sonucu biriken devasa bir arşiv hazır bekliyordu. Ancak yıllardır yazıştığım politik mahpuslardan gelen bine yakın mektubu, şiir, karikatür ve resimleri bu çalışma gündeme gelince yeniden okumak, içlerinden “anne veya baba olanları” saptamak, ilgili olan bölümleri seçmek, ayrıca konuyla ilgili kitapları, dergi ve gazete haberlerini incelemek, alıntılar yapmak da kolay olmadı.

İ.C: Kitabın içeriği adından anlaşılıyor ama yine de açar mısınız?

A.O: Konu Türkiye hapishaneleri ve aile boyu cezalandırma. Bu kitapta hapishanelerdeki günlük yaşamın, hak ihlallerinin yanı sıra, “çoğunluğun” bilmediği, görmediği veya görüp de empati yapamadığı bir dramın, mahpus anne ve babalara ve onların çocuklarına da yaşatılan travmanın fotoğrafını sunmak istedim.

Bu kitapta bir diğer amaç, ağırlıklı olarak yakın tarihi, 1990’dan günümüze kadar olan hapishane sürecini halen zindanda olan tanıkların aracılığıyla (ve belgelerle) göstermektir. Zübeyde Teker’in dediği gibi “Cezaevlerinde bulunan yaklaşık 130 bin tutuklu ve hükümlünün ortalama 10 yakın akrabasının olduğunu, bunun çarpan etkisiyle 1,3 milyon kişi ettiğini düşünürsek sorunun – yaranın – yangının büyüklüğünü görebiliriz.”

Yani bular münferit vakalar değildir.

İ.C: Örnek vermek ister misiniz?

A.O: Örneğin Tahir Canan, 32 yıldır tutsak. Önce çocukları (yani sen ve kardeşlerin) geliyor ziyarete. Yıllar yıllar boyu. Şimdi de torunlar. Çile, haksızlık devam ediyor. Ve sizin anneniz gibi fedakar anneler. Üstelik Tahir Canan davası tam bir 12 Eylül hukuksuzluğu.

Bir başka örnek: Ekin Şinar, “hapishane kapılarında büyüyen çocuklar”dan değil, bizzat hapishanede büyümeye çalışan bir çocuk. Zira Ekin’in hem annesi, hem babası tutuklu. Anne Gazal Dülek’in bana yazdığı mektup yüreğimi dağlamıştı. Bir bölüm aktarıyorum:

“Sevgili Adil Okay, ilk tutuklandığımda kızım Ekin Şinar henüz 10 aylıktı. (…) Bu durumda “bu çocuk cezaevi koşullarında büyümesin diye ne talepte bulunduysak kabul edilmedi. Bebeğimle birlikte cezaevine getirildik ve bizim için zorlu süreç başlamış oldu. Ekin Şinar henüz 10 aylık olduğundan anne sütü yanı sıra mama da veriyordum. Ve inanır mısınız dışarıdan mama almama izin verilmedi. Ona kendi sütümün yanı sıra normal süt vermek zorunda kaldım. 25 kişinin kaldığı kalabalık koğuşta ve onun için alternatif bir besini pişireceğim bir ısıtıcının dahi olmadığı, yasak olduğu koşullarda yaşamak zorunda kaldık. Ekin Şinar 1 yaşına geldiğinde (o sırada babası henüz tutuklanmamıştı.) dışarıda zaman geçirsin ve babasına alışsın diye onu ara sıra dışarıya yollamaya başladım. İlk gittiğinde bir hafta dışarıda kaldı. Dönüşünde sütümü bir daha emmedi. Zaten sütüm de bu sürede kurumuştu. Bu durumda çektiğim fiziki ve psikolojik acıyı anne olanlar bilir…”

“GÖZYAŞLARINI SİLDİĞİM MENDİLİ 15 YILDIR YIKAMADAN TAŞIYORUM”

Bir başka örnek aktarayım: Müebbet hapse mahkum Cuma Özkan’ın mektubundan:

“1993 yılında 2. kez tutuklandıktan üç ay sonra kızım dünyaya geldi. Kızım Şehriban ve annesi yaz - kış demeden, ekonomik sıkıntılarıyla birlikte hep yanımda oldular. Kızımın bebekliğini cezaevinde gördüm. İlk yürümeye başladığında ziyaretime getirmişlerdi. Tüm çocuklar baba-amca ya da dayılarıyla buluşmuşlardı. Ama ortalıkta ağlayarak dolaşan sonra tek başına duvar dibine gidip oturan bir çocuğa sahiplenen kimse olmamıştı. Ortalık çocukların sevinç çığlıklarıyla çınlıyordu. Daha sonra benim kızımın da gelen çocuklar arasında olduğunu öğrendim. Gidip gardiyana ve orada olan arkadaşlarıma sordum. Gelen çocukların hepsinin bunlar olduğu söylendi. Ağlayan çocuğun yanına gittim sakinleştirmeye çalıştım ama nafile. En sonunda kucağıma alıp görüş kabinine götürdüm ve annesine “bu kız Şehriban mıdır” diye sordum. “Evet”, cevabını alınca heyecandan ne yapacağımı bilemedim. Kızım da annesini görünce cama vurmaya başladı. İlk kez baba olarak çocuğumu kucağıma alıp öptüm. Gözyaşlarını mendilimle sildim… Ve emin ol Okay, gözyaşlarını sildiğim mendili 15 yıldır yıkamadan yanımda taşıyorum. Bunu ilk kez söylüyorum. Ama insanız işte…”

“GÖRDÜĞÜM RÜYALARDA HEP AYNI YAŞTA”

17 yıldır hapishanede olan Ebedin Abi şunları yazmış:

“Hani kızımın küçüklüğünden söz etmiştim ya ondan ayrıldığımda 1,5 yaşındaydı. Şimdi üniversiteli kocaman kız oldu. Bu güne kadar gördüğüm rüyalarda hep aynı yaştadır. Hiçbir zaman büyümüş hali rüyalarıma girmedi. Hep o bebek hali… İçeride insanı zorlayan çocuk sahibi olmaktır. Hele bir de küçük iseler. Hep düşünürsünüz nasıl büyüyorlar, hangi koşullarda, istedikleri alınabiliyor mu? Hasta mı, üşüyor mu, okula nasıl gidip geliyor… “

“21 YAŞINDA AMA 21 DEFA YA GÖRMÜŞÜM YA DA GÖRMEMİŞİM”

20 yıldır hapishanede olan Turan Demir’in, Tekirdağ hapishanesinden yazdığı, tümceleri yumruk gibi boğazımızda düğümlenen mektubundan bir bölüm:

“Kızımın adı Eylem ama onunla hiç birlikte kalamadım, gözlemleme imkânım olmadı, yeteri kadar tanımıyorum. Şu anda 21 yaşında üniversite öğrencisi ama toplam 21 defa ya görmüşüm ya da görmemişim, 21 defa dokunmamış, sarılmamış, kucağıma almamışım. Büyüdü kocaman bir genç kız oldu ona bir şeker, bir çikolata alamadım, bir oyuncak almadım, bir giysi alamadım, oysa ellerimde büyümesini, büyüdüğünü an be an görmeyi çok isterdim. Benden ihtiyaçlarını temin istemesini çok arzulardım. Gece yarıları ağladığını, güldüğünü, kapının önünde oynarken çamura batmasını sonra da taşı minik ellerine alarak her şeyi bir birine katmasını görmek isterdim ama hiç biri olmadı. Şimdi hapishaneye geliyor, olgun bir insan gibi karşımda oturuyor. Oysa ben onun çocuk kalmasını isterdim. Ben çıkacaktım, birlikte büyüyecektik ama olmadı…(…)

“KEŞKE OĞLUM HİÇ OKUMAYI SÖKMESEYDİ”

Ziya Aydemir anlatıyor:

“Ben hapishanedeyken sonunda oğlum Metehan okumayı öğrendi. Ve inanır mısın heceleyerek okuyabildiği ilk tabela ne oldu? Bir görüş günü babasını beklerken tabeladaki yazıyı heceleyerek okumuş. Ce-za-evi… Ve oğlum o gün bana ağlayarak “Baba buranın neresi olduğunu öğrendim…” dedi. Neresi diye sorduğumda heceleyerek yanıt verdi: “Ce-za-evi'dir”. “Polis yakalayıp buraya atıyormuş. İnan Adil abi, herkes evladının okuma yazmayı öğrenmesini ister. Ben, oğlumun heceleyerek söylediği bu kelimeyi duyduğumda ise keşke dedim, oğlum hiç okumayı sökmeseydi.”

-İ:C: Bu mektuplarla gazete haberleri, rakamlar canlanıyor gözümüzün önünde. Amacınıza ulaşmış oluyorsunuz. Üstelik olaya tek taraflı bakmamışsınız, KCK tutuklularına, radikal sol’a, hasta tutsaklara, Füsun Erdoğan gibi tutuklu gazetecilere ve Ergenekon davası tutuklularına, örneğin Mustafa Balbay’a da yer vermişsiniz.

A:O: Kitapta okuyucunun empati yapmasını amaçladım. İdealleri için, daha iyi bir ülke düşüyle mücadele eden insanların cezaevlerinde neler yaşadıklarını onların çocuklarının nasıl büyüdüğünü anlatmak istedim. Amacım ağlamak ve ağlatmak değildi. Öfkelendirmekti. İnsanlar kapalı kapılar ardında neler oluyor bilsin, öfkelensin ve itiraz etsin istedim. Sol politik tutsakların yanı sıra aynı acılardan, görüş günleri çilelerinden, keyfi uygulama ve cezalardan tüm tutuklu ve hükümlülerin ve tabi adli mahkumların da mağdur olduğunu göstermek istedim.

İ.C: Kitapta yer verdiğiniz Hanım Onur tahliye oldu. Kanser olan kızı Solin’e kavuştu. Dileriz Solin en kısa zamanda anne şefkatiyle sağlığına kavuşur. Ama ne yazık ki Hanım Onur gibi daha çok sayıda tutuklu ve hükümlü hapishanelerde… Yine kitapta yer verdiğiniz babası cezaevine girdikten 15 gün sonra kanser teşhisi konulan 11 yaşındaki Zal’ın annesi Şükran Şimşek, “Çocuğumuzun kanser olduğunu babasına söyleyemedim” diyor…

A.O: Evet dediğim gibi anlatması da yazması da zor yaşam öyküleri bunlar. Ama birileri yazmalıydı.

İ.C: Teşekkür ediyorum Adil hocam.


Künye:

“Ben çıkana kadar büyüme e mi”

Adil Okay,

NotaBene Yayınları,

Ankara Ocak 2013.

Kitabın arka kapak yazısı:

Hapishane kapılarında büyüyen çocukların büyük çoğunluğu bu gün konuşmuyor. Sadece devlete değil, dostlara da küsmüşler. O umutlarının söndüğü uğursuz günlerden sonra susmuşlar. O susuş kahretmiş sağ kalanları. Arkada kalanları, önde gidenleri. Dostu, hısımı, kirveyi, hevali, yoldaşı kahretmiş. Konuşsunlar istemişler, el uzatmak istemişler, omuzlarına başlarını koyup dinlensinler, başlarını göğüslerine koyup ağlasınlar, rahatlasınlar istemişler ama heyhat, o çocuklar herkese susmuş.

O, insan olanı kahreden “susuş” bugün hâlâ devam ediyor. O susuş, bir zamanlar bu çocukların imdat çığlığını duymayan, görmeyen, susan tüm toplumu suçluyor.

O çocuklar, benimle de konuşmadılar.

Öykülerini birinci derece tanıklardan dinledim. Anlatması da, dinlemesi de zordu. Yazması da zor oldu…

ADİL OKAY’IN TÜRKİYE’DE YAYINLANMIŞ KİTAPLARI:

1999 ‘Hançerini Ay Işığına Çalan Adam’ (şiir)

2001 ‘Kaç Kişi Kaldık’ (şiir)

2003 ‘Ah Çocuk’ (şiir)

2005 ‘Yolcu’ (öykü)

2006 ‘Yirmi Beşinci Saat’ (şiir)

2006 ‘Az Çalışmalı Aşka Zaman Ayırmalı’ (deneme)

2008 ‘12 Eylül Ve Filistin Güncesi’ (anı-belgesel )

2008 ‘Konuşan Fotoğraflar’ adlı fotoğraf kitabı Ütopya Yayınevi tarafından yayınlandı.

2009 Yoğunluk yayınlarından çıkan ‘Valizini karısına hazırlatan faşist sayılır mı’ adlı çalışması, yazarın onbirinci kitabıdır.